Asiye Belovacıklı, Ecehan Balta, Fevziye Sayılan, Özlem Barın, Özlem Şahin'in ortak yazılarını iki bölüm halinde yayınlıyoruz. İkinci bölüm için buraya tıklayınız.
Bu 8 Mart’ın özel bir önemi var. Zira yüzyıldan fazla bir zamandır süren kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi yeni bir evreye gelmiş bulunuyor. Tesettürden kurtulma kadınların özgürleşme mücadelesinin önemli bir uğrağı oldu ve erkek egemenliğine karşı mücadelenin önemli kazanımlarından biri olarak, yaşamın her alanında var olma hakkının simgesi olarak ortaya çıktı.
Böylesine aşikar bir gerçeğe karşın, geldiğimiz noktada türbanın kadınların özgürlük mücadelesinin bir parçasıymış gibi sunulmasında bir terslik olduğunu düşünüyoruz. Üstelik sosyalistler, feministler olarak türbanın siyasi simge mi, bireysel tercih mi, hak mı, özgürlük mü olduğunu tartışırken, memleketin tüm kadın düşmanı sağcıları kadınların başını örtme konusunda uzlaşmış bulunuyor.
Bu noktaya nasıl geldik?
İslamcılığın siyaset sahnesine ağırlık koymaya başladığı 90’lı yıllarda, laiklik meselesindeki saflaşmaları suni bir gerilim olarak gören özgürlükçülüğün belirsiz sınırları içinde türbana hoşgörüyle bakma uçverse de, hiç olmazsa İslamcılık ve din ile kadın özgürlüğü arasındaki çatışmayı görecek kadar zihinler berraktı.
Bugünse, genel olarak solda esaslı bir dönüşüm yaşanıyor; sol, feminist, muhalif kesimde akıllar tamamen karışmış durumda. Türbana destek verenlerin içinde çok sayıda sosyalist, feminist var.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) iktidara gelişiyle birlikte gerçekleşen bu enteresan dönüşüm sonucu, solun siyasal İslama ve gericiliğe karşı refleksi köreldi. Genel olarak sosyalist solda siyasi demokrasi mücadelesinin liberal söylemden devşirilen “yasakçılık”, “statükoculuk”, “devletçilik” üçlemesiyle, devlet-toplum karşıtlığı temel alınarak sürdürülmeye başlandığı bu dönemde demokrasi ile özgürlük, özgürlük ile eşitlik arasındaki tüm bağlantılar kaybedildi.
Bunun doğurduğu boşluğa, “AKP’nin demokratlığı” ve “türban özgürlüğü” gibi liberal fanteziler yerleşti. Türbanın başörtüsüne dönüştürülüp bireysel hak olarak sunulduğu ortama bakarsak, yukarıdan aşağıya polis devletinin ve çoğunluk tahakkümünün örgütlendiğini, aşağıda ise yoksullaştırılan, cahilleştirilen, dindarlaştırılan toplumun tarikatlar eliyle örgütlendiği boğucu bir hava hakim.
AKP’nin iktidara gelişinin ve yükselişinin arkasında demokrasi ve özgürlük arayan kitleleri değil, 90’ların liberal yağma ve talan politikalarının ardından gelen ekonomik kriz sonrasında hepten seçeneksiz ve umutsuz kalanların (faşizm benzeri) tepkisini gördüğümüzde liberal fantezinin sınırına geliyoruz.
Özgürlükler alanının genişlemesi için nesnel zemin yok
Krizden bu yana uygulanan iktisadi programlar ortadayken, “demokratik devrim düşü göremeyiz”, özgürlükler alanının genişlemesinin nesnel zemini yok, ortada bunu arzulayan bir özne de yok.
Özgürlüklerin çerçevesinin genişlediği bir iklimde liberal fanteziye bir şans olabilirdi. Türban sade, yalın ve üniversiteye giremeyen kızların öğrenim özgürlüğü olarak görülebilirdi. Oysa ki kimi küçük kazanımlara rağmen, kadınların özgürlük alanını genişleten bir iklimde değiliz.
Neoliberal girdapta Türkiye yeniden şekillenirken, sosyal hak kayıplarının yanı sıra kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine nesnel bir temel oluşturan kamuda ve örgütlü sektörde çalışan kadın sayısı azalıyor, aynı zamanda eğitimde özelleştirmeler özellikle kadınları eğitim hakkından mahrum bırakıyor.
Genel olarak istihdamdaki kadın oranı düşüyor, çok sayıda emekçi kadın kayıt dışı sektörde yığılıyor, örgütsüz ve bağlantısız. Kayıt dışı sektördeki çalışma, ne yazık ki kadınların özgürleşmesine bir basamak oluşturmuyor. Aksine kadınlar, aile ve eş dost işyeri arasında dar bir toplumsal çevreye sıkışmış olarak çalışıyor, üstelik sendikaların bile ulaşamadığı, sosyalist solun ise tamamen dışında kalan toplumsal ilişkiler içinde yaşıyor.
Çok eşlilik meşruiyet kazanıyor
Genç kadınların çoğunluğuysa, ne eğitimde ne işte, “ev kızı” olarak yaşıyor, her türlü özgürlük olasılığının dışında, birçok durumda birisinin karılarından biri olmayı bekleyerek. Çok eşlilik yasa yasak dinlemiyor, Meclisteki çok sayıda çok eşli milletvekili ile bir tür meşruiyet kazanıyor.
Şiddet ise hız kesmeden sürüyor, ailede, aile meclislerinde dayakla, infazla. Bir taraftan da yeni anayasa taslağında kadın-erkek eşitliğinin kaldırıldığını öğreniyoruz.
Daha geneldeyse, tüm Anadolu’da, solun siyasallaşmasına elverişli bir ortam oluşturan ancak çağdaş yaşam çizgisi olarak küçümsediğimiz toplumsallıklar yerini dindarlaştırılan, dincileştirilen ve dinsel bir muhteva kazanan toplumsallıklara bırakıyor, özgürlüklerden arındırılarak. Bu durum kadın ve erkeğin kültürel ve toplumsal olarak ayrışmasını yeniden üretiyor, pekiştiriyor. Ve oralarda siyasal islam örgütleniyor.
Açıkça yukarıdan siyasi baskı ile toplumu yeni bir kalıba dökmeyi hedefleyen bu çabalar, “mahalle baskısı” olarak sosyolojik bir dinamiğe indirgenemez.
Özgürlükler fabrikaya, sokağa neden gelmiyor?
Avrupa Birliği (AB) ile gelmesi beklenen özgürlüklerse sürekli değişen mevzuatın içinde kaybolmuş durumda. Kopenhag kriterleri kadınlara, Kürtlere, üniversiteye, sokağa, eyleme, fabrikaya, greve bir türlü gelemiyor.
Emekçiler içindeki sol örgütlenmeler gerileyip çözülürken, kamuda devlet desteğinde, özel sektörde patron desteğinde ve himayesinde güç kazanan islamcı sendikalar, emekçilerin bilincini dönemin ruhuna uydurmaya çalışıyor. Emekçiler “nimet - külfet” dengesi içinde çok çalışıp az kazanmaya; patrona, devlete itaat etmeye, sormamaya, sorgulamamaya koşullanıyor.
Devlete ve patrona gönül borcu duyan yeni bir emekçi kültürü şekilleniyor. Yaygın yoksulluk ve işsizlik de emekçilerin yeniden yönlendirilmesine maddi bir zemin sağlıyor. Bu sendikalar kadınların başına türban geçirmek için canla başla çalışıyor.
Bizim cephede ise ideolojik karmaşa sürüyor. Gerici talepler ve hamleler liberal bir söyleme bürünerek muhaliflerin diline geçiyor. Oysa sahipleri açık konuşuyor. “Örtünme Allah’ın emridir.”
Siyasal İslam siyasal hedeflerini gizleme şansını buldu
Kemalistlerle araya çekilen kırmızı çizgi İslamcılara ve liberallere karşı belirsizleşiyor. Kemalistlerin yanına düşme korkusu öyle nevrotik bir hal alıyor ki, sokağa çıkan ve ağırlıklı olarak kadınlar ve kamu emekçilerinin kitlesel eylemleri analiz etmeye yanaşmak bir tarafa, kibir içinde küçümseniyor, aşağılanıyor.
Siyasal İslam bu iklimde ve ideolojik karmaşa içinde siyasal hedeflerini ve sınıfsal temsilini gizleme şansını elde etti. Ensesi kalın yeni islamcılar liberalların aktif desteğiyle iktidarını sağlamlaştırırken, kendi gündemini asla terk etmemiş, tüm okulları, kamu kurumlarının çoğunu, toplumsal yaşamı dindarlaştırarak mutlak bir hakimiyet sağlamayı hedefledi.
Aşağıdaysa pabucu delik İslamın örgütlenmesi için gerekli koşullar da oluştu. Gençler ve kadınlar yerli hamas’lar, hizbullah’lar için çalışıyor.
Topyekün olumsuz tablonun içinden kadınlar olarak “türban takma özgürlüğünü” kazanıyoruz! (GG)
Asiye Belovacıklı, Ecehan Balta, Fevziye Sayılan, Özlem Barın, Özlem Şahin'in ortak yazılarını iki bölüm halinde yayınlıyoruz. İkinci bölüm için buraya tıklayınız.