Saf olmayan boyutunun ötesinde (ki bunun ölçülmesi gerekiyor), Tunus sinemasının "tarihine" kültürler-arası bir perspektiften bakmak önemli. Tiyatro gibi, sinemaya da, başka bir yerden gelen, "ithal edilen" bir sanat formu olarak bakabiliriz.
Ve tiyatro gibi, sinemanın da, toplumun modernizasyonu sonucunda ülkeye geldiğini söyleyebiliriz.
Ama tiyatrodan farklı olarak, sinemanın doğuşu ve yayılması arasındaki zaman, Mısır'da olduğu gibi devede kulak, yani önemsiz...
Bununla birlikte, Mağrip ülkeleri, bu sinema tarihini, sömürgeleşme ve moderniteye karşı duydukları ebedi sarsıcı tepkinin bir benzerini duyarak yaşadı.
Ulusal sinemanın doğuşu
Bu nedenle, "kolonyal" ve "post-kolonyal" sinema arasında bir ayırım yapmak da bir gelenek haline gelmiş.
Bu da, "milliyetçi" karakterine rağmen, Tunus ulusal sinemasının doğuşunun, yabancı kültürünün - bu durumda Batı kültürü - ayrılmaz parçası olan çoğu zaman bilinçsiz ve bir o kadar da önemli unsurların ortaya çıkmasına engel olamadığı anlamına geliyor.
Bu etkinin derecelerini ve beraberinde getirdiği bilinç düzeyini analiz etmek ilginçtir.
Hemen şematik bir biçimde söylenebilir ki, bağımsızlık coşkusu ve arka planda bastırdığı tüm dargınlıklar, Batı mirasına çok şey borçlu olan ilk film yapımcılarının üstlendiği gerçek bir bilincin doğmasına yardımcı olmadı.
Diğer taraftan, ulusal hayal kırıklığı, onlar açısından, daha açıkça ifade edilen ama her zaman eşit derecede asimile edilmeyen bir "kabule" yol açtı.
Sinemanın dönemleri
Tunus'ta, bu kültürler-arası tarihte üç adım ortaya çıkıyor. 1960'lar ve 70'lerin, sonra 1980'ler ve 90'ların ve son olarak da şu an devam etmekte olan 2000'li yıllar dönemi.
İlkinde, film yapımcıları, Tunus kültüründen elde ettikleri unsurları ortaya koydu. Film siyasi olsun, sosyal olsun, kültürel olsun, onu yerel bir gerçekliğe oturtma kararlılığı...
Baştan itibaren kesin özellikleri net şekilde belirlenmemiş olan (ama Tunus sineması ne olurdu?), ama ulusal kimliğini oluşturan dilbilimsel, coğrafi ve tarihi özelliklerin bir çizimi veya anlatısı gibi tanımlayabileceğimiz bir sinemanın yeniden kendilerine mal edilmesi...
Ulusal mirası ilerleten bir dizi kısa filmin ardından, ilk film yapımcıları net bir şekilde bağımsız Tunus'un doğuşu ile ilgili temalar seçtiler.
Bu sinema tarihinin ilk filminin adının "L'Aube" [Şafak] (1996) olmasının bir tesadüf olmadığı gayet açık. Film, bağımsızlık mücadelesini övgülü bir şekilde ele alıyor. Omar Khalifi'nin bundan sonraki tüm filmleri de aynı anlayıştadır.
1968'de
Hammouda Ben Halima'nın Khlifa le teigneux [Kötü Khlifa] (1968) filmi, bu kaygılı başlangıçların en narin filmi ve Tunus modern literatürünün yeni bir türevinin uyarlaması olarak görülüyor.
Ülkenin kültürel humusuna derinden bağlı bir gerçekliği anlatıyor.
Öğrencilik yıllarındaki film tutkunu bir gençliğin - yani ülkenin modern yüzünün- ortaya çıkışını anlatan Sadok Ben Aicha'nın entelektüel olarak tanımlanan tuhaf filmi Même Mokhtar [Aynı Mokhtar] (1968) da aynı arzudan yola çıkıyor.
Göç, turizm ve kadınlar
Temel olarak, 1970'lerin film yapımcıları Abdellatif Ben Ammar, Naceur Ktari, Ridha Behi, Taieb Louhichi, Salma Baccar ve Brahim Babai, aynı zamanda, ulusal bir kültür inşa etmek için güçlü bir motivasyona sahiptiler.
Önerilerinin ideolojik olarak en çok eleştirilenler olması, tarihçilerin de diyeceği gibi, eğilimlerinin "kalkınmacı" özelliğini azaltmıyor.
Sosyal temaların (göç/Ktari, kırsal nüfusun azalması/Louihiche, turizm/ Béhi, kadınların statüsü /Baccar) hakimiyeti, yeni bir ulusal bilincin yaratılmasına etkin bir şekilde katılma arzusunu saklayamıyor.
Ancak, bu sinemanın aktardığı kültürler-arası izler daha az görünür durumda. Kapsamlı bir inceleme, Batılı estetik anlayışından gelen görünmez özellikler ve bu özelliklerin, bu filmlerin yapısına dahil edilme tarzını ortaya koyacaktır.
Batılı/Mısırlı yorumlar
En çelişkili durum ise, sürekli olarak yüksek sesle kurucu statüsünü geri isteyen Omar Khlifi'nin durumu...
Hal böyleyken, filmleri, onun haberi olmadan, bazen tipik olarak Batılı olan ve bazen de Mısır melodramına kayan ve sanatsal açıdan bakıldığında da eleştirilen türe göz diken taklitçi bir arzu ile inceleniyor.
Batılı bir filmde, ulusal aktivist bir Bedevi olunca, yerel bir milliyetçinin hayali gerçekliğinden çok, bir yasa bekçisine benziyor.
Ve bir şehirli ise, bir müzikalin genç baş aktörünü daha çok andırıyor.
Yukarıda adı geçen film yapımcıları için "çok-kültürlülük" daha az bir bilinçsizlik içeriyor, ama bu çok-kültürlülük, her zaman kabul edilir veya varsayılır değil.
Deyim yerindeyse, tekno-ideolojik. Abdellatif Ben Ammar'ın Sejnane'si (1973) en ilginç örneklerden biri.
Bu film, bu dönemin sembolik filmi ve 1970'lerin Tunus sinemasının doruk noktası olarak görülüyor.
Avrupa sinemasıyla birlikte
L'aube gibi, Sejnane da, ulusal hareket ile birlikte geliyor, ama usta bir teknik, anlatımsal etkileyicilik ve analiz keskinliği gibi farklı yollara yöneliyor.
Bu durumda, kültürel etkileşim, daha az bilinçsiz olan, ama Marksist çağrışım eleştirisinden kurtulan evrensel bir soyutluk biçimini alıyor.
Zamanın rejimini daha liberal şekilde telkin eden bir modernlik...
Bu tutum, Avrupa sinemasının Mayıs 1968'ten sonra izleyeceği yola bağlıydı.
Ama Fransa'da Yves Boisset, Macaristan'da Miklos Jancso veya İtalya'da Francesco Rosi'nin bakışıyla...
Bu sinema, o zamanın kültürüne eşlik etti. Tüm Avrupa'yı saran ve Akdeniz'i aşan bir siyasi protesto dalgasında sürüklenen gençliğin beklentilerine...
* Tahar Chikhaoui'nin metnini Esra Aygın Yalgın Türkçeleştirdi.