Fotoğraflar: Pera Müzesi'nin Etel Adnan sergi kataloğu
Calvino, labirentin işlevini, Hans Magnus Enzensberger'in Çağdaş Edebiyatta Topolojik Yapılar adlı kitabından aldığı birkaç satırla açıklar:
"Doğru yolu bulmak için kaybolmak gerekir... Labirent, içine giren kaybolsun ve dolaşsın diye yapılır. Ama labirent o aynı kişiye, yeni bir plan çizmesi ve labirentin gücünü yok etmesi için bir başkaldırıyı da düşündürür. Bunu başardığı takdirde insan labirenti yıkacaktır; onu boydan boya geçen biri için labirent yoktur."*
İki binli yılların ikinci yarısında Paris'te Lübnanlı bir ailenin evinde öğlen yemeğinde tanıdım Etel Adnan'ı. Ev sahibemizin dedesi, Fransız mandasından sonra kurulan bağımsız Lübnan devletinin, varlıklı bir Maronit Hristiyan aileden gelen ilk Cumhurbaşkanı'ydı.
Türkçe konuşan bir Lübnanlı!
Paris'te içiçe geçen salonlardan oluşan muhteşem dairenin salonlarından birinde uzanan kuyruklu piyanonun başına oturmuş, dairenin ihtişamıyla hiç bağdaşmayan eski yüzlü bir kazak ve pantolon giyen, hiç taranmamış gibi görünen kısa beyaz saçları ve cin gibi bakan kara gözleriyle oturan bu kadının bana "Merhaba, hoş geldin" demesiyle şaşkına döndüm!
Türkçe konuşan bir Lübnanlı! Benim şaşkınlığımın geçmesine zaman bırakmadan bu kez İngilizce "Gel bakalım, tanışalım, ben de senin gibi Osmanlı çocuğuyum, annem İzmirli bir Rum, babam ise Şam doğumlu bir Osmanlı Subayı" dedi.
Ev sahibemiz bana dönerek, "Etel Adnan, tanınmış bir şair ve ressam, senden söz ettiğim zaman seninle tanışmak istedi, Beyrut'ta yaşadığını ve Filistin mülteci kamplarında kaldığını anlattığımda seni çok merak etti" dedi. Kendisini her zaman Osmanlı olarak tanıtan Lübnan doğumlu Etel Adnan ile tanışmam böyle başladı.
"Ne işe yaradı ki o sınırlar?"
İlk başlarda yarı Türkçe yarı İngilizce aralarda Fransızca ile başlayan koyu muhabbetimiz ilerledikçe ortak dil olarak İngilizce'de karar kıldık. Benim dede tarafımın Çerkez, babaannemin ise Larisalı (Atina'nın güneyinde bir kent) olmasına, ailede Türkçe konuşulmasına rağmen babaannemin Rumca konuşmasına hiç şaşmadı: "Biz bir aileyiz, bakma arada çekilen sınırlara, ne işe yaradı ki o sınırlar? Sadece hepimizin köklerimizden kopmamıza, dünyanın dört bir tarafında dağılmamıza ve bitmeyen savaşlara! Ama bak, buluyoruz birbirimizi!"
Uzun süren bu öğlen yemeğinde, olağanüstü bir insanla karşı karşıya olduğumu hemen anladım. Benden yirmi yaş kadar büyük, ama enerjisi yirmi yaşında bir genç gibi olan, insana baktığında içinizi okuyan, duygularınızı hissedebilen, aklıyla konuşan, bilgisi ve bilgeliğiyle şaşırtan bir insan! Böyle başlayan dostluğumuz Paris'te ortak dostların evinde buluşmalarla, koyu sohbetlerle devam etti.
Buluştuğumuzda ne bir kitabını okumuş ne de sergisine gitmiştim. İlk işim Paris'te Fransızca yayınlanan kitaplarından birkaçını bulup okumak oldu. Etel Adnan, ilk şiirlerini, Beyrut'da henüz Fransız kız okulunda öğrenci iken yazmaya başlar ve Fransızcayı ana dili olarak kabul eder. Daha sonraki yıllarda ABD'de Kaliforniya'da Berkeley Üniversite'sinde felsefe eğitimi alırken İngilizce dilinde felsefe üzerine yazılar yazar.
Annesi Rum babası Osmanlı
Dil konusunda ki bu kargaşanın asıl nedeni, evde anne ve babasının Türkçe ve bazen de Rumca konuşmaları ve yazarın okuma yazmayı Fransızca olarak okulda öğrenmesidir. "Annemle babam iki ayrı dünyaya aitti, annem bir Rum'du, onun gözünde babam bir Osmanlı subayı ve Türk'tü, Türkler de düşmandı. İki apayrı dünya ikisi de yitirilmiş bir geçmişe takılıp kalmış iki insanla büyüdüm ben. İzmir, annem için 1922 de yakılmış yıkılmıştı, doğup büyüdüğü yer yitirilmişti ve o Lübnan'da sürgündeydi. Babam ise üst düzey bir Osmanlı Subayı (Şam doğumlu). Kendisini yenilmiş bir imparatorluğun parçası olarak görürdü. Beyrut'ta hem oranın yerlisi hem de yabancısı olarak büyüdüm."
Etel Adnan'ın annesi Madam Roza Lilia (soyadı La Corte) Malta asıllı, babası ise İngiliz pasaportlu ahşap oymacısı Ortodoks bir "Rum". Aile İzmir'de yoksul bir yaşam sürüyor 1922'de İzmir düşerken, Erkanı Harbiye'de Mustafa Kemal ile aynı sınıfta okuyan, Çanakkale'de savaşta yaralanan ve emekli edilen kurmay yüzbaşı Asaf Kadri, (soyadı kanunu ile Adnan Bey), Roza'yı İzmir'de sokakta görüp peşine düşüyor. Roza o zaman on yedi yaşında yüzbaşı ise otuzlarında. İzmir'de evleniyorlar. Adnan Bey'in Şam'da daha önce evlendiği eşi ve üç çocuğu var. Genç çift 1923 yılında İzmir'den ayrılıp, her iki aileden de uzak olması nedeniyle, Beyrut'a yerleşiyorlar.
Beyrut, Paris, New York
Etel ne annesinin ne de babasının şehrinde doğmuyor, kendi şehrim dediği Beyrut'ta 1925 yılının Şubat ayında gözlerini açıyor bu dünyaya.
Sonraki buluşmalarımızdan birinde bu kadar sıra dışı ve yetenekli olmasının nedeni olarak bu evliliğe işaret etmişti: "Yasaklara rağmen bir evlilik annem ve babamın ki Ortodoks bir Rum ve bir Müslüman! Yasak bir evliliğin çocuğu olduğum için belki, her zaman yasaklara karşı durdum!"
Babası 1947 yılında vefat ettikten sonra, 1949'da Etel Adnan aldığı bir bursla Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde felsefe ve estetik okumaya gitti. Paris'te felsefe eğitimini bitirdikten sonra, ABD 'ye geçti ve kısa bir süre New York'ta kaldıktan sonra Kaliforniya'ya da Berkeley Üniversitesi'nde felsefe doktorasına başladı.
Burada okurken ABD'de Kızılderililere yapılan kıyımı, Hispanik kökenli insanlara yapılan ayrımları fark ettiğinde, okuldaki kaydını dondurup Meksika'ya gitti. Sürekli dolaşmak, yeni yerler, yeni insanlar keşfetmek onun bütün yaşamı boyunca sürdüreceği bir tutkuya dönüştü.
Meksika dönüşünde Harvard Üniversitesi'ne geçti ve bir süre de burada eğitim aldıktan sonra okuldan ayrıldı. Okullardan öğreneceğini öğrenmişti, yaşam üniversitesi daha önemliydi.
Annesinin vefatı üzerine otuz yıldır yaşadıkları aile evini kapatmak üzere Beyrut'a geri döndü. Annesinden kalan birkaç parça eşyayı yakını olan Ermeni bir ailenin emanetine bırakıp ABD ye döndü ve Kaliforniya'da Sn. Rafael de Dominican College'da sanat felsefesi derslere vermeye başladı.
Bu yıllarda sanat dünyası ile tanıştı, 1959 yılında soyut resimler yapmaya başladı. Daha sonraki yıllarda resim yapmasının edebiyat dilini nasıl etkilediğini şöyle anlatacaktı:
"Edebiyat yapan biri gibi resim yapmıyorum, ama resim kökenli biri gibi yazdığımı söyleyebilirim. Gözle görünenden daha fazlasını söylemek. Yaptığınız iş yalnızca bir yüzeyi süslemek değildir. Şiirde çok kesin bir şey söylemek istiyorum ama bunu illaki kesin bir şekilde söylemem gerekmiyor. Mantıklı bir sıra izlemek gerekmediğini de biliyorum, hatta açık olmak zorunda da değilim. Yalnızca niyetimin açık olması yeterli."
Sanatçı ve yazar olmak serüveni bu şekilde başladı ve her iki dalda da başarılı işler üreten ender insanlardan biri oldu. Onu çok özgün kılan da kanımca bu oldu. Yüzeysel olmamak, derin sularda dolaşmak, ama bu derinliğin de yapmacık ve zorlama hiçbir yanı olmaması. Her iki daldaki başarısının ardında ise aldığı felsefe eğitiminin büyük bir payı vardı. Somut olayları soyut biçimlerde ifade edebilmesi gerek şiir ve gerek düzyazı metinlerde onun en belirgin, en çarpıcı özelliği oldu. ABD'de yaşamasına ve o ülkenin vatandaşı olmasına rağmen en sert eleştirileri yapmaktan hiçbir zaman kaçınmadı.
Yollarımız 1972'de Beyrut'ta kesişti
Etel Adnan ve benim yolum 1972 yılında Beyrut'ta kesişiyor. Ben Türkiye'den kaçak olarak gelen ve Filistin kampında kalan bir siyasi mülteci, o ise doğduğu kente geri dönen bir yazar ve sanatçı. Beyrut'ta 1975 yılında patlak verecek olan iç savaşın tüm hazırlıklarının yapıldığı bir dönem. İkimiz birbirimizden habersiz savaş denilen vahşetin ayak seslerini duyup bir şey yapamamanın çaresizliğini o yıllarda yaşamışız.
Benim sevgilimi savaşta yitirdiğim, onun ise bütün hayatını belirleyecek olan aşkı ve sevgiyi bulduğu insanla tanışması. Etel Adnan bir eşcinsel, aşık olduğu kadın da kendisinden genç bir sanatçı. Elli yıl sürecek olan bu sevginin, dostluğun, paylaşmanın ilk nüvelerinin atıldığı o yıllar, onun hayatında bir dönüm noktası. Güçlü olarak hissettiği yersiz yurtsuz, kimsesizlik duygusunun yerini alan, hayatı birlikte kurabileceği, yaşayabileceği ve yeniden üretebileceği bir insanla bütünleşmesi. Üretkenliğinin dibinde yatan sır da belki bu.
Beyrut, bizi savaşla tanıştırdı. Yıllar sonra tanıştığımızda bizi yakınlaştıran da bu oldu. Acıların yakınlaştırdığı insanların bağları çok güçlüdür, güllük gülistanlık ortamlarda tanıştıklarınız ise silinip giderler. Olağan dışı bir durum olan savaş, olağan dışı bağlar yaratır.
Bazı anlar birer film karesi gibi çakılır kalır hafızanızda, ne yapsanız silemezsiniz. Son yıllarda hemen yanı başımızda yaşanan Suriye savaşından çok sıradan bir olaymış gibi söz edenlere, savaştan kaçıp gelenlere küçümseyerek bakanlara bir sözüm olacak, dikkatli olun, yaşamadığınız ve bilmediğiniz durumlarla ile ilgili kesin yargılarda bulunmayın!
Etel Adnan'ı benim için, çok özgün ve benzersiz yapan özelliklerinden biri de isyancı, boyun eğmeyen, baş kaldıran, bağımsız kişiliği içinde duygu ve düşünceyi, ruh ve aklı birleştiren, daha geniş bir bakış açısıyla, tarih boyunca süregelen "Batı" ve Doğu" dünyalarının, Batı'nın aklı, Doğu'nun duyguyu temsil ettiği savıyla birbirinden koparan, zıt kavramlar olarak ele alan Oryantalist bakış açısını ters yüz edebilmesidir.
"Batı" ve "Doğu" birisi olmadan diğeri de var olamayan bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Etel Adnan kendisi, yazdıklarıyla, resimleriyle, şiirleri ve sürekli değişik biçimler altında sürdürdüğü yaratıcı gücü, ruhu ve aklıya bu bütünün canlı bir örneği olarak yol gösterdi bana.
Nietzsche ve babası aynı dizede
Felsefe okumuş olması, sanırım onun bu bilgeliğinin altında yatan temel etkenlerden biriydi. Felsefeyi de pek çok başka bilgi ve birikimi yaptığı gibi içselleştirmişti. Konuşurken hatta yazarken ünlü düşünürlere ve filozoflara atıflar yaptığında bile çok ilginç bir yaklaşımı vardı.
Nietzsche'den söz ettiği bir şiirinde şöyle der: "Babam, sonsuz geri dönüş fikrinin Nietzsche'nin aklına düştüğü yılda doğmuştu; hatta belki aynı günde."**
Ünlü filozofu babasıyla aynı dizede, iki eşit insan olarak tanımlayarak, filozofların üstün insan değil, eşit olduklarını vurguluyordu.
Orta-Doğu'nun çalkantılı tarihinin Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihi ile iç içe geçtiği, yaklaşık beş yüz yıl hüküm süren ve Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında yaşayan halkları dinleri, dilleri ve kültürleriyle, bir arada yaşatabilmiş bu büyük imparatorluk, aynı zamanda hepimiz için taşıması zor, zengin bir mirastır.
Reddi-miras ile bir yere varamayacağımızı yeniden düşünmek zorunda kaldığımız bu günlerde Etel Adnan ile ilgili Pera Müzesi'nde açılan ve sanatçının seçilmiş resimlerinden oluşan "İmkansız Eve Dönüş" sergisinin içinde yaşadığımız 2021 de açılması bir tesadüften çok bilinçli bir seçimdir.
Serginin açılmasında başta Serhan Ada ve Pera Müzesi olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür etmek isterim. İçinde yaşadığımız bölgenin büyük bir düşünürü, sanatçısı ve yazarını İstanbul halkına tanıtmanın, tarihi bir değil, birçok imparatorlukla anılan İstanbul'a çok yakıştığını düşünüyorum. Özenle hazırlanmış sergi kataloğu, kendi başına Etel Adnan üzerine yapılmış çok değerli bir derleme.
Yaşamda rastlantılara her zaman inandım. Daha doğrusu inanmak zorunda kaldım. Bu yaşıma kadar hala yaşıyor olmamı da rastlantılara borçluyum. Etel Adnan'ı tanımam, onunla dost olmam da öyle. Ölümünü haber aldığımda, çok şaşırmadım. Hastaydı ve acı çekiyordu, artık gitme zamanı geldiğini düşünüyordu.
Doksan altı yaşına kadar, her günü bir düşünce, bir duygu, yeni bir şey öğrenme, yeni bir yer tanıma, yeni bir insanı sevmekle geçen bir yaşam. Ölüm üzerine de çok düşündüğünü, savaşlara her zaman karşı durduğunu, doğayı ve insanları ve tüm canlıları tutkuyla sevdiğini, çok sevdiği engin denizlerde dolaşmaya devam edeceğini de biliyorum.
"İnsanları şimdiki zamanın üzerlerinde yarattığı çıldırtıcı etkilerden korumak için, doğa hafızayı yarattı. Bir kaçış. Bir dinlenme. Yaptığım her şey bir hatıradır. Hatta varlığım bile." ** (MUT/KÖ)
*Calvino, Görünmez Kentler
**Etel Adnan, "NİGHT" Nightboat books. New York. 2016 / Her iki alıntı da aynı eserden alınmıştır.