Bu 21. yüzyılın başına ait kuşak ile herşey radikal bir değişime uğradı. 2000'li yıllarda yeni bir "dalgaya" şahit olmadığımız gerçeğine açıklık getirmemiz gerekir.
En azından, 1970'lerdeki Ben Ammar, Ktari, Baccar veya 1980'lerdeki ve 90'lardaki Bouzid, Khémir, Ben Mahmoud ve Tlatli dalgası kadar önemli bir dalgaya...
Ahmed Baha Eddine Attia'nın ortaya koyduğu Satpec-sonrası prodüksiyonun ortadan kalkması, tüm fabrikasyon aşamalarındaki genel dijital kullanımı, piyasadaki önemli düşüş, sinemaların kapanması ve aynı zamanda sinema okullarının sayısının artması ve giderek artan sayıdaki sinema izleyicisi, daha az yapılandırılmış ve daha az homojen bir duruma yol açtı.
Bir jenerasyonun bu döneme damgasını vurduğunu söylememiz zor; ancak öne çıkan birkaç isim var ve bu isimlerin çalışmalarının birbirleri ile ilişkisi seleflerinin çalışmalarınınkinden daha farklı şekillerde ele alınabilir.
Amari ve Saadi
En önemlileri Raja Amari ve Jilani Saadi. Diğerleri ise, daha genç veya daha az öneme sahip.
Onlarla ilgili tartışma daha sonra ele alınacaktır. Bu isimlerle ilgili söylenebilecek ilk şey, siyasi katılım fikrinin onlarla birlikte ebediyen sona ermiş olmasıdır.
En azından, en başından beri Tunus sinemasına damgasını vurmaktan geri kalmayan siyasi katılım fikri...
Siyasi veya ideolojik sinema ile ilgili bir şey bilmediklerinden değil, sanatsal yaratıcılığı, önceki çalışmaların çevrelenmiş olduğu - tabi ki farklı seviyelerde - diyarın dışında ele aldıkları için.
'İç' ve 'dış' kavramları Amari ve Saadi ile tamamıyla değişiyor ve yerel ve yabancı arasındaki fark ortadan kalkıyor. Bu muhtemelen yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden kaynaklanıyor.
Yani dijital filmin hafifliği - hala klasik yöntemlerle film çeken Amari'den çok Saadi için geçerli- iç piyasanın neredeyse tamamıyla yok olması, prodüksiyon sisteminin dağılması ve ideolojik tartışmaların geçerliliğini yitirmesi...
Kurtuluş ve sürgünün karışımı
Bir açıdan, onların filmleri yerel prodüksiyonun belli başlı bazı izlerini taşımıyor. Bu filmlerin - ve yazarlarının - hareket alanı, kurtuluş ve sürgünün bir karışımı, yerel ve evrenselin bir karışımı...
Bu alan, 'dış' ile 'iç' arasında bir yerde ve bu da, filmlerin güçlü ve zayıf yanlarını açıklıyor.
Amari'ye eziyet çektiren sorunun, bir akrabalık karmaşası sorusu, kalıtımsal sıranın bozulması sorusu, nişanlısını annesi ile paylaşan bir kız (Satin Rouge/Kırmızı Saten) ve daha da kötüsü, trajik bir şekilde kızın kimliğinin kızkardeşinki ile karıştırılması (Les secrets/ Sırlar) sorusu olması sürpriz değil.
Bunlar açık şekilde, herhangi bir sanatçıya ait kişisel fantaziler olabilir ama sosyo-kültürel anlamdan yoksun değiller. Amari'yi herhangi bir spesifik yabancı film yapımcısı ile bağlantılandıracak kişisel bir etkiden çok, bu, Yunan trajik yapısına veya psikoanalize atıf yapan bir yansıma.
"Yerel"-"Yabancı" karışımı
Ve bu tarz yansımalar Tunus sinemasında çok ender ortaya çıkıyor. Eğer Sırlar'a kültürler-arası bir perspektiften bakılacak olursa, büyüleyici edebiyat (Külkedisi gibi) ile tür sinemalarının (korku filmleri) karışımından ortaya çıkan yerel bağlantılar (Moufida Tlatli'nin tarzında diyelim) ile "yabancı" bağlantıların bir karışımı olduğu farkedilir.
Daha az görünür olan bir şekilde, Saadi de, farklı ikilemleri daha üstü kapalı bir şekilde ele alıyor: Korma karakteri Bizerta'daki (Tunus'un Kuzeyinde bir şehir, Saadi'nin doğum yeri) gerçeklerden ilham alıyor ve aynı zamanda, tuhaf şekilde Hıristiyan özellikler taşıyor.
Bu karışım o kadar şaşırtıcıdır ki, çok açık şekilde ortada olan yerel katmanı, yine ortada olan ve Hıristiyanlıktan ilham alan katmandan ayırmak zordur.
Şaşırtıcı ahenk
En şaşırtıcı olanı ise, tüm bunların ahengidir... 'La tendresse du loup,'ta, bu kombinasyon daha da az görünür durumda...
Kişinin bu kombinasyonu, üstü örtülü cinsellik ve şefkat kompozisyonunda arayıp bulması gerekir. Ancak, kaba erotizm ve duygusal romantizmin ayrılmaz bağı, buna her zaman karşı olan Arap sinematografik geleneğinde bulunmaz.
Saadi'nin henüz çıkmamış olan son filmi, bu biraraya getirilmiş ve melezleştirilmiş kavramları daha da derinden inceliyor.
Yeni kuşağı hala çok yeni olduğu için etiketlemek riskli olur. Henüz bir yorum inşa edecek kadar güçlü bir film bile görmedik, ama ortaya birkaç hipotez koyabiliriz.
Eğer en ilginç film yapımcıları, özellikle de Exit prodüksiyon (neredeyse hepsi ISSAM sinema okulunda eğitim aldı), etrafındakileri seçerek bir değerlendirme yaparsak, Saadi için geçerli olan şeyin, onlar için daha da geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Dünya "bağımsızlar"ına ayak uyduruyorlar
Belgesel filmler - özellikle de Karim Souaki'nin Silence (HIV virüsü taşıyan ve bir dernekte AIDS'e karşı mücadele veren bir aktivist olan bir adamın portresi) adındaki mükemmel bir belgesel filmi aklıma geliyor - veya diğer filmler söz konusu olduğunda (Kharif ve Alla Eddine Slim'in tamamlamak üzere olduğu Le stade gibi kısa filmler) etkinin, özellikle de resmi düzeyde ne kadar açık olduğunu görmek şaşırtıcı.
Sonuçlarını merakla beklediğimiz bu birkaç ümit verici örneğin ötesinde, okullardan ve Amatör Film Yapımcıları Federasyonu'ndan çıkan bazı gençler veya bağımsız film yapımcıları, şu anki trendlere veya bağımsız Avrupa, Amerika, Asya sinemasına ayak uyduruyorlar.
Gözlerini Kusturika'nın, Wan Kar Wai'nin, Vincent Gallo'nun ve Werasethakul Apichatpung'un işlerine dikmiş olan bir sinema türü... (TC/EAY)
* Tahar Chikhaoui'nin metnini Esra Aygın Yalgın Türkçeleştirdi.