Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...
Nazım Hikmet
Türban tartışmaları son günlerde Başbakan, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açıklamaları ile yeni bir yola girdi. Bu açıklamalar, sorunun çözümü için yeni bir açılım yapmaya olanak tanıyacak niteliktedir. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir.
“Kadının örtünmesi İslam dinin gereğidir, örtünme kadının dini inancını gösteren bir simgedir ama aynı zamanda bir siyasal simgedir de yani dini inancın gereklerine uygun yaşama siyasetini benimsemenin göstergesidir. İslam dini esaslarına uygun yaşama biçiminin savunulması, gündelik yaşam alanından çıkıp devlet işlerinin dini esaslara göre yürütülmesini içerecek bir talebin ifadesi biçimine geldiğinde, bu anayasanın laiklik ilkesine aykırılık oluşturur ve bu biçimde siyaset yapmaya yasak getirilmiş bulunulmaktadır.”
Üç yanlış, sıfır doğru
Benim bu üçlünün söylediklerinden anladığım bu. Türbanla ilgili tartışmalarda gerilimin kaynağı bu üçlünün söylediklerinin toplamında görülmektedir. Ancak söyleyenlerin kimliklerinin de ayrıca gerilimin kaynağı ve göstergesi olarak ele alınması gerekir. Söyleyen ve söylenen bağlantısı açısından bakıldığında “3” yanlış “0” doğru var, yani orada tutulacak yer yok, sadece hepsinin yanlışlığının kendi içinde bir denge oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ama eğer sorun çözülmek isteniyorsa söyleyenlerin kimliklerinden bağımsız, bu gerilim noktası üzerinden konuşmak işe yarayabilir.
Laik devletten beklenen
Bu gerilim alanında, din ve vicdan özgürlüğü konusunda tek bir talep bulunmamaktadır. “Ben dini inancıma uygun giyinerek her tür kamu hizmetinden yararlanmalı ve her tür kamu hizmetini sunan olarak çalışabilmeliyim” ile başlayıp, “mümkünse örtülü olan kalmayacak şekilde bir yasaklama getirilsin” diyenlere kadar farklı talepler bulunmaktadır. Laik devletten beklenen – en azından bir kısım insanın beklediği ve bu işin teorisi gereği beklenen - bütün bu talepler manzumesinden, herkesin hak ve özgürlüklerini koruyacak bir sonuç çıkarabilmesidir. Gerilim de, bu sonuca ulaşılamayacak olması kaygısından kaynaklanmaktadır.
"Bu çark benim lehime dönsün"
Yeni Şafak yazarı Yasin Doğan’ın 18Ocak'ta yazdığı “Laik devletin görevi bu hakkı güvence altına almaktır” cümlesi, bu konuda demek istediğimi anlatmaya yardımcı olacaktır. Laik devletin görevi, bu hakkı güvence altına almaktır, dediğinizde “bu çark benim lehime dönsün” demiş oluyorsunuz. Şu anda yöneticiler de bu izlenimi vermektedir.
Laik devletin görevi din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almaktır. Bunun içinde inanların inançlarına uygun giyinmeleri ve bu sebeple kamu hizmetlerinden yararlanma konusunda herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamalarını güvence altına almak da bulunmaktadır. Ama aynı oranda inanmayanların ya da inanan ama bu inancın gereklilikleri konusunda farklı düşünceleri olan ya da o inancın gereklerine uygun hareket etmeyi reddedenlerin kendilerini ifade etme biçimlerini de güvence altına alması gerekir. Farklı inançlardan kişilerin, aynı inancı farklı biçimde yorumlayan kişilerin ve de inançsızların bulunduğu bir ülkede barış içinde yaşamanın koşulu da budur ve laiklik de bunun aracıdır.
Bir hak arayışını, "Bunu istismar edenler var" diyerek yok saymamak için kadınların örtünme ve buna bağlı taleplerinin arkasındaki siyasi çıkarı bir yana bırakacak olursak, şunu görmemiz gerekiyor: İnançları gereği örtünmek isteyen ama aynı zamanda da eğitim haklarını kullanmak ve kamu hizmetlerinde çalışmak isteyen kadınlar var. Diğer yanda ise örtünmek istemeyen ve “kadın oldukları için” ayrımcı muamele veya tacize maruz kalmak istemeyen kadınlar var. İşte dikkat edilmesi gereken şeylerden biri bu: örtünme talebinin karşısında olan şey örtünmeme talebi değildir.
Örtü herhangi bir kılık kıyafet seçimi konusu değil
Çünkü örtü herhangi bir kılık kıyafet seçimi konusu değildir. Bir dini inancın ve buna dayalı bir siyasetin simgesidir. Bu inanç, kadınların vücut hatlarının görünmesinden erkeklerin tahrik olabileceklerini kabul etmekte ve erkeği tahrik etmeme görevini kadına vermektedir, bu sorumluluk kimi zaman sadece saçını değil, vücudunun tamamını ve sesini örtmeyi de içermektedir. Bu durumda, bu toplumda kadının giyiminden, yüksek sesle gülmesine kadar her şey önce ailesinden hatta yaşça küçük kardeşinden başlayıp, mahalleliye, okuldaki arkadaşlara ve hatta sokaktaki hiç tanımadığı kişilere kadar herkesin denetim alanına girer.
Talebin devletin temsilcileri tarafından bir kutsal inanca dayandırılıp, çözümün kadınların kılık kıyafet özgürlüklerinde aranması haklı olarak bir kaygı yaratıyor. Tabii bu kaygıyı besleyecek pek çok destekleyici unsur da bulmak hiç zor olmuyor.
Kadınlar evlerine kapatılıp, erkeklerin önyargıları yüzünden sokak ortasında katledilirken yöneticiler, çerçevesi belirlenmemiş bir örtünme özgürlüğünün yaratacağı baskı ortamını varsayımsal görüp, üzerinde şimdi konuşmayı reddederse, korkulur.
Korkulur...
Prof. Dr. Nermin Toygar’ın araştırmasına göre kadınların %50,8’i zorla evlendirilmiş, 12 yaşında çocukların yetişkinlerle evlenebileceği din adamları tarafından söylenmekte. Böyle bir ortamda bir başbakan kadınların örtünme sorunlarını çözmeyi şiar edinirken, kılık kıyafeti veya yaşam tercihi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalan diğer kadınların durumlarını görmezden gelirse, eşi “ağabeyim benim zorla örttü” (21 Aralık 2006, www.habervitrini.com) derken, kendisi “zorla örtünen kadın yoktur, kadınlar inandıkları için örtünüyorlar” derse, korkulur.
Siyasetçiler, örtünme hakkını güvence altına almak için temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına ilişkin yargı denetimi güvencesini ortadan kaldıracak anayasal değişikliklere girişiyorlarsa, korkulur.
Devletin bir Diyanet İşleri Başkanlığı bulunur ise ve bu başkanlık çıkıp da “örtünmek dinin gereğidir” der ise, din dersi bir anayasal zorunluluk olmayı sürdürür ise, dinin gereklerini yerine getirmeyenleri yola sokmak konusunda şiddeti tercih eden gruplara yönelik ciddi bir devlet politikası bulunmaz ise, kadınların örtülerinin rejimin örtüsü haline gelmesinden korkulur. Bu korkuyu da en çok kadınlar hisseder.
Namusumuzun bekçileri
Çünkü bu ülkede biz kadınlar, örtünme zorunluluğu altında yaşadık ve örtünmeme hakkını elde edebilmek için mücadele verdik ve şimdilerde bu görmezden geliniyor, kimi zaman kılık kıyafetlerimiz veya yaşam tercihlerimiz yüzünden üniversiteye gidemedik, kimi zaman daha 5 yaşındayken örtüye sokulduk, yol ortasında öldürüldük, yüksek sesle gülmemizin ayıp olduğu inancı ile büyüdük. Ağabeyimiz, babamız, amcamız, aslında herkes bizim namusumuzun bekçisi kesilerek dünyayı zindana çevirdi.
Çünkü bu ülkede yaşayan kadınlar, -çok küçük bir azınlık dışında- yaşamlarının her noktasında her gün kadın oldukları için ve kadın olmayı kendi bildikleri ya da inandıkları biçimde sürdürmek istedikleri için baskı, ayrımcılık ve kötü muameleye ya da tacize maruz kalıyorlar.
Sorun kadın haklarının ötesinde
Öte yandan örtünmenin altında yatan cinsel kimliklere ilişkin algı, çarpıtılmış bir algı olduğu için, özünde giyim kuşamla çözülemeyecek bir sorunu barındırıyor. Ama aynı zamanda bu sorunu sadece bir kadın hakları sorunu olmanın da ötesine taşıyor.
Bence, örtünmeyi gerektirecek tahrik olma ve tahrik etme potansiyeli sadece kadına değil erkeğe dair de bir alçaltıcı yaklaşımı içermektedir. Bir insanın bir diğerine “ben senin dürtülerini kontrol yeteneğini ortadan kaldıracak vasıflara sahibim ve sen benim için tehlikelisin” mesajı içeren bir sembol taşıması veya bu mesajı içerecek imalarda bulunması, her halde bu örnek dışında hiç bir halde bu mesaja maruz kalan için iyi bir duygu durumu olarak tanımlanamaz.
Dolayısıyla cinsel kimliklere ilişkin algının bu kadar çarpıtıldığı bir toplumda, diğer kimlikler ve düzen konusunda sıkıntı yaşanması da kaçınılmazdır.
Yürekli erkeklere ihtiyaç var
Bu noktadan sonra sorunun çözülmesi için kadınlara olduğu kadar erkeklere de ihtiyaç var. Din ve vicdan özgürlüğüne inanan erkeklere, inançlarının başkalarının özgürlüklerini kısıtlama potansiyelini fark eden, ama davaya zarar vermemek için susmayı tercih eden değil, inanç özgürlüğünün sağlanabilmesi için birlikte olabilmeyi savunabilecek yüreklilikte erkeklere ihtiyaç var.
Abdurrahman Dilipak’ın Birgün'de 20 Ocak'ta yayınlanan şu sözlerini paylaşan ve çoğaltan erkeklere: “Başkalarının hak ve özgürlüklerine hizmet etmeyen bir çözüm önerisi bizim çözüm önerimiz olmamalıdır. Onun için herkes için özgürlük ve herkes için adalet istemeliyiz.”
Çünkü eğer herkes kılık kıyafetinde özgür olacaksa ve bir kısmımız örtünürken diğerleri örtünmeyecek ise, “ben kadınların özgürlükleri üzerinde tehdit olarak algılanan bir kimlik olmayı reddediyorum” diyen erkeklerin olması gerekir. “İnancım kadınların örtünmesi gerektiğini söylüyor ama örtünmeyen kadınları cariye gibi görmüyorum, onlar da benim için bedenini örten kadar örtülüdür, ben kendimden sorumluyum” diyen erkeklere. Şu duruma bir bakın; sizinle ve sizden korkutuluyoruz. Bunu içinize sindirebiliyor musunuz? Sizin üstlenmediğiniz sorumluluklar nedeniyle biz sadece üniversite kapısından dönmüyoruz, sokak ortasında infaz ediliyoruz, intihar ediyoruz, evlerin dört duvarı arasına kapatılıyoruz.
“Ne sen bu kadar acizsin, ne de ben bu kadar savunmasız” diyerek aslında erkeği de özgür bırakan, onun omzundan önemli bir yükü almaya çalışan kadınlar artık bu çağrıya bir yanıt bulabilmeliler.
Örtülü ve örtüsüz birlikte yaşayabilmemiz için, şimdi “kelimeleriniz getirmeli sizi bize, onlar dost, onlar erkek ve yoldaş olan; mahzun, acılı, sevinçli, umutlu, kahraman ve insan olan.” (SA/TK)
* Seda Akço, Avukat.