Geçtiğimiz haftalarda Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi Türkiye'de ırkçılıkla mücadele konusunda oldukça önemli bir karara imza attı. Daha önce basına yansımış olan vahim bir pankart dolayısıyla verilen bu karar, ırkçı bir ifade hakkında verilmiş ilk mahkeme kararı gibi görünüyor.
Osmangazi Kültür Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Niyazi Çapa ve bazı dernek üyeleri, 7 Ocak 2009 tarihinde kucaklarına bir köpek alarak ve 'Köpeklere giriş serbesttir', "Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez" yazılı pankartlar taşıyarak burada değinmek dahi istemeyeceğim bir basın açıklaması yapmışlardı.
Cumhuriyet Savcılığının başlattığı soruşturma neticesinde Niyazi Çapa hakkında Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 216. Maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen "Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamak" suçunu işlediği gerekçesiyle dava açıldı.
27 Mayıs 2009 tarihli Radikal gazetesinde çıkan habere göre mahkeme Çapa'yı suçlu bularak 5 ay hapis cezası verdi ve bu cezayı 3 bin lira para cezasına çevirerek erteledi.
Devlet açıkladı: 2008'de 216'dan 137 dava açıldı
TCK'nın 216. maddesinin 1. fıkrasını ihlal nedeniyle (Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek) nedeniyle bugüne kadar çok sayıda insan hakları aktivistine, akademisyene, gazeteciye dava açıldı.
Devletin 2009 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesi'ne (CERD) sunduğu rapora göre 2008 yılında bu maddeden 137 dava açılmış, 33 kişi hakkında mahkumiyet kararı verilmişti.
Türk-islam kimliğinin dışında kalan birey ve grupları hedef alan ırkçı propaganda Türkiye'de siyasal yaşamda, sivil toplumda, basında, yayında oldukça yaygın olmasına ve ırkçı, düşmanlığa tahrik edici ifadeler zaman zaman ırkçı eylemlere zemin hazırlamış olmasına rağmen, bu kanun maddesi düşmanlaştırılan azınlık gruplarını korumak yerine, insan hakları çalışmaları yapan, devlet politikalarını eleştiren, azınlık haklarını savunan, veya Kürt sorunu konusunda görüş belirten kişilere karşı dava açılmasında kullanılıyordu genel olarak.
Irkçılıkta ilk mahkeme kararı
Ancak yaklaşık beş yıl önce kabul edilen Kanunda 2. fıkrada tanımlanan suç ilk defa düzenlenmişti ve ırkçılık konusunda ilk defa bir mahkeme karar verdi.
Irkçılıkla mücadelede hukuki koruma tek başına yeterli değildir elbette ancak Türkiye'de ırkçılıkla mücadele bağlamında böyle bir karar verilmiş olması önemlidir zira pek çok konuda olduğu gibi bireyleri korumak için herşeyden önce hukuki koruma gerekir: hem bir fiilin işlenmesi konusunda caydırıcılık ve de toplumu bir fiilin yanlışlığı, kabul edilmezliği konusunda bilgilendirme rolünü yerine getirmesi; hem de mağdurların gördüklerin zararın çeşitli şekillerde tazminini sağlamak için.
Irkçı saikle işlenen suçlar ne olacak?
Bu anlamda bu mahkeme kararında verilen hapis cezasının süresi, ya da para cezasının miktarından ziyade yaptığı tespit, bu tarz fiillerin kabul görmeyeceğinin ve cezalandırılacağı mesajının insanlara ulaştırılmış olması önemlidir.
Bazı Ermeni tanıdıklarım ve akademisyenler ile yaptığım görüşmelerde de genel olarak önemli olanın ırkçılığın tespit edilmiş olması olduğu ifade edildi ancak para cezasının miktarını ve ertelenmiş olmasını caydırıcılıktan oldukça uzak bulan da vardı. Agos gazetesine açılan bir davada örneğin 15 bin lira tazminat ödenmesine hükmetmişti bir mahkeme. İlerde benzer başka davalarda daha yüksek cezaların uygulanacağını ümit etmek gerekiyor herhalde.
Kararın önemini görmekle beraber TCK'da ırkçılığa karşı hukuki korumadaki hayati bir eksikliği hatırlamakta yarar var: Irkçı saikle işlenen suçlar konusunda kanunda hala genel bir düzenleme yok.
Belirli bir etnik kökene, renge veya etnik köken veya renkle bağlantılı olarak dine, yani ırka mensup kişileri hedef alan ırkçı saldırıların akla gelen ilk örnekleri Hrant Dink ve Rahip Santaro cinayetleri, Zirve Yayınevi çalışanlarının öldürülmesi ve bir dönemdir Kürtlere yönelen linç girişimleridir.
Düzenmeler yapmak sadece insanı yükümlülük değil
Irkçılığın bir şekli olan bu tip saldırılar Ceza Kanunumuzda özel olarak düzenlenmezler. Ayrıca, bir kişinin canına veya malına sırf dini veya etnik kökeni dolayısıyla zarar vermek, herhangi bir saldırıdan daha vahim görülmez kanun koyucularımız tarafından. Oysa bu konuda hukuki düzenlemeler yapmak devletin insani yükümlülüğünün yanısıra uluslararası hukuktan da kaynaklı yükümlülüğüdür.
Avrupa'da, anti-semitizm ve Romanlara yapılan ayrımcılıkla mücadelenin yanısıra özellikle göçmenleri hedef alan ırkçılıkla mücadele konusunda hukuki ve siyasal mekanizmalar sürekli olarak gelişme halindedir.
Irkçılık, yabancı düşmanlığı, hoşgörüsüzlükle mücadele
Turkiye'nin kuruluş aşamasında aktif rol aldığı Avrupa Konseyi'nin Irkçılıkla Mücadele Komisyonu örneğin, üye devletlere ırkçılığı, yabancı düşmanlığını ve hoşgörüsüzlüğü kınama ve etkin bir şekilde soruşturup cezalandırmayı tavsiye eder.
Konumuz bakımından en önemlisi, Komisyon, ırkçı saldırıların, ırkçılığa teşviğin, ırkçı tehditlerin, kişileri ırkları dolayısıyla asağılamanın, ırkçı yayın yapmanın ve ırkçı kurumlara üye olmanın suç olarak düzenlenmesini ve bunun dışındaki suçların ırkçı saikle işlenmesinin ağırlatıcı neden olarak düzenlenmesini tavsiye eder üye devletlere. (7 Nolu Tavsiye, Paragraf 18-23)
Avrupa Birliği'nin Konseyi ise Nisan 2007'de aldığı bir kararda, etnik kökeni, rengi, dini dolayısıyla belirli kişilere karşı işlenen şiddet eylemlerinin veya nefreti teşvik etmenin üye devletlerde suç olarak düzenlenmesi gerektiğini ve bu suçun en az bir yıldan üç yıla kadar hapis ile cezalandırılması gerektiğini belirtir.
Türkiye'nin taraf ve hükümlerine uymakla yükümlü olduğu Birleşmiş Milletler'in Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşmesi de taraf devletlerin ırkçı eylem ve saldırıları yasaklama, soruşturma, cezalandırma, kınama ve mağdurlara tazminat verme yükümlülüklerini düzenler.
Avrupa'nın birçok ülkesinde ırkçı şiddet eylemlerine ve siddete teşvik etmeye ilişkin özel düzenlemeler vardır. İngiltere'de örneğin ceza kanununda ırkçı saik genel bir ağırlatıcı neden olarak yer alır. Ayrıca, İçişleri Bakanlığı (Home Office) bu konuda veriler toplar, politikalar geliştirir.
BM, Türkiye'den "ağırlaştırıcı neden" yapmasını istedi
Bakanlığın web sitesinde nefret suçlarının tanımı -ki nefret suçları burada mağdurların ırkının yanısıra cinsiyeti, cinsel yönelimi, engellilik hali gibi nitelikleri dolayısıyla işlenen suçları da kapsar yerinde olarak- , bu suçlarla mücadele etmek için neler yapıldığı ve son bir yılda ülkede bu nitelikte kaç suç işlendiğine ilişkin bilgi bulunabilir.
Türkiye'de 'ırkçı saik'in genel bir hüküm ile ağırlatıcı neden olarak düzenlenmesi gerektiği Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesinin 24 Mart 2009 tarihli Türkiye raporunda açıkça dile getirildi (paragraf 23). Türkiye'de ırk temelli nefret ile işlenen suçların yoğunluğuna ve devletin uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerine bakılırsa kanunda gerekli değişikliklerin bir an önce yapılması gerekir.
Ayrıca 216. Maddenin 1. fıkrasında yasaklanan 'Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek' suçunun gerçekleşmesi için 'kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması' koşulu var.
BM Komitesi'nin de işaret ettiği gibi etkin bir hukuki koruma için bu koşulun da yasa maddesinden çıkarılması gerekiyor. Irkçılığın başka kanunlarda ele alınışı ise bir sonraki yazının konusu. (NK/EÖ)
* Nurcan Kaya, Türkiye Koordinatörü, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu
** Nurcan Kaya'nın kaleme aldığı yazı, Agos gazetesinin 26 Haziran 2009 tarihli sayısında da yayımlandı.