Antalya’nın Kemer ilçesine bağlı Tekirova Mahallesi Tabiat Parkı sınırları içinde bulunan ve halkın mesire yeri olarak kullandığı Kleopatra Koyu, turizm yatırımlarına açıldı.
Geçmişte SİT alanı olan koy, yasal statüsü değiştirilerek tabiat parkı ilan edildikten iki ay sonra açılan bir ihale ile Fettah Tamince grubuna ait olduğu belirtilen bir şirkete tahsis edildi.
Yapılan tahsis sonrası tabiat parkına turistik tesisler yapılması planlanıyor.
Antalya’daki sivil toplum kuruluşları ve inisiyatifler dün yaptıkları bir eylemle, hem tahsise ve hem de koya yapılacak turizm ve inşaat yatırımlarına karşı olduklarını belirttiler.
Antalya ülkemizin bir numaralı turizm kenti ve Alanya’dan başlayıp Kumluca ilçesine uzanan sahil şeridinde yatırımlara açılmamış bir kıyı bölgesi ya da koy bulmak neredeyse olanaksız. Kleopatra koyuna da eğer engel olunamazsa kısa sürede bir turistik tesis yapılacağına kesin gözüyle bakılabilir. Oysa doğal hayatı mahveden yatırımlardan mutlak surette kaçınılması gereken bir sürece doğru yol alıyoruz.
Turizm sektörünü bacasız sanayi olarak nitelemek bir efsane gibi dilden dile dolaşan, geniş kabul görmüş bir düşünce. Ancak bu bacasız sanayi efsanesine biraz yakından bakmak gerekiyor. Yeryüzünde yaşayan her canlının hayatına bir şekilde değen, onsuz hayatın neye benzeyeceğini bilme şansımızın olmadığı bir fiziksel varlık olan su üzerinden bu efsaneye bakmaya çalışacağım.
Turizm bacasız sanayi midir?
Değildir.
Turizm sektörünün küresel karbon emisyonları içindeki payı yüzde 5 civarında. Karbon emisyonlarının önemli bir kısmı uçakla seyahatten kaynaklanıyor. Karbon emisyonlarına aşırı su kullanımı nedeniyle oluşan zararlar, okyanuslar ve denizlerdeki kimyasal kirlilikte önemli payı olan yolcu gemileri atıkları da dâhil edildiğinde temiz sektör efsanesi epeyce yara alıyor.
Turizm sektörü aşırı ve gereksiz su tüketimine çok iyi bir örnek oluşturuyor. Büyük oteller, tatil köyleri ve golf oyununa imkân sağlayan otellerde olağanüstü büyük miktarlarda su tüketimi söz konusu. Örneğin 18 delikli golf oyunu oynama imkânı sunan tek bir golf otel 60 bin nüfuslu bir ilçenin yıllık su tüketimine eşdeğer miktarda su tüketebiliyor. Geniş alanların çimlendirilmesi için harcanan tonlarca kimyasal gübre, pestisit ve herbisit gibi tarım zehirlerinin sularda yol açacağı kimyasal kirlenme de cabası.
Turistik yatırımların yeraltı sularında azalmaya; tatil esnasında kullanılan kozmetik ürünlerin, temizlik malzemelerinin ve farmakolojik preparatların sularda kimyasal kirlenmeye yol açtığına dair çok sayıda akademik çalışma var. Ancak güzide ülkemizde bu konularda yapılmış tek bir çalışma bile yok. Antalya bölgesinde bu konuda geniş ölçekli bir çalışma yapılmasına ise büyük bir ihtiyaç var.
İklim krizi nedeniyle önümüzdeki 20-30 yıl içinde Antalya ilinin de içinde yer aldığı Akdeniz bölgesinin ikliminde ciddi değişimler olacak. Bu bölgenin ikliminin Suriye ya da Irak gibi ülkelerin kurak bölgelerine benzeyeceği söylenebilir. Akdeniz bölgesinin nihai kaderi çölleşmedir.
Antalya ilinde olduğu gibi büyük ölçekli otel ve tatil köyü yatırımları aşırı miktarda su kullanmaya dayalı yatırımlardır. Su kullanımının büyük bir kısmı yeraltı sularından karşılanıyor. Oysa yeraltı suları kuraklık ya da susuzluk durumu için bir güvence olarak görülmeli ve normalde kullanılmamalı. Bu suların şimdi olduğu gibi aşırı miktarda kullanımı yakın bir gelecekte Antalya ilinde yaşanacak su krizini derinleştirecektir.
Sözün özü, Kleopatra Koyu gibi kıyı alanlarının boş bırakılması, turistik yatırımlara açılmaması bir gerekliliktir. Dahası mevcut turizm yatırımlarının su kullanım miktarları ve yol açtıkları kimyasal kirlilik açısından bir değerlendirmeye tabi tutulması, önümüzdeki yıllarda yaşanacak su kıtlığı sorununu derinleştirmemek için ne gibi “turistik” önlemler alınabileceği üzerinde de dikkatle durulmalıdır.
Bütün bunların yapılabilmesi için bambaşka bir siyasal iktidara su gibi ihtiyaç olduğu da aşikârdır. (BŞ/HK)