Tanıyorum. Hepimizin yenilgilerinin iç içe girdiği bir zaman. Charles Dickens'ın tarif, Turgut Uyar'ın tefrika ettiği zaman, bizim zamanımız, bize hiçbir zaman ait olmayan... Biliyorum, ya birlikte yenildik aynı kırana, ya yenilgilerimiz ayrı ayrı gelip o caddenin bir kıvrımında karıştı birbirine.
Ben söyledim, siz de söyleyin: Hiçbir umuda birlikte yazılmadı ismimiz, mucizevi bir lanet gibi ama (artık nasıl oluyorsa) her mağlubiyette birlikteyiz. Bıktık ölümün birleştiriciliğinden, cenaze tesadüflerinden, kırım omuzdaşlıklarından. Kimse düzenleyicisi, aynen böyle bildiriniz!
"Gündüzleri bir tuhaftır elbet / geceleri başka bir ülkede geçer" diye yazar Turgut Uyar, 'gazete'sinin birinci sayfasından verdiği, 'palas pandıras' haberinde. Seçim sonuçlarına, dert ortaklarına, haftanın plâklarına, spora yer verdiği o gazetenin bir yerine de 'sanat sayfası' iliştirir ve o güzelim dizelerinin arasında sürekli bir hatırla(t)mayla 'tefrika' eder ortak derdimizi: "Öyle şeyler gördük ki / unutmam artık / unutma artık."
"Herkesin kendisi ile cesedi arasındaki" yolu kat ettiği zaman: Hayat. "Herkesin kendisi ile cesedi arasındaki" yolun en kısa, en uzun sürgününe gönderilmiş ve geri dönememiş bir adam: Hrant. İlk günden bu yana işledi 'büyük saat' ve 19 Ocak'tan beri 'tik-tak' yerine böyle atıyor şehrin, memleketin atar damarlarında: Hrant, hayat, Hrant, hayat...
Merhaba, sizi öldüklerinizden tanıyorum, birlikte öldüklerimizden, ölülerimizden. Ne zaman ölsek birlikteyiz çünkü, iyi mi! Yaşarken pek kesişmeyen yollarımızın aşağıda bir yerde iliklenmiş köklerinin birbirini kanla çağırdığına tüm kalbimle inandım artık, siz inanmayınız! "Öyle şeyler gördük ki" çünkü, sakın unutmayınız!
19 Ocak'ta ne olmuştu?
Daha o cinayetin ilk saatlerinde apar topar kameraların karşısına geçip, kendini ne ara ikna ettiyse bizi de 'örgüt işi olmadığına' inandırmaya horozlanan, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ı mesela, unutmayınız! Sonra cinayet raporlarına ve dahi mahkeme tutanaklarına 'önceden bilgisi olduğu' işlenmiş, bu bilgi 'flaş' koduyla, 'şok gelişme' ifadeleriyle düşmüştü ajanslara.
Bunu unutmayınız! Turgut Uyar'ın ömrü hayatında bir kereye mahsus çıkardığı 'gazete'ye denk bir gazete bile çıkaramamış gazetecilerimiz, bu gelişmeye 'şaşırmışlardı'. Şaşırmakla da kalmamış, biz de şaşıralım diye bin bir takla atmış, günü daha gün geçmeden unutmuşlardı. Lütfen şaşırmadıklarınızı unutmayınız!
Katilin, Hrant'ın arkasından sıktığı üç kurşundan sonra koşarak uzaklaştığı caddede attığı, "Ermeni'yi vurdum" narasını unutmayınız! Ve öz kardeşinin adını küfre çevirenleri ve bir küfrü kimlik belleyenleri; kanını bayrak, bayrağını yek ömür alameti eyleyenleri... ve düşünen çok, konuşan çok, o yüzden siz boş verin 'ülkeyi bölme emellerini', insanı bölenleri unutmayınız!
Çok değil, iki üç hafta evvel, "İki dil istemek demokrasiye suikasttır" gibi zekice bir açıklama yapan Adalet ve kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik'in, o dönemde, "Hrant Dink'in cenazesinde Türk bayrağı taşınmadı" diyerek kopardığı tantanayı unutmayınız. Türk bayrağının aynı günlerde kimlerin elinde, nasıl bir işlevle ortalıkta dolandığını ama, hiç unutmayınız!
"Hepimiz Ogün Samast'ız" pankartını unutmayınız; emekliliğine kadar duruşma salonunda katile 'Evlâdım' diye hitap eden hakimi; cinayetten sadece bir saat sonra televizyon ekranlarında belirip, 'ülkenin itibarının sarsıldığından' başka kelâm edemeyen 'aydınların' hamasetini; "Bırakın caz yapmayı, Ermenici olmayı" türküleri yazıp, katilleri Kur'an'ın sureleriyle kutsayan vicdansız dini bütünleri; devletin planlı, teşkilâtlı, organize katli olduğu her köşe başında tescillenirken, cinayeti, daha Hrant'ın cenazesi kalkmadan 'medya dedikoduları'yla çözmeye çalışan Ertuğrul Özkök'ü ve 'onun naçiz vücudu bir gün elbet toprak olacaksa da', "Türkiye Türklerindir" mottosu, o günden farksız anlayışıyla, ayrımcılık bayraktarlığını elden bırakmaya niyetli görünmeyen Hürriyet gazetesini; "Hepimiz Ermeni'yiz" sözüne pek içerleyip, "Siz de Hrant'ı her şeyiyle savunuyorsunuz" mealinde başyazılarla çıkan Cumhuriyet gazetesini; çok daha evvelinden, "Ermeni'ye bak!" diye manşetlerle hedef gösteren Yeni Çağ gazetesini; "Ermeni Konferansı Türk milletini sırtından hançerlemektir" diyen hükümet sözcüsü Cemil Çiçek'i; asil ve yedek kadrosunu pekala seferber ettiği anlaşılan, ama cinayetin ardından Hrant Dink'e herkesten önce şiirler döşenen Alperenler'i; Hrant'ı tehdit etmeleri için resmi istihbaratçılara valilik makamını tahsis eden Muammer Güler'i; cinayete giden yola kinleriyle taş döşemiş Hasan Celal Güzeller'i, Kemal Kerinçsizler'i, Ergenekoncular'ı, emekli ya da faal askerleri, muhalefet liderlerini, hükümet mensuplarını, devlet yetkililerini, köşe yazarlarını, gazetecileri, savcı ve hakimleri unutmayınız!
Masumiyeti karinesiz mahkûm eden mahkemeleri unutmayınız!
Öldüğümüz artık yetsin diye, renk körlerinin en güzel göreni, Hrant Dink'i sakın unutmayınız!
Fakat, köklerimizi artık yaşamımız, yaşadığımız da birleştirsin diye Arat Dink'i hep hatırlayınız! O zalim günde bile yiğitçe, "herkesin hakkını herkese geri vermek için" haykıran Rakel'i, Delal'i, Sera'yı, Nora'yı, Nare'yi hatırlayınız!
Tohum kanallarının en bereketlisi, toprağın en yaslısı ama en renklisi; Agos'u hatırlayınız!
Turgut Uyar'ın 'gazete'sinde 'tefrika' edilen hafızamızın kanlı tarihi, oraya düşen son şerhle taşınsın bugüne de: "Öyle şeyler gördük ki / unutmam artık / unutmayalım artık..."
19 Ocak'ı, bu kez aldanmadan ve geri adım atmadan yan yana durmanın milâdı kabul etmiş bütün vicdan sahipleri: Öldüklerimizin hatrına, 'bir arada yaşamayı' unutmayınız! (ED/EÖ)