Türkiye'de sermaye birikimi süreçlerinin tıkanma ve yeniden açılma noktalarında Özal'a önemli roller verilmiştir. O, 1970'lerin sonlarına kadar süren ithal ikameci birikim modelinin terkedilmesi ve yerine ihracata dönük birikim modelinin inşasında görevlendirilmiş bir isim oldu.
Başkanlığını yaptığı en militan işveren sendikası MESS'in başından Demirel'in Müsteşarlığına getirildiği 1979 sonunda, IMF ile yakın mesai ile 24 Ocak 1980 kararlarının hazırlayıcısı ve uygulayıcısı oldu.
Aynı Özal, bu birikim modelinin olmazsa olmaz ayağı olan anti-sendikal düzen ve anti-demokratik Anayasa değişikliğini yürürlüğe koyacak 12 Eylül darbecilerinin de yakın mesai arkadaşı ve IMF'nin gözde adamı olmayı askeri cunta döneminde de sürdürdü.
ANAP'ın iktidarda olduğu 1991'e kadar, Başbakan ve Cumhurbaşkanı kimliği ile, 1980'li yıllarda "ihracata dönük birikim" modelinin, 1989 sonrası da "sıcak paraya dayalı büyüme" modelinin icracısı Özal'dır.
Bugünkü kriz optiğinden geriye baktığımızda, Özal'ın yeni birikim modellerinin inşası sürecinde yaşanan değişikliklerle, emek karşısında sermayeyi tahkim ettiğini gözlemleriz. Ama bölüşümü emek aleyhine bozmakla kalmayıp, Türkiye'yi dışa açmak adına "dışa saçmak", böylece tarihi fırsatları heba etmek vebali de Özal'a aittir. Türkiye sanayiini, dışa dönük, rekabet gücü olan ve yüksek teknolojili alt dallara da sıçratan bir büyümeye yönlendirme şansını denemek yerine, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların yönlendirmesiyle, daha çok tekstil, dayanıklı-dayanıksız tüketim malları üretiminde, ama ucuz ve örgütsüz işgücüne yaslanarak güdükleştiren bir çizgiye sürükleyen de Özal'dır.
Hayali ihracat türü hilelere göz yuman, ucuz emek ve yoksullaştırılmış tarımla sanayiciye ihracat desteği vermekten öte bir yaratıcılık gösteremeyen 1980'lerin Özal'ı, bu sürede deniz tükenince bu kez "sıcak para" girişini dayanan yeni bir birikim modeliyle ömrünü uzatmayı denemiş ama Türkiye'yi 2001 krizine ve ardından da bitkisel hayata sürükleyen isim olmuştur.
Özal'ın politik pratiklik, "devrim" adı altında yaptıkları, devlette ciddi bir yozlaşmaya yol açarken rüşveti kurumsallaştırmıştır. "Benim memurum işini bilir" deyişiyle bu tutumu tescillenen Özal, medya-siyaset-sermaye ilişkilerini içinden çıkılmaz bir duruma getiren siyasi figürdür aynı zamanda. Dahası, siyasilerin sermayedarlara eşit bir mesafede durma geleneğini yıkarak bazı holdingleri daha çok kayırma, onlara devlet rantlarını daha çok kullandırma, bu yolla siyaset etme, ama siyaseti de yozlaştırma mirası da Özal'a aittir. Özal'ın bu tür siyaset etme tarzı, modeli, Demirel'in DYP'si, hatta sosyal demokrat partileri de etkilemiş, aynı stil, tüm siyasi partilerce taklit edilerek yozlaşmayı hızlandırmıştır.
1989'daki finansal serbestleşmeyi bir devrim gibi topluma sunan Özal ve takipçileri, sıcak paraya dayalı büyüme illüzyonu ile Türkiye'yi rantçı, sanal bir büyüme illüzyonuna sokup bir 10 yıl daha kaybettirmiş, ülkeyi en derin ekonomik krize sokan sürecin de taşlarını döşemişlerdir. Ahbap çavuş kapitalizminin (crony capitalism) mimarı Özal'ın kurdurttuğu, (Demirel'le de süren) bankaların en küçük bir darbe ile yıkılmaları, ya da sahiplerince hortumlanması, toplumun sırtına yüzde 10'u bulan bir küçülme ve milli gelir boyutunu aşan bir iç ve dış borç yükü yıkmış ve zaten eşitsiz olan ilişkileri daha da insafsız bir uçurum boyutuna taşımıştır.
Özal'ın sivilleşme, demokratikleşme, tabu yıkan bir önder olma iddiası da bir safsatadır. Türkiye toplumu, Özal kadar sendika düşmanı, sermaye hayranı bir lider tanımadı. İşçilerin, çalışanların örgütlenmelerini, sendikaların demokrasinin sacayağı olmasını engelleyen bütün düzenlemelerde, tasarruflarda, Özal izini görürsünüz.
Özal'dan geriye, ilkeli bir siyaset anlayışı, bir parti geleneği, bir dünya görüşü kaldığını savunmak da mümkün değildir. O'nun, kurduğu parti; ANAP, bugün seçim olsa barajın altında kalacak pozisyonda. Zaten dağılmamak için büyük çaba harcayan ANAP, Özal icraatlarının yol açtığı ekonomik enkazın altında yok olma tehlikesi ile de burun burunadır.(FA)