Merkez Kapitalist ülkelerin "gelişmekte" olan çevre ülkeler için "model" olarak lanse ettiği Mağrip ülkesi Tunus'ta adı konulmamış bir devrim yaşandı. İlk kez bir Arap lider halkın ayaklanması sonucu ülkesinden kaçtı.
Göstericilere ateş açan polisin şiddet kullanmak yerine eylemcileri koruması gerektiğini savunan Tunuslu blog yazarları, "Polise yasemin verelim" sloganıyla yola çıkarak, devrimi ülkelerinin sembolü olan "yasemin çiçekleriyle" özdeşleştirdi ve kalkışmanın adına "Yasemin Devrimi" adı verildi.
Bu, sosyal paylaşım ağlarına da yayıldı. Ve ilk Arap Devrimi aynı zamanda "İlk Siber Devrim" olarak da tarihe geçti. Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Cidde'ye kaçtı. Son olarak güvenlik güçlerine halkın üstüne ateş açma izni vererek. Onlarca insan öldü bu gösterilerde.
Peki birçoklarının dediği gibi bu diğer Arap ülkelerinde domino etkisi yaratacak mı? Bu soruya yanıt aramadan önce Tunus'un yakın tarihine bakmakta fayda var;
12 Mayıs 1881'de Tunus, Fransız sömürgeciler tarafından işgal edildi. Bundan sonra Fransızlar ülkeye "yüksek komiser" dedikleri genel vali tayin ederek yönetmeye başladılar. Öte yandan Beyler'in yönetimi de sembolik bir şekilde sürüyordu. Fransızlar işgal ettikleri bütün diğer ülkelerde başvurdukları zulüm uygulamalarına burada da başvurdular. Bu zulme karşı bağımsızlık yanlısı örgütlenmeler ve bazı ayaklanmalar oldu.
Ancak bütün bu ayaklanmalar insafsızca ve kanlı bir şekilde bastırıldı. Tunus'ta bağımsızlık mücadelesini organize etmek ve bu mücadeleye yön vermek amacıyla Düstur Partisi adında bir siyasi parti kuruldu. Ancak Fransız sömürgeciler işgal ettikleri diğer ülkelerdeki bağımsızlık mücadelelerini kendi kontrollerine almak için başvurdukları sinsi oyunlara burada da başvurarak kendi elleriyle yetiştirdikleri Habib Burgiba'yı bağımsızlık mücadelesinde önemli bir konuma getirmeyi başardılar ve ona Yeni Düstur partisi adında bir parti kurdurdular.
Habib Burgiba başlangıçta İslâmcı düşünceyi destekliyor, camilerde namaz kıldırıp hutbeler veriyor, konuşmalarında İslami kavramlar ve özellikle cihad konusu üzerinde ağırlıklı bir şekilde duruyordu. Oysa Burgiba çocukluğundan beri Fransızların gözetiminde bulunmuş, esi Fransız olan ağabeyinin gözetiminde büyümüş ve Fransa'da hukuk öğrenimi görmüş biriydi. Fransızlar Burgiba'yı Tunus halkına kabul ettirebilmek amacıyla 1934 - 36 ve 1938 - 42 yılları arasında hapse de attılar.
Burgiba sinsi politikasına dış destek bulmak amacıyla 1945'te Fransız işgal yönetiminden kaçtığı görünümü vererek Kahire'ye geçti. 1949'a kadar Kahire'de kalarak bu dönem içinde Arap ülkeleri basta olmak üzere İslam ülkelerinin desteğini sağlamaya çalıştı.. Tunus'a dönüsünden sonra halkı isyana teşvik eden Burgiba bu arada Fransız işgalcilerin Tunuslu Müslümanları kırıp geçirmeleri için gerekli şartları oluşturuyordu.
Sonuçta Fransızlar kendi adamları olan Burgiba'nın konumunu sağlama aldıktan sonra 20 Mart 1956'da işgale son vererek Tunus'un bağımsızlığını tanıdılar. Bağımsızlık sonrasında Burgiba, Tunus Cumhurbaşkanlığına getirildi. Partisinin adını Sosyalist Düstur Partisi olarak değiştirdi. Tunus'un sembolü olan Zeytune Üniversitesi basta olmak üzere İslâmi eğitim kurumlarını kapattırdı. Katı bir laisist sistem kurmaya çalıştı.
Onun baskıcı yönetimi karşısında oluşan halk tepkisini kendi lehine bir destek unsuru olarak değerlendirmek isteyen Zeynel Abidin bin Ali 7 Kasım 1987'de Burgiba'ya karşı bir darbe gerçekleştirerek yönetimi ele aldı. Başlangıçta ülkede bir reform hareketi başlatacağını vaad eden ve İslamcı kesimlerle iyi ilişkiler kurmaya çalışan Bin Ali durumunu sağlama aldıktan sonra zulüm ve işkence uygulamalarını aynen Burgiba'nin bıraktığı yerden devam ettirmeye başladı. Hatta o, zaman içinde zulmü daha da şiddetlendirerek "gelen gideni aratır" deyimini doğrularcasına tam bir vahşet yönetimini hakim kıldı.
23 yıldır değişmeyen bu iktidarın varlığını korumasında Fransa'nın da önemli rolünden bahsetmek gerekiyor. Fransız hükümeti onlarca kişinin hayatını kaybetmesi ardından ancak son günlerde sesini yükseltmeye başladı. 18 Aralık günü IMF'nin sosyalist kökenli Fransız Başkanı Dominique Strauss-Kahn,
Tunus'a yaptığı ziyaret sırasında Ben Ali'yi ekonomi politikalarından ötürü kutlayarak, burada kabul edilen ekonomi politikasının gelişmekte olan çok sayıda ülke için en iyi model olduğunu savunmuştu. Oysa küresel ekonomik krizin de etkisiyle bu "model" çoktan çökmüştü. Bu rejimin destekçileri arasında ABD ve Avrupa Birliği de var. Ancak eylemlerin başından bu yana ABD dikkat çekici bir şekilde hem AB, hem de Fransa'dan daha etkin bir şekilde olaylarda yer aldı. İlk tepkiler ABD'den geldi.
Eylemler sırasında kitlelerin "korkmuyoruz" diye haykırması, diğer Arap ülkeler için de önemli bir mesaj olarak okunabilir. Tunus'taki isyan ilkin Cezayir'i etkiledi. Aralık ayı sonundan itibaren Cezayir'de geniş protesto gösterileri yapılmaya başladı. Ürdün'de hayat pahalılığına karşı 14 Ocak günü 5 bin kişi sokaklara çıktı.
Özellikle Arap ülkelerinin bu isyandan çıkarması gereken dersler var. Zira Ürdün Kıralı I. Abdullah, babası Hüseyin'in yerine geçtiği 1999'dan bu yana iktidarda, yani 11 yıldır. Libya kıralı Muammer Kaddafi 40 yıldır iktidarda, Cezayir Devlet Başkanı Abdulaziz Buteflika 19 yıldır iktidarı bırakmadı. Suriye'de de Başar El Esad'ın babasının iktidarını devraldı. Tüm bu ülkeler kalkınma ve demokrasinin gelişmediği yerleri temsil ediyor. Tunus'taki isyanın diğer Arap ülkelerinin başkentlerine sıçraması muhtemeldir. Sırada belki Rabat, Riyad, Kahire ve Sana var.
Bugüne kadar hiç kimse devrilen domino taşlarının birincisinin Tunus olacağını tahmin etmezdi. Tunus'taki isyan hiçbir Arap ülkesinin değişimden kaçamayacağını gösteriyor. Nitekim Ürdün, Cezayir ve Fas gibi Arap ülkeleri "Tunus salgınını" durdurmak için, özellikle gıda fiyatlarını düşürerek, önlem almaya çalışıyor.
İsyan aynı zamanda Batılı ülkeler için de önemli mesajlar içeriyor. Batılı ülkelerin on yıllardır koruduğu ve ilişkilerini üst boyutta tuttuğu Arap diktatörlüklerin mutlak olmadığını anlaması gerekiyor. Zira ayakta tutulmaya çalışılan bu rejimler, er ya da geç çözülecek.
İsyanın başarısından geriye birçok soru kaldı. Ben Ali bitti ancak Ben Ali rejimi de son bulacak mı? Bin Ali'nin ülkeden kaçmasına neden izin verildi? Bu bir uzlaşmanın olduğu anlamına mı geliyor? Seçimler nasıl bir ortamda yapılacak? 1987'deki geçici hükümetin sonucunda olduğu gibi yine baskıcı bir rejim mi çıkacak? Organizeli bir muhalefetin olmadığı ülkede, nasıl bir hükümet kurulacak? Bin Ali'nin kaçmadan önce vaat ettiği, özgürlükler gelecek mi? Batılı ülkeler, Tunus'ta daha demokratik bir rejimin gelişmesi için nasıl bir rol alacak, zira bugüne kadar adı konulmayan bir diktatör destekleniyordu. Kısaca bir iktidar düştü ama yerine ne konulacak? Son olarak da Bin Ali ve diğer ortakları yargılanacak mı?
Bunlara Murat Yetkin'in 19 Ocak'taki karamsar yazısında olduğu gibi olumsuz yanıtılar vermek pek doğru görünmüyor. Zira böylesi gerçek bir taban hareketini Soros'un Eski Sovyet coğrafyasındaki rengarenk devrimleri ile karıştırmamak gerek. Ama Yıldırım Türker gibi erken bir "Game Over" diyecek kadar da Optimist olamamak gerek. Şimdilik hala Fiili bir görünüm arz eden isyanın nerelere varacağını sanırım yaşayarak göreceğiz. (UŞ/EÖ)
(*) Gazeteci- AB ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı