Tam geçen yıl bugün Hrant Dink'in katledildigi haberi geldi.
Aynı günlerde Ingilizce'ye "Bastards of İstanbul" diye çevrilen "Baba ve Piç" kitabının yazarı Elif Şafak, Seattle'ın da içinde olduğu Amerika Birleşik Devletleri (ABD) seyahatini iptal edince, bu şehirde yaşayan güzel insanlar o gelmese de "biz kitabı okuruz" deyip imza gününün yapılacağı bizim meşhur kitabevimiz Elliot Bay Book Store'a doluştular.
Böylesi bir akşamın yaratılmasına imza atan güzel insanlardan Jeremy Orhan kendisini "Turkish-American" olarak tanıttıktan sonra kısa bir konuşma yaptı, Şafak, memleketette olanlar ve 301'e dair.
Gecenin anlam ve önemi böylece belirlenmiş oldu. Şafak her ne kadar Seattle'a gelmediyse de bu şehirde yaşayan kimi Türkler ve Amerikalılar ve Amerikalı Türkler ve üstüne üstlük Türkiye'li ve Amerika'lı Ermeniler "Bastards of Istanbul"a sahip çıkmışlardı.
Biz Elif Şafak'a kitap imzaladık, o bize değil...
Bu şehrin güzel insanlarından Didem Havlioğlu, Ezogelin Oflazoğlu, Jeremy Orhan, Şafak'ın kitabından değişik bölümler okudular. Eliot Bay Book Store'un direktörü Rick Simmons, hem gecenin açılışıda hem de kapanışında yapığı konuşmada "okumanın" önemine değinerek, "Bu değisik bir imza günü. Normalde yazarlar okuyucularına kitap imzalarlar, ancak bugün biz okuyucu olarak, bu geceye katılanlar Şafak'ın kitabını imzalayip ona göndereceğiz" deyip kitabı imzaya açtı.
Ben de "Bekliyoruz" diye bir not yazıp imzaladim.
Elif Şafak gelseydi, daha önceden planlandığı gibi okuma, tartışma ve imzalardan sonra yine bizim Cafe Paloma'ya yürüyecektik. Yemekler yiyecek, sohbete devam edecektik... Biz ettik etmesine de Elif Şafak aramızda yoktu.
Ama Hrant Dink oradaydı.
Bilirsin şiir severim ama şair degilimdir. Ancak yine de o gece Hrant Dink'in katledilmesi üzerine aklıma düşen şiiri sesli sesli okudum. Hemen ardımdan sevgili dostum Meg Savlov şiirimi Ingilizce okudu o güzel sesiyle.
Hrant Dink
Alnı açık,
Başı dik.Bu elbette
son değil,
ne de ilk.Güvercin,
Hrant Dink,
Alnın açık
Başın dik
Dimdik.
Ruhun şad olsun.TÜRKLER kadar TÜRK
MUMCU kadar UĞURLU
AKSOY kadar AK SOYLU
ALI İHSAN kadar ÖZGÜRFIRAT kadar taşkın
ARARAT kadar yüce...OGÜN'LE
O gün gelen
kurşunlar bize...Ermeniye, Süryaniye, Tatara
Kürde, Türke, Museviye, Araba...'Nuha beşikler veren Anadolu'ya'
İnsana, insandan yana olanaKurşunlar bize.
Hepimize...ulusların birliğine,
halkların kardeşliğine
Geçenlerde benim sevgili Ermeni kardeşim Kelly Asadoryan'ın doğum gününü kutladık.
Kelly 38 yaşında cama can veren bir sanatçı. Eşi Dave ve iki güzel kızları Corina ve Lucie'le Seattle'a bir saat uzaklıktaki dünyanın en güzel kasabalarından İndianola'da yaşarlar.
Kelly'le tanışmamız bir yıl öncesine rastlar. Bu tanışmada her ne kadar "Türk-Ermeni" barışını anında imzalamış olsak da, dostluğumuz, ortak kardeşimiz Hrant Dink'in katledilmesinden sonra daha bir pekişti. Geçen yılın son aylarında Şükran Günü nedeniyle ziyarete gelen babasıyla tanışamamış olmamıza üzüldüğümü söylediğimde, aralarında geçen konuşmayı daha dün anlattı...
Kelly babasına bir Türk arkadaşı olduğunu söylediğinde, babası "Ermeni camiasına ihanet ettiğini düşündün mü?" diye sorar. Benim Ermeni kardeşim de, zaman zaman babaannesinden dinlediği hikayelerin etkisiyle içinde bir çatışma yaşadığını ancak bu çatışmanın bizlerle tanışmasından sonra yatıştığını belirterek "Hayır, bize her insanın ayrı olduğunu, onlara tek tek değer vermemiz gerektiğini sen öğrettin" der.
Kelly babasına bir Türk arkadaşı olduğunu söyleyebilmiş olmasının bile önemli bir aşama olduğunun altını çizince "Onca yılın düşmanlığının bir gecede aşılamayacağını" söyleyip "buna da şükür" dedim.
Kelly'nin hikayesi
Kelly'nin babaannesi ve dedesi Malatya'dan.
1915'li yıllarda aile dağılır. Bir kısmı Rusya'ya gider. Büyükanne eşinin "kaybolmasından" sonra "aklını yitirir" ve bir süre sonra da yaşamını yitirir. İlk gençlik yıllarından beri tanışan Kelly'nin dedesi ve babaannesinin Malatya'da ayrılan yolları Fransa'da kesişir.
Önce Küba'ya yerleşip orada evlenirler ve bir süre sonra da ABD'ye göçerler. Kelly'nin babası 75 yıl önce Ohio eyaletinde doğar. İlkokula başlayana dek evde konuşulan dil babanın deyimiyle "Türkiye Ermenicesidir". Kelly ve kardeşleri de Ohio eyaletinin Garfield kentinde doğar ve büyürler.
Kelly bir süre önce Seattle'a öğretmen olarak gelir üniversitede birlikte sanat okuduğu arkadaşı Dave'le hayatlarını birleştirir. Dünya güzeli iki kızları doğar. Dave metale, Kelly cama can katar.
Benim sevgili ağabeyimin sevgili oğlu heykel sanatcısı Fırat Seattle'dayken Dave ve Kelly'e asistanlık yapmış kimi ortak ürünlere imza atmıştı. O ürünler gelecek kuşakların barış içinde yaşayabileceklerinin bir simgesi, belgesi.
Bak tam geçen yıl bugünlerde bizim buradaki neredeyse kırk yıllık "Turkish-American Kültür Derneği"ne Hrant'ın katli üzerine bir açıklama yapıp yapmadıklarını sormuş, aldığım yanıt karşısında şaşkınlığa düşmüş ve dernek yöneticisi arkadaşlarıma bir mektup yazmıştım.
Yazdığım mektubun içeriğinden onların verdiği yanıtı zaten anlayacaksın. Benim mektubuma sessizlikleri ise verilen ayrı bir yanıttı benim için.
Türk-Amerikan Kültür Derneği'ne (TACA) mektup
"Değerli arkadaşlar,
Hrant Dink'in öldürülmesi sıradan bir olay değil. Sıradan bir cinayet hiç değil.
Kisisel olarak üzüntümüz bir yana ben Turkish- American Cultural Association gibi bir derneğin bir kültür adamının öldürüllmesinde bu zamana dek sessiz kalmasına şaşırdım.
Anadolu'nun Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, Tatar, Gürcü, Boşnak, Rum, Yahudi, Arab kim varsa o kültürlere "BEŞİK" oldugunu bizim de o kültürün bir parçasi olarak burada "görevde" olduğumuzu unutmamamız gerek.
Bağımsız ve özgür iradeli bir kültür derneğinin "Türk Devletinin Resmi Temsilcisi" konumunda olmaması gerektiğine
inaniyorum. Konsolosluklar devletlerini, hükümetlerini yeterince temsil ediyorlar...Ancak bir küitür adamının, bir yazarın, Türkiye'de yüzyıllardır yaşayan etnik bir gurubun temsilcisinin katledilmesinde sessiz kalması bence TACA'nin 'dikkatli ve duyarli' olmadığını gösteriyor.
Bu sessizligi kabul edemiyorum...
TACA üyelerinin içinde de, değişik etnik kökenli dostlarımızın olması bir yana, temsil ettiğimiz kültürün, ülkenin aslında 'Nuh'a beşikler veren Anadolu' olduğunu, o Anadolu'nun yani Türkiye'nin orada yaşayanlara ait olduğunu, 'Türkiye Türklerindir', 'Bir Türk dünyaya bedeldir' ırkçı yaklaşımının bir devlet politikası olduğunu, bizimse içinde değişik etnik kökenli insanların barındığı (Amerika'lılar da dahil) bir 'Kültür' derneği olduğumuza inanıyorum.
O nedenle 'yurtseverlikle milliyetçilik' arasindaki 'ince' ancak son derece 'kalın' farkın ayrımından yanayım.
Hrant Dink'e sıkılan kurşunların aslında 'Türkün Türkten başka dostu yoktur' politikaları ve politikacıları tarafından
yönlendirildiğine olan inancım bir yana, yüzbini aşkın insan selinin 'Hepimiz Ermeniyiz' diye yürümesinde gerçekten 'Barışa' olan özlemin yattığına inanıyorum.Maalesef kişisel olarak üzgün olmamız yetmiyor. Bu zamana dek bir çok cinayete çok üzüldük. Ancak yeterince duyarlılık gösterip karşı çıkmadığımız için ülkemizin aydın, parlak, umut veren insanları yok edildiler. Mumcu'lar, Aksoy'lar, Kışlalı'lar... Ve burada adını sayamayacağım yüzlerce insan aynı zihniyetin kurbanları.
Derneğimizin Hrant Dink'in katledilmesi karşısında sessiz kalmak yerine kınamasının, burada yaşayan değişik etnik kökenli guruplarla da bu zamana dek sürdürdüğü barışcıl ortamın devamında da yardımcı olacağına inanıyorum.
Derneğimizin adı 'Turkish-American Cultural Association', 'Türk Derneği' değil.
O nedenle 'daha dikkatli ve duyarli olmamız' gerek,
Saygı ve sevgilerimle;
Sedatyan (Bugün ben de Ermeniyim)"
"Bir kar yağsa yumuşar" derdi anacığım...
İşte böyle sevgili,
Kardeşliğin, sevginin, hoşgörünün, barışın sınır tanımaz geleneği maalesef herkese nasip değil. Bir kar yağsa diyorum, şöyle diz boyu. İnsanlar evlerinden çıkamasalar bir süre. Elektirikler de kesilse, ocaklar yansa mesela, şömineler, sobalar.
Komşular alışverişe gidemedikleri için, "yarım soğan ödünç alabilir miyim" diye kapıyı çalsalar örneğin. "Yarım limon", "yarım elma", "hatır alma". Arabalar karda kışta yolda olamayacağı için, sadece bir kaç saatiğine açılan köşedeki markete yürüyerek gitse insanlar.
Ne internet, ne televizyon, ne e-mail. Sıcak çaylar, kahveler. Sıcak brendiler, çukulatalı konyaklar... Mahalenin çocuklari kardan adam yapsalar, kartopu oynasalar ana caddede...
Sert bir hava var dışarda.
"Bir kar yağsa yumuşar" derdi anacığım.
Bir kar yağsa diyorum, yumuşasa ortalık...
Oysa giderek sertleşiyor hava.
Bunda da bi keramet var ya.
Hadi hayırlısı...
Sevgiyle kal.
Dostlara selam.
19 Ocak 2008 (SU/GG)