Temel argümanımız şudur: Türbanı üniversiteler başta olmak üzere kamu da dâhil hemen her alanda “talep edenler”, bu taleplerini hiç kimsenin etmediği kadar “hak” etmişlerdir. Ancak bu “hak ediş” hiçbir şekilde “özgürlükler” adına değil, tam tersine “bir ülke” için feda ettikleri, çabaladıkları her şey adına istenmiş bir taleptir.
Tarih’e bakmak 1: Komünizmle mücadele
Şu hususu hemen ifade edelim ki, hangi biçim ve şekilde olursa olsun sosyalizm; tekmil hükümleri saygı esasları üzerine kurulu ve daima haktan yana olan İslam dinine zıttır. (1)
….
Kızıl vatan haini Nazım Hikmet’e ilk hücum yazılarımızı 1932 yılında Kastamonu Lisesi öğrencisi iken yazmıştık. O gün bugündür, her yerde, her zaman, her fırsatta yurdumuzun, milliyetimizin ve dinimizin düşmanı bu vatansız, milliyetsiz ve Allahsızlara mücadeleyi borç ve vazife bilenlerdeniz. (2)
…
Atatürk’ün kendi el yazısiyle Türk Gençliği’ne miras bıraktığı büyük tarihi emir şudur: Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her göründüğü yerde ezilmeli. (3)
…
Komünizme karşı savaşabilmek için komünizm hakkında sıhhatli ve kesin bilgi sahibi olmaktan başka çare yoktur. Böyle bir savaşta bizi felce uğratabilecek en kötü şey cehalettir. (4)
Türkiye Cumhuriyeti devleti komünizmle mücadelesinde iki güce dayandı: Ülkücüler ve İslamcılar. İslamcılar en başından bugüne, bu mücadelede daha çok devlet içinde konumlanarak ve sol etkisini bulundukları bölgeye sokmayarak sağladı. Ülkücüler 1960’lı yıllarda daha çok teorik ve dernek çatısı altındaki “mücadelelerini” 1970 sonrasında devlet dışı “silahlı güç” biçiminde, sol ile bilfiil çatışarak yürüttü.
Her iki kesime de darbeler sırasında gösterilen baskı, sola gösterilen baskı ile karşılaştırıldığında devede kulak kalacak niteliktedir. Cezaevine sokulan İslamcı ve Ülkücü önderler ve alt kadroların büyük çoğunluğu, dışarı çıktıklarında cezaevinde gördükleri “baskıların” tahribatını hemen her şekilde ve yüksek konumlandırmalarla telafi ettiler.
Tarih’e bakmak 2: Devletin desteği
1960’ın ortalarında İsmet İnönü “irticai gelişmeler” konusunda duyduğu kaygıyı Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a iletiyordu. Ulusal Kurtuluşun teğmen Cevdet efendisi, büyük bir bağlılık duyduğu Garp cephesi Komutanı İsmet Paşa’sına “Laik okulların anarşi yuvalarına dönüştüğünü” vurguluyor ve “1960’lı yıların sonunda ülke geleceğinin imam hatip okullarından yetişecek kadrolara teslim edileceğini söylüyordu”(5).
…
[12 Mart’ta] Darbeci askerler, sosyalist Behice Boran ve arkadaşlarını cezaevine gönderirken, şeriatçı Necmettin Erbakan ve arkadaşlarını yeni kuracakları partiye yönlendiriyorlardı. (6)
…
1980 Eylül’ündeki son darbenin generalleri tersini söyleseler de “siyasal İslam’a destek veren komuta heyeti ” olarak tarihe geçmekten asla kurtulamayacakları. (7)
Başta “irtica”nın hortladığı tabir edilen her dönemde, Türkiye’nin laik kesimleri gözlerini orduya dikerler. Çünkü ordu “laikliğin” tek koruyucusudur. Ancak ordu, devlete karşı temel çelişik siyasal yapılanmalarla mücadele ettiği sürece ne siyasal İslam ne de Ülkücülük yaptıkları birçok kanun dışı uygulamalar için bile uygun tepkiyi görememiştir. 28 Şubat gibi bir süreç analiz edildiğinde ise ordunun karşı çıktığı esas olarak siyasal İslam değil, “erken istenen” taleplerdir.
Öyle ki ordu, GATA’ya girmek zorunda olan türbanlı hasta yakınları için, bugün YÖK kanununda tanımlanması düşünülen “baş altı” formülü ile, türbanlılara bir dönem yasak olan kendi tesislerine girmelerine “izin” vermiştir.
Zamanı gelen talep: Türban
1980 öncesinde "sol"a karşı sivil silahlı güç olarak kullanılan Ülkücüler, 1980 sonrası Kürtlere karşı kullanılarak kendilerinden istenen, şimdilik son vazifeyi de layıkıyla yerine getirmişlerdir.
MHP, kendilerinden istenen 40 yıllık misyona karşılık, kendi ideolojilerine ait hakları uygun olan her yerde kullanma talebi ile ortaya çıkıyor. İlginçtir, türban sorunu ile ilgili AKP’den ve MHP’den ağzını açan her yetkilinin “40 yıllık kanayan yara” söyleminde olmaları boşuna değildir.
Yukarıda “komünizmle mücadele” adına alıntısı yapılan çalışmaların yayın tarihi 40 yıl öncesine tekabül eder. Aslında 40 yıl önce talep ettikleri haklarını, meclisteki çoğunluğun da yardımıyla, “artık zamanı” geldi biçiminde telaffuz ediyorlar. Süreçte AKP’nin MHP tarafından erken sıkıştırılmasının bu anlamda çok da önemi yok.
Türbanın kamusal alanda kullanımına dair “hak ediş” noktasına bir örnek de TUSİAD ile MHP arasında yaşanan “sert” atışma. Öyle ki TUSİAD, MHP’yi “neden türbanı destekliyorsun” diye eleştirmemiştir. Tam tersine AB ile müzakereler döneminde “neden türbanı istiyorsun” diyerek eleştirmiştir.
Türkiye’de “siyasal İslam”, El Kaide’den farklı olarak, SSCB’ye karşı "yeşil kuşak projesinde" uzunca bir süre kendisini destekleyen ABD’ye silah doğrultmamıştır. Bu nedenle bugün ABD Türkiye’nin kendi çıkarlarına ters gelmeyeceğini bildiği için, “Türban Türkiye’nin iç sorunudur” diyerek ses çıkarmayacağının mesajını vermiştir. Öyle ki, ABD’nin türban konusundaki yaklaşımına jest bizzat 1 Şubat’ta Erdoğan tarafından verildi. F-16’lara takılacak olan ve ASELSAN tarafından da üretilen bir parçanın ihalesi ABD firması olan ITT’ye verildi.(8)
Ne yapmalı?
Öncelikle türban tartışmasının, serbestlikle karıştırılan bir özgürlük tartışması olmadığı açık ve net. Türban özgürlüğü Türkiye’de vardır; sadece her yerde kullanım serbestliği yoktur.
Türban konusu tarihi 40 yıl öncesine dayalı ve kökenini doğrudan sınıf mücadelesinden alan “komünizmler mücadele” için ittifak yapan sınıfların bugüne yansıyan ve taşınan kendi kavgalarıdır. Komünizmle büyük mücadele için zamanında ittifak kuran ve can ciğer kuzu sarması olanlar, Türkiye’nin büyük burjuvazisi, orta burjuvazisi, feodalizm üzerinden köylülük ve bürokratik elit kesim arasındaki kavgadır.
Bu nedenle türban kısıtlamasından mustarip olanlar, sol için asla ve asla mazlum veya ezilen değillerdir. Bunu kanıtlamak bile çok basit. YÖK’ü her yıl protesto eden sol gençlik, siyasal İslam gençliğinin - bırakın desteklemeyi- aklına dahi gelmedi. Sadece kendi türbanları için YÖK’ü protesto eden bu grup için üniversitelerin bilimsel, akademik özerklik gibi bir yapıya sahip olması, tam tersine onlar için bir tehdit.
Son olarak türban konusunda Can Dündar’ın yaptığı gibi çözüm adresi olarak ‘sol’un gösterilmesi (9) ve bu sorunu çözmek için solun rol üstlenmesi tarihi okumamaya ve anlamamaya dayalı ve telafisi imkansız bir hata olarak kendisini ileride gösterecek. Öyle ki sol demeye bin şahit istenen İlhan Selçuk, şimdilerde seçim öncesi AKP’ye karşı tavrı nedeniyle sadece methiyeler düzmediği, açık açık CHP ile ittifak önerdiği MHP’yi “şaşkınlıkla” yerden yere vurmaya başladı. (10)
Türban sorunun sınıfsal ilişkilerinin sonucu olduğu ve tamamen “gerici” bir çatışma dinamiği barındıran bir konu olduğu vurgusunu yapmak öncelikli. Bu önceliği yerine getirirken türbanı “savunan” ve “reddedenlerin” sınıfsal konumlanışlarını göstermek zorunlu.
Solun tarihsel anlamda ciddi biçimde gerilediği bu günlerde, türban üzerinden sınıfsal vurgunun geri dönüşümü elbette hızlı olmayacaktır. Hele ki, işçi sınıfının kendisinin de ciddi oranda “türban” saflarında olduğunu düşünürsek.
Ancak, solun bugünkü zayıflığına bakarak, tarihsel anlamda bir konumlanış yerine, gündelik bakımdan görece “ileri” gözüken taraflara sol adına destek çıkmak ya da “türbanı” engellemeye çalışmak tehlikeli. Çünkü türbana karşı çıkan ve destekleyen tüm sınıflar için en temel düşman hala "sol" kesim.
Şu an solla uğraşmıyorlarsa, uğraşmak istemedikleri için değil, nedeni tam tersine solun güç kaybı. Bu nedenle solun vereceği destek, ileride türbana göre konumlanan sınıflardan birinin ya da hepsinin ilk fırsatta solu ezmek için yeniden işbirliği içine girmelerine engel olmayacak bir destek olacaktır. İnanamayanların yukarıda verilen alıntılara yeniden bakmasını tavsiye ederiz.
Ayrıca, türbana karşı çıkma ya da destekleme adına herhangi bir destek vermeyi düşünen ya da verecek olan bir sol hareket, tarihsel bakımdan ne kadar ileri bir niteliğe sahip olduğu iddiasını taşırsa taşın, öncelikle ve kesinlikle verdiği bu destek ile hesaplaşmak zorunda kalacaktır.
Şimdiye kadar sol tarafından neredeyse koşulsuz desteklenen DTP’nin türbana destek vermesi gibi. Kürtler tamamen yok olsa, ancak rahatlayacak olan MHP’nin ortaya attığı türban teklifine destek veren DTP, ileride Kürtler için herhangi bir konuda soldan destek talep ettiğinde, türbana verdiği desteğin sınırlı olup olmasına bakılmaksızın, öncelikle “türbana verdiği destek”le hesaplaşmak zorunda kalacak. (DEZ/TK)
* Doğan Emrah Zıraman, Sosyolog.
1 Abdülaziz-El-Bedri , Sosyalizm ve İslam, Şamil Yayınları, Yıl Belirtilmemiş, sf: 5
2 Dr. Tevetoğlu, Açıklıyorum, Komünizmle Mücadele Yayınları No: 5, 1965, sf. 6
3 Dr. Teveoğlu, Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Komünizmle Mücadele Yayınları No: 7, 1967, 4 sf: 8
4 Dr. Fred Schwartz, Komünistlerin Söylediklerine İnanılabilir mi?, Türkiye Ticaret Odalaaı, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsalar Birliği, 1962, sf: 3
5 Mustafa Çoşturoğlun'dan aktaran Erbil Tuşalp, Kuklaturka, Say Yayınları, 2007, sf: 26
6 a.g.e, sf: 28
7 a.g.e, sf: 28. Erbil Tuşalp, 12 Eylül darbecilerin aksini söyledikleri halde "Siyasal İslam'a" nasıl destek verdiklerini kitabında ayrıntısıyla ele almıştır. Yer darlığı nedeniyle sadece verdikleri destek vurgulanmıştır.
8 http://getir.net/jtj
9 "Bu sorunu, örtü üzerinden siyasi hesap yapan "çene altı bağcıları" değil, özgürlükçü bir sol hareket çözebilir ancak…" Can Dündar, Sol Çözer, Milliyet , 31 Ocak 2008, http://getir.net/jtk
10 "Aaaa.. o da ne?.. Meğer MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) de türbancıymış...Doğrusu şaşırdım kaldım.", "İlhan Selçuk MHP'ye Yönelik Övgülerini Geri Aldı" başlıklı haber, Milliyet, 3 Şubat 2008, http://getir.net/jtl