Alman Dış Politika Cemiyeti (DGAP) tarafından Robert Bosch Stiftung Vakfı, Almanya Dışişleri Bakanlığı Kültürel İlişkiler Enstitüsü (Institüt Für Auslandsbeziehungen/Ifa) ve Fas-Jacques Berque Beşeri ve Sosyal Bilimler Merkezi ortaklığıyla 21’incisi düzenlenen Yeni Yüzler Konferansı “Moving People – Implications of Migration for Societies and States in North Africa” başlığıyla 19 – 22 Haziran tarihlerinde Tunus’ta düzenlendi.
Free Üniversitesi’nden Bilgin Ayata ile siyaset araştırmacısı ve Al-Shoroul ile Al-Ahram yazarı İbrahim El Houdaiby’nin kolaylaştırıcılığını yaptığı konferansa aralarında bianet’in de olduğu 10 ülkeden 24 akademisyen, hak örgütü temsilcisi ve diplomat Kuzey Afrika’da göçün sebeplerini, sürecini ve koşullarını tartıştı.
Göç edenlerin kim olduklarından neden göç ettiklerine, nerelere ne amaçlarla gittikleri ve nelerle karşılaştıklarından, göçmen ve mültecilerin ekonomiye etkisine, siyaset, toplum ve medyada araçsallaştırılma biçimlerinden ülkelerin göç politikalarına ve göçmen ile mültecilere nasıl yaklaştıklarına kadar çok geniş bir yelpazede gerçekleşen tartışmalardan şu çıkarımları yapmak mümkün.
Elliot: Göçün tek sebebi ekonomik değil
Konferansa katılan araştırmacılar göçün tek sebebi olarak yoksulluğu yahut çatışmayı göstermenin yanlış olduğunu söylüyor. University Collage London Antropoloji Bölümü’nden Alicia Elliot özellikle Fas ve İtalya sınırında yaptığı araştırmada göç etmenin, Avrupa’ya gitmenin çok küçük yaşlardan başlayan ve hayatın her alanına işlemiş bir kültür olduğunu söylüyor.
Elliot’a göre “terk etmek” sokaklarda dükkan isimlerinden gençlerin alışkanlıklarına kadar yer etmiş bir kültür. Herkes Avrupa’ya gitmek, daha fazla para kazanmak istiyor. Elliot özelikle şu noktayı vurguluyor:
“Göç söz konusu olduğunda Avrupalı yahut Amerikalı gençlerin sırt çantalarını alıp dünyayı görmek istedikleri, ancak Kuzey Afrikalı ve Ortadoğuluların yoksulluk için göç ettiği var sayılıyor. Ama bu ülkelerde de gençler aynı Avrupalı akranları gibi başka ülkeleri görmek, gezmek istiyor."
Jrad: Devrim sayesinde sınırlar açıldı
Özellikle Arap Ayaklanmaları’nın ardından göçün artması Mısır, Fas ve Tunus için de geçerli bir olgu oldu. Bu durum “çatışmadan kaçan yerel halk” yahut “halk ekonomik çöküntüden kaçıyor” gibi algılanabiliyor olsa da Carthage University Siyaset ve Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Eya Jrad şu noktaya dikkat çekiyor:
“İnsan devrim sebebiyle göç etmediler, devrim sayesinde göç ettiler. Devrimle sınırlar kalktı ve insanlar bu fırsatı görüp kullandılar.”
Göç edenlerin ise ulaşmak istedikleri ile ulaştıkları ülkeler farklılık gösteriyor. Mısır, Tunus hem göç veren olduğu kadar hem de göç alan ülkeler. Çoğu göçmen, sığınmacı ve mülteci sınır Avrupa’ya geçmek isterken bunu başaramayıp bu ülkelerde sığınıyor. Bu durumda Elliot çok önemli bir soru soruyor: Sorumluluk kimde?
Elliot İtalya sahilinde Avrupa’ya geçmek isterken öldüğünü hatırlatıyor. Örneğin geçtiğimiz Ekim ayında İtalya’nın Lampedusa Adası sahilinde mülteci taşıyan gemi batmış en az 155 kişi kurtulurken 360’tan fazla insan insan hayatını kaybetmişti. Elliot’ın sorusu ise bu ölümler her hafta yaşanırken Avrupa’nın ne kadar sorumluluğu taşıdığını sorguluyor.
AB'nin reddettikleri
Bu bağlamda Avrupa Birliği Lüksemburg Kalıcı Temsil Ateşesi Anne Soisson’un aktardığı AB bakış açısı oldukça enteresan. Soisson AB’nin her yıl 500 bin mülteci ve sığınmacıyı reddettiğini belirterek bunların en az üçte birinin ülkelerine dönemediklerini anlatıyor.
“Bu kişiler AB’nin reddettiği kişiler. Ama aynı zamanda kendi ülkelerinin konsoloslukları geçerli evrak, pasaport vermeyi reddettiği için ülkelerine de dönemiyorlar. Bu rakam her geçen yıl artıyor.”
“Geri dönemeyenler”in bu durumda AB ülkelerinde hiçbir hakları yok. Çalışamıyor, ikamet edemiyor, sağlık yahut eğitim hizmeti alamıyorlar.
Bu durum bizi Elliot’un sorusuna geri götürüyor: Eğer “demokratik” AB mülteciler konusunda herhengi bir sorumluluk almayı reddediyorsa ev sahibi ülkeler niye alsın? (EA)