İktisadın da bir bilim öncesi var. Bir de bilim sonrası.
Ekonomi-Politik
Her ne kadar ekonomi sayfaları, bol rakamlı, grafikli, hani "burada bir şey var, okumuş adamlar hazırlamış" dedirtecek bir albeni taşısalar da; gerçekte, sözünü ettikleri şey, örnek olsun Arçelik hissesinin kaç papel olacağı (İMKB analizi), doların ne kadar artacağı (dalgalı kurda döviz hareketleri), devlet kağıtlarının kaç papel getirisi olduğu (yani faizlerin durumu), çoğu devlet kağıtlarına bağlı likit fonların ya da çoğu şirket kağıtlarına bağlı A tipi fonların günlük hareketleri gibi, ekonomi-politikçilerin görseler "simyacılık" demekten çekinmeyecekleri falcılık şaheserlerinden ibarettir. Hele hele, şu grafikli teknik analiz mi nedir, işte Arçelik'i analiz ettik falan, işte "a liradan almanızda fayda var, b liraya çıkarsa satın"ın grafiği Adam Smith'i kesin çileden çıkarırdı. Ricardo ise, herhalde çıldırırdı.
Marx'ın şaşırmayacağını biliyoruz; çünkü böyle olacağını yazdı.
Ekonomi-politik olarak kurulan bilimi bilim öncesi halinden bilim düzeyine onu tarih bilimi haline dönüştürerek Marx çıkardı. Yine de Kapital, Smith ve Ricordo'nun ekonomi-politiğinin sorularından yola çıkar, mirasını yüklenir.
Ayşe Teyze
Ekonomi sayfalarının Türkiye'de gazetelere giriş tarihi de o kadar eski değildir. Altmışlı yıllarda başlamış olmalı. Bu sayfalar, şöyle bir mantıkla hareket ediyor: Elinde birikimi (para-sermaye) olan çok sayıda tasarrufçu var. Bu tasarrufçular ellerindeki para-sermayeyi çeşitli şekillerde değerlendirmek istiyor, biz de onlara yol gösterelim. Bu önerme, gazeteci için makul gibi görünüyor, çünkü o, gazetesini satacak. Yani, at yarışında oynayana Veliefendi rehberi, borsada oynayana İMKB rehberi verecek.
Gerçekte, elinde ekonomi sayfalarının üzerinde her gün sayfalarca yorum yaptığı, onların deyimiyle 'yatırım enstrümanları'nı kullanabilecek ölçekte yaygın bir para-sermayedarlar nüfusu yok ülkede. Ne var? Güngör Uras, gazetelerin ekonomi sayfası literatürüne Ayşe Teyze kavramını hediye etti.
Malum, her iyi soyutlama aslında somutlamadır. Ayşe Teyze, işte elinde emeklilik ikramiyesi, bir iki dairenin kira geliri falan olan orta halli yurdum insanı demek. Gerçi bu bile zenginlik alameti ama, işte karı-koca öğretmen varsayımından yola çıkarsanız, ortalamanız da bu oluyor. İşin ilginci, Uras bu kavramı oluşturduğunda Ayşe Teyze, borsada oyuncuydu ve Uras, ona akıl veriyordu. Daha sonra, kriz çıktı, Uras'ın yazılarında da Ayşe Teyze, 'yatırımcı' olmaktan çıktı.
Ama gazetelerin ekonomi sayfaları değişmedi.
Kuramsal Modeller
İki temel iktisadi modelden söz edilebilir. Birinde piyasa ve dolaşım süreci temel alınır, diğerinde emek ve üretim süreci. Birincisi burjuva iktisadı, iktisadın bilim öncesi; ikincisi ise tarihsel materyalizm, iktisadın bilim sonrası.
Gazetelerin ekonomi sayfaları birinci modeli temel alırlar. Piyasa, mübarek Tanrı parçası gibidir. Köşeyazarı yorum yapacak, ilk lafı 'piyasası ürküten sayın hükümet yetkilisi' falan diye başlar. Hatta o kadar ki, bu piyasa, kızar, üzülür falan da: sanırsınız kanlı canlı, senden benden biri. Hükümetlerin de bu birini üzmemesi lazım çünkü çok nüfuzlu, malum Tanrı parçası.
Karikatür gibi görünüyorsa gerçeği öyle olduğu içindir. Bilim öncesi iktisat, modern çağ simyacığı karikatür olmaya mahkumdur; ama trajik bir komedidir sahnelenen.
Trajik çünkü, Veliefendi'de işte ata ilaç vermedilerse, jokey satmadıysa, küçük miktarlarda oynayan 'yatırımcı' (gazete sayfaları öyle diyor) İMKB'den daha reel bir 'yatırım' yapma şansına sahiptir. Tabii, yatırım enstrümanları borsadan ibaret değil denecektir, daha kötü ya, devlet kağıtları satıldıkça borçlanan kim? Hepimiz değil miyiz? Kumar, oynayanı vurur, diğerleri 'hepimizi' vuruyor.
Kuramsal model, henüz simyadan öteye gidemediği için, Hükümet, Kamu Maliyesi, Hazine, Merkez Bankası başta olmak üzere, makro ölçekte iktisadi dengeleri düzenlemeye ve denetlemeye çalışan kuruluşlar da bazı simyacı reçetelerle milleti avutup duruyorlar. Halkımız alışıktır, avunmayı sever; ama IMF'yi avutamadıkları için, fırça yiyorlar. IMF, Türkiye'de dış borçların finansmanının sağlanması için bulunuyor. Başarı ölçütü bu. Ve onların simyacılığa inanmadıkları apaçık.
Toplumsal Zenginlik
IMF, burjuva iktisadının en önemli 'pratik' kalesi. Fakat, iyi kötü en azından Türkiye'nin niyet mektupları düzeyinde izlediğimiz kadar, yaptıkları çok basit: diyorlar ki, sizin toplumsal zenginliğiniz şu kadar; onun şu kadarını, dış borca, şu kadarını iç borca, geri kalanının şa kadarını çalışanlara, şu kadarını tarıma, şu kadarını kamu yatırımlarına ve saireye harcayacaksınız. Bu tür bir toplumsal zenginlik varsayımı, zenginliğin maddi bir temeli olduğunu öngörür.
Burjuva iktisadı bu kadarına itiraz etmez zaten, ama para-sermaye biçiminde ölçülebilir hale gelen bu zenginliğin maddi ölçütü, onu para-sermaye olarak da soyutlanabilir kılan maddi temel konusunda hikaye anlatırlar; ama iş uygulamaya geldi mi, bu hikayeler biter: simyacılık işe yaramaz, hele hele emperyalistler namına tahsildarlık yapan IMF'de, kimya çalışır.
'Tüket Ey Türkiye '
Simyacılık malum, ideolojik alanda işler. O yüzden hükümetin yeni başı Recep Tayyip, 'Tüket Ey Türkiye' diye çığırdı. Ne olacakmış, tükettikçe üretilecekmiş. Ciddiyetimi yitirmekle yüz yüzeyim: yeteneğim olsaydı, yapacağım şey bunun üzerine mizah yapmak olurdu. Rahmetli Keynes bile dayanamaz, "evladım, bunun için senin kamusal kaynaklarını tüketecek olanlara aktarman gerekir, biliyorsun değil mi yavrum' derdi.
İşin daha vahimi medyanın bir bütün olarak bu önerileri ciddiye almasıdır. Medya, formül bulunmuş gibi yaptı. Belli ki niyetleri halkı avutmak, hükümete olan güveni sarsmamak. İnsan yaptığı işe inanır, sanıyorum ki, ekonomi sayfası hazırlayıcıları da bu piyasaya öyle inanır hale gelmişler ki, aman enfeksiyon kapmasın diye, bir perdelik Recep Tayyip Erdoğan güldürüsünü bile kurtuluş reçetesi olarak selamladılar. Amaç, piyasa öksürmesin.
Nasıl Tüketeceğiz
Varsayım şu: yastık altı para dolu. İnsanın, o kadar çok basarsanız, milletin de yastık altına koyma alışkanlığı oluşuyor diyesi geliyor ama, neyse: Bu varsayım yanlış. Bütçeye bakın. Yanlış olduğu görülür. Merkez Bankasına sorun, size kuruşu kuruşuna söyler, kimde ne kadar para var. Doğru olduğunu varsayalım. Yastık altı, evlendirilecek oğul için, alınacak ev için, cenaze için vs. biriktirilen üç kuruş paradır. Bu da Tayyip istedi diye harcanacak, yani psikolojik motivasyonla 'piyasaya girecek' para değildir; oğlan evlenirken, ev alınırken harcanacaktır zaten.
Tayyip, bir de ormanları satacakmış. Bak buna diyecek şeyimiz yok, satacak bir şey kalmayınca neyi satacaklar bilemiyoruz. Ayrıca, inşaat sektörünü canlandıracakmış. Yani malum, ihaleler, ihaleler.
Sonuç, son derece basit. Tayyip diyor ki, ey halkım, senin elinde avucunda ne varsa alacağım, bunların bir kısmı ile dış ve iç borcumu ödeyeceğim, diğer bir kısmı ile de işte bana bağlı zengin kısmı zayıf, ihale falan onları zengin edeceğim.
Neden bunu demiş oluyor? Çok basit: Eğer iç pazar merkezli bir iktisadi canlanma arzusu içindeyseniz (bakın sizin dilinizle yazıyoruz), öncelikle mevcut kaynakları çalışan çoğunluğa kanalize etmek zorundasınız. Kim tüketecekse, ki tüketen işçi, kamu çalışanı, çiftçi, küçük esnaf çoğunluktur, bütçenizde onlara hatırı sayılı bir pay ayrılmış olmalıdır. Bu da nasıl olur? Çok basit: para-sermayenin yoğunlaştığı kesime servet vergisi uygularsınız. Yaratacağınız kaynağı, çoğunluğa aktarırsınız.
Tayyip ne yapıyor: sadece tüket diyor, açık ki, çoğunluğu tüketecek kafaya koymuş.
Fakat, durum yine de o kadar karikatür ki, içimizden sadece, o da eğlencesine şöyle sormak geliyor: tüketmezsek olmaz mı? (SE/EK)