Bu yılın nisan ayında başlayıp mayıs ortalarına kadar devam edecek olan tabip odaları seçimlerinin ardından, oldukça fırtınalı ve yer yer bunalımlı geçen iki yılın sonunda Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) 76. Büyük Kongresi haziran ayında yapılacak. Tabip odaları seçimleriyle belirlenen delegelerin yeni merkez konseyi seçeceği bu kongre, geçmişin değerlendirilmesi ve geleceğin planlanması açısından da oldukça önemli değerlendirmelere sahne olacaktır.
Etkin Demokratik TTB çizgisi
TTB yönetimleri son 40 yıl boyunca Etkin Demokratik TTB (EDTTB) çizgisini temsil eden delegelerce belirlendi. Önümüzdeki büyük kongrede de bu geleneğin sürmesi bekleniyor. 1953 yılında kendi yasası ile kamu kurumu niteliğinde örgüt olarak kurulan ve kuruluş amacı itibarıyla dönemin iktidarlarınca kolektivist ve korporatist bir yapı olarak planlanan TTB, kısa bir dönem dışında hiçbir zaman bu tanıma uymadı. 1960’larda sosyal devlet kurulumunun sağlık ayağında oldukça halkçı ve ilerici bir tutum takındı. Aslen bürokratik yönetimlerinin takındığı bu tutum, bir anlamda neoliberal dönüşüm döneminde ilerici ama bürokratik bu yönetiminin değişimine de zemin hazırladı. 12 Eylül sonrasının karanlığından çıkılmaya çalışılan zamanlarda; Ankara’da temellerinin atıldığı genç, demokrat ve dirençli bir ekip öncülüğünde EDTTB heyetlerinin TTB’yi yönettiği dönem başlamış oldu.
Neoliberal dönüşümün sağlığı piyasalaştırmak ve bir temel insan hakkı olmaktan çıkarmak için adım adım uygulanan programı, her aşamasında EDTTB’nin yönettiği TTB tarafından analiz ve teşhir edilerek dirençle karşılandı. Sağlık hakkı mücadelesi, bu mücadelenin gerektirdiği politik duruş ve söylemle demokrasi ve barış mücadelesine de evrildi. Sağlık hakkının neoliberal dönüşüm sürecinde, emek mücadelesinden, insan hakları mücadelesinden, demokrasi ve barış mücadelesinden ayrı bir yerde durmadığı ortaya kondu. Bu dönemde demokratik kitle örgütleriyle ortak mücadele hatları örüldü. TTB, emekçi halkın gözünde saygın bir yer edinirken; özellikle mesleğin başındaki genç hekimler ile mesleki bağımsızlığını alınıp satılan bir meta olarak sağlığın üretim bandındaki bir aşama olmakla değişmek istemeyen daha kıdemli hekimlerden geniş destek gördü.
Bunların yanında, TTB çizgisini tamamıyla paylaşmasalar da hekimlerin büyük çoğunluğu, mesleki faaliyetlerinde sahiplendikleri etik tutumun, devlet bu tutuma karşı nasıl bir tepki gösterirse göstersin, ayrım gözetilmeden savunulacağını bilerek bu çizgiye güvendi. EDTTB zaman geçtikçe büyümeye devam ederken, herhangi bir siyasi yapının veya anlayışın tek başına kendini temsil ettiği bir çizgiyi asla kabul etmedi. Halkın sağlık hakkını neoliberal politikalara karşı savunmak ve iyi hekimliği bu değerler üzerinden tarif ederek hekim örgütünü bu anlayışla yürütmek isteğinde ortaklaşan pek çok aktivist kazandı.
1985’ten 2024’e uzanan süreçte, ülkenin yaşadığı dönüşümler, bunalımlar ve krizler hatırlanacak olursa; hiçbir dönemde yüzünü kızartacak bir politik tutarsızlık sergilememiş bir yapıyla karşı karşıyayız. Bu gerçeklik, sağlığı politikleştiren ama politik olarak asla araçsallaştırmayan bu tutumun nasıl korunduğu, nasıl geliştirildiği, nasıl örgütlendiği düşünüldüğünde, büyük bir emeğin, demokratik ve katılımcı bir zeminin varlığını ortaya koyar. Sağlık alanında geldiğimiz bu noktada, hekim örgütünün geliştirdiği mücadelenin neoliberal hegemonyaya karşı başarısını yalnızca nicel bir yaklaşımla değerlendirmek bir haksızlık olacaktır. Bu mücadele eksisiyle, artısıyla, hatasıyla ve sevabıyla içinde yer almış herkesin eseridir ve nitelik olarak devamlılığın ülkemizde az görülen örneklerinden biridir.
EDTTB, içinde barındırdığı siyasi eğilimler bağlamında asla homojen bir yapı olmamıştır. Herhangi bir örgütlü siyasi yapıyla organik bir ilişki geliştirmemiştir. Bu kadar uzun süre var olmasının esas nedenini belki de bu özellikte aramak gerekir. Bazen hekimlik alanındaki farklı çalışma alanları, bazen bölgesel özelliklerden doğan farklılıklar, bazen gelinen siyasi geleneklerden taşınan farklı bakış açıları, bazen yaş farkları, bazen beklenti düzeyi farkları, hatta kişilik özelliği farkları bu heterojen yapı içinde TTB’nin yönetimine ilişkin farklı görüşler geliştirmiş; ama bir yandan da korunan demokratik tartışma kültürü ve iç hukuka riayet eğilimi bu farkları bir avantaja çevirmiştir. Bu sol açısından takdire değer bir tarihtir.
Savaşı bir halk sağlığı sorunu olarak gören; sağlığı ücretsiz, eşit, ulaşılabilir ve sadece bir yurttaşlık hakkı değil, bir insan hakkı olarak tanımlayan; piyasalaşmanın da ötesinde özellikle son 10 yılda finanslaşan sağlık alanında kararlılıkla bir karşı hegemonik söylem ve ülke koşulları dahilinde eylem geliştiren bir örgüt yönetimi ortaya konmuştur. Sağlık alanında her zaman halkın ama en çok da en dezavantajlı grupların yanında olunmuş; bunun yanında hekim emeğinin değersizleştirilmesine karşı da hep kararlı bir duruş sergilenmiştir. Hekim hakları savunulurken mesleğin kutsallığı vb. gibi yarı mistik söylemlere sığınılmadan var olan durumun ekonomi-politik tezahürü çerçevesinde analizler ön planda tutulmuştur. Hekim emeği mücadelesinde hiçbir hekim dışarıda bırakılmamaya çalışılmış; asla bir statü ve/veya kimlik hiyerarşisine izin verilmemiştir. Öte yandan sağlığı ekip faaliyeti olarak gören bir yerden, sağlık alanındaki diğer emek örgütleriyle sıkı bir dayanışma geliştirilmiştir. En geniş tanımıyla tam bir iyilik hali olan sağlıkta sadece hizmet değil, sağlığı koruma kavramı en geniş haliyle politikleştirilmiştir. TTB’nin son 40 yılına bakıldığında, bugüne kadar getirdiği birikimi ortadadır. Bu büyük birikimin ülke ve dünya için değeri inkâr edilemez. Öte yandan bu birikim ve bunun ortaya konulma süreci kolayca gerçekleşmemiştir. Yukarıda EDTTB için sayılan avantajlar kaçınılmaz olarak içerdiği handikaplar ve heterojen bileşimi nedeniyle bazen dezavantaja dönüşmektedir. EDTTB bileşenleri arasında bazı dönemlerde ortaya çıkan yönetimsel ve stratejik görüş farkları, yer yer siyasi bir kümelenmeyle, özellikle TTB yönetim organlarının oluşturulması süreçlerini zora sokabilmektedir. Bu tür durumların ortaya çıkışı genelde ülkenin ve sağlık ortamının krizli dönemleriyle çakışmaktadır.
Etkin Demokratik TTB nereye?
İçinde bulunduğumuz dönem itibarıyla, hekimlerin genel olarak örgüte katılımında bir gönülsüzlük olduğu; tabip odalarına üye olma ve/veya faaliyetleri sahiplenme gibi konularda eksikliklerin ortaya çıktığı tespiti genel olarak kabul görmektedir. Ancak bunun nedenleri irdelenirken tam bir görüş birliği yoktur. Bazı EDTTB aktivistleri, son dönemdeki TTB faaliyetlerinin yönetsel tarzının bu sonucu doğurduğunu iddia etmektedir. Bu arkadaşlarımız, TTB’nin söylemlerinde hekimleri daha kapsayıcı bir yaklaşımın benimsenmesini, hatta diğer demokratik kitle örgütleriyle birlikte mücadele alanında bile seçici davranılarak sadece hekimlerin özlük hakları ve mesleki sorunları zemininde, elbette yine kamusal sağlık hakkı gözetilerek ama hekim sorunları ağırlıklı bir söylemin yaratılması gereğini sorunun çözümü için gerekli görmektedirler. Bu bağlamda, özellikle son yıllarda giderek artan bir şiddetle iktidar tarafından kriminalize edilerek, kapatılması dahi sık sık gündeme getirilen, başkanı ve sonrasında bütün merkez konsey üyeleri yargılanan bir TTB görüntüsünün, üyeleri ve hatta EDTTB çizgisindeki aktivistlerin yönetiminde olduğu tabip odalarını TTB’den uzaklaştırdığı tespiti yapılmaktadır. Böyle düşünmeyen aktivistler ise hükümetin bilinçli saldırısının bu sonucu doğurduğunu ve uzun yıllardır sürdürülen genel hattın dışında bir faaliyet yürütülmediğini, ayrıca ülkede giderek ağırlaşan demokrasi sorunu göz ardı edilerek örgütlenme ve eyleme eksikliğinin hekimler açısından sadece TTB’nin son dönemlerdeki söylemleriyle açıklanamayacağını belirtmektedirler. Bu görüş farklılıkları, tabip odaları seçimlerine giderken oluşturulan aday listeleri zemininde daha da berraklaşmaktadır. Bazı tabip odalarında bu zamana kadar EDTTB çizgisini beraber sürdürmüş olan aktivistler seçimlere farklı listelerde girmektedirler.
Ankara Tabip Odası (ATO) gibi büyük ve doğrudan ele geçirilmek üzere iktidarın hedefine koyduğu bir odanın seçim süreci maalesef bizim adımıza sorunsuz işlememiştir. EDTTB çizgisindeki aktivistlerin yer aldığı Çağdaş Hekimler grubu, bu zamana kadarki aday belirleme süreçlerinde titizlikle korunması gereken bir hukuk geliştirmiş olmasına rağmen, kendi içerisindeki bir grubun bu hukuku önemsemeyen ve tartışmayı reddeden anti-demokratik tutumu sonucunda aday belirleme sürecinde ortaklaşmayı başaramamıştır. Ankara’daki Mimarlar Odası ve Elektrik Mühendisleri Odası seçimlerindeki sonuçların ATO’da da yaşanmaması için, Çağdaş Hekimler’in meclisinde belirlenmeden oluşturulmuş bu listeye karşılık, bu grubun dışında kalan oda aktivistleri tarafından başka bir liste oluşturmamış ve seçime girecek olan bu listeye müsamaha gösterilmiştir.[1] Bu tutum, ATO’nun siyasi iktidara yakın anlayışların hakimiyetine girmesi riskine karşı koymanın daha öncelikli olması gerektiği kabulüne dayanmaktadır. Elbette, hukuksal ve geleneksel normlarımızı zorlayarak yönetsel bir hakimiyet arayanlar da bu normların zorlanmasına karşı çıkanlar da EDTTB içerisindedir. Ancak şimdiye kadar ortaya konan bütün EDTTB politikalarında neredeyse on yıllar boyunca bulunmuş ve merkez konseyde görev yapmış bir kısım aktivistlerin ortak hukuku ve geleneği zorlayıcı ve dışlayıcı tavrı dikkat çekicidir. EDTTB’nin neredeyse başından beri içinde olan ve bu sürecin içine girdiklerinde gencecik hekimler olan bu aktivistler, hekimlikten emekli oldukları bu geç dönemlerinde, kendi geçmişleriyle çelişen böyle bir tutum sergiliyorlarsa bunun önemsenmesi gerekmektedir. Bu tutumun kendisi bir özeleştiri olarak da görülebilir. Bu tutumlarının gerekçelerini, buna karşı çıkan yılların arkadaşları ve yoldaşlarıyla yüz yüze tartışmaktan kaçınıyorlarsa, bu özeleştirinin içinde bir miktar mahcubiyet barındığı da söylenebilir.
Önemsenmesi gereken nokta “Bir şey yapmalı”[2] başlığıyla bir deklarasyon yayarak varlıklarını ortaya koyan ve hekimlerin örgütten uzaklaşmasını TTB merkezine, doğrudan ya da dolaylı olarak bağlayan tutumun, deklarasyonlarında madde madde hekimlerle ilgili her alana ilişkin soyut/somut öneriler getirirken; halkın sağlık hakkıyla ilgili yalnızca tek bir maddeye yer vermeleri ve bu maddenin de aksayan muayene süreçlerine ilişkin olmasıdır. Zira TTB sağlıklı olma halini en geniş anlamıyla tanımladığında, basamaklandırılmış sağlık sistemi bu tanımın sadece bir bileşeni, muayene ve tedavi süreçlerine ilişkin önerileri ise bu bileşenin bir parçası olarak ortaya konmuştur. Elbette madde madde hekimlere ilişkin yapılan öneriler kıymetli olmakla birlikte; asistan hekim sayısındaki artışı, bir işgücü fazlası yaratma amacından soyutlamak; aile hekimliğine ilişkin önerileri basamak sistemini özel ve özelleşmiş kamu hastaneleri yararına ters çeviren, sadece muayeneye indirgenip işletmeleştirilen birinci basamak kavramını ortaya koymamak; işçi sağlığı alanını bir ücret ve iş güvencesi mücadelesinden öte ucuz emek ve iş cinayetlerini görmeden başlıklandırmak; özel hastanelerin finansallaşan sağlık sistemindeki tekelci yapısıyla tuttuğu yer konusuna dikkat çekmemek; hekime yönelik şiddet konusunda kışkırtılmış ve metalaştırılmış sağlık talebi patlamasını es geçmek aslında “bir şey” söylememek anlamına gelmektedir. Her alanda gençliklerinden emekliliklerine kadar bu kavramları irdelemiş, yönetici olarak söylemini kurmuş bu aktivistlerin bu tercihi bilinçsiz yapmadıkları açıktır.
İktidarın arzuladığı TTB
Siyasi iktidar tarafından hedef tahtasına konmuş TTB karşısında konumlandırılmaya çalışmak üzere kurulmuş olan hekim sendikalarının TTB’yi “ele geçirmek” üzere yürüttükleri faaliyet, nasıl bir TTB’nin istenmediğine dair ipuçları vermekte ve TTB’ye karşı yürütülen hamlenin stratejik bir zemini olduğunu göstermektedir. Şimdiye kadar güçlü olduğu illerin tabip odalarını yönetmek dışında TTB’de herhangi bir başarı kazanamayan siyasi iktidar, bu kez taktik değiştirmiş; TTB’nin kriminalleştime süreci ve hekim sendikalarının kuruluş süreçleri beraber yürümektedir. Hekimlerin değişik ve alabildiğine çeşitli istihdam şekilleri sorunların bütününü ve özünü görmelerine engel olmakta, her hekimi bulunduğu alanda yalnızlaştırmaktadır. Sınırsız medya ve iktidar gücüyle hekimlerin kendi örgütüne ulaşması engellenmekte; hekimler soyut söylemlerle ve aslında bir şey talep etmeyen sendikalara yönlendirilmektedirler. Bu strateji elbette nedensiz değildir. Neoliberal dönüşümün son halkasında, tıpkı eğitim gibi sağlık da bir finans alanı haline gelmekte; tedavi hakkı bir masraf kaleminde tanımlanmakta ve beklenen yaşam süresine fiyat biçilen bir aşama artık kamuoyunda genel bir tepki yaratmamaktadır. İktidar tüm bu süreçlerde yanında duracak, kendine direnç geliştirmeden korporatist bir yapıyla, aksine destek olacak bir TTB arzulamaktadır.
Sağlık alanının ve hekimlerin içerisinde bulunduğu durum EDTTB için de kaygı uyandırmaktadır. Ancak bu duruma ve saldırıya karşı salt popülist söylemlerle ulaşılabilecek en geniş hekim kitlesine ulaşmaya çalışarak karşı koymak, bir noktada anlaşılabilir olsa da yeterli ve yerinde bir taktik olması bakımından tartışmalıdır. Bu taktik yaklaşımın gözünden kaçırdığı politik gerçeklik şudur: Hekimlerle örgütleri arasındaki mesafe artarken, aslında hekimlerle halk arasındaki mesafe çok daha fazla artmaktadır. TTB’nin en geniş hekim kitlelerine ulaştığı dönemler aslında halkla en yakın olduğu dönemlerdir. Özellikle 2000’lerde halkın sağlık hakkı için yürütülen, geniş toplumsal kesimleri içine alan eylemlilik dönemleri TTB’nin hekimler arasında en fazla onay gördüğü dönemlerdir. Bu dönem ise iktidarın teşvik ettiği bir müşteri-esnaf ilişkisi biçimiyle yürümekte, bilinçli bir taktik olarak hekimler başta olmak üzere, muhalif olma potansiyeli taşıyan profesyoneller halktan ve taleplerinden uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Bu durumun bu insanlarda kavramsallaştırmadıkları bir duygusal kopuşa neden olduğu anlaşılmakta, yurtdışına hekimler de dahil beyin göçü olgusunun başlıca nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle hekimler önemlidir; zira iktidar ne yapmaya çalışırsa çalışsın hekimleri halktan tam anlamıyla soyutlamak pratikte imkansızdır. Hekimler bu ülkede herhangi bir meslekten, yapıdan, oluşumdan çok daha fazla defa halkla temas halindedir. Bu yıl itibarıyla hekime yıllık başvuru sayısı kişi başına dokuza yaklaşmaktadır. Hekimler yılda en az 850 milyon defa bu ülkenin halkıyla görüşmekte, onları tedavi etmekte, toplumsal süreçlere tanık olmakta, kültürel ve bireysel anlamda etkileşime girmektedir. Bu geniş temas alanının çıktılarını politize etmek ise hekim örgütüne düşmektedir. İşte iktidarın TTB’ye karşı saldırısının amaçlarından birisi de bunu engellemektir. Aslında hekimler bu ülkede neoliberal dönüşümde en çekinilesi meslek gruplarından birisidir ve örgütlendikleri ölçüde üretecekleri karşı hegemonya, siyasi iktidar için büyük bir tehdittir. İşte EDTTB yönetimindeki TTB deyim yerindeyse bu büyük ‘’telgrafhane’’nin beyni olmaya çalışmayı 40 yıldır bir politik gelenek haline getirmiştir. Yeterli veya yetersiz kalınmasından öte, ana strateji doğru görünmektedir. Hele dijitalleşme çağında ve post-truth ortamında gerçek, bilimsel, etkin, insanca, yaygın sağlık hizmeti verilmesi ve sağlıklı olma halinin koşulları için en yaygın haliyle mücadele edilmesi bir meydan okuma halinde TTB’nin ve dünyadaki benzerlerinin önünde dururken; bir şey söylemeyen yarı mistik, popülist söylemlerle elde tutulması başarılacak bir TTB, hekimler ve halk için bir Pirus Zaferi olacaktır. Hekimlerin, EDTTB çizgisinin belki de en önemli bileşeni olan Ankara’daki Çağdaş Hekimler’in ambleminde olduğu gibi ülkenin yüreğine stetoskoplarını koyup duyduklarını dürüstçe ve cesurca değerlendirerek bir strateji çevresinde birleştirilmeye çalışılması önemlidir. Neoliberal hegemonya ve anti-demokratik baskıcı ortama karşı mücadele edilirken dayanılacak en gerçek güç budur.
Farklılıklar zenginliğimizdir
Bu tartışmalar elbette EDTTB’yi zenginleştiren, güçlendiren bir süreç olarak ilerlemelidir. Hiçbir taktik farklılık, politik bir kopuş nedeni değildir. Kamuoyunun da bunu böyle bilmesi, özellikle demokrat kamuoyunun gerek duyduğunda katkı sunmaktan çekinmemesi gerekir. Önümüzdeki TTB Büyük Kongresi’nde, bu hareketli ve yapıcı tartışmalar ortamında, farklı taktikler tartışılıp yukarıda bahsedilen görevlere hazır, farklılıklarıyla bütünleşip zenginleşmiş bir merkez yönetim oluşacaktır.
Görüldüğü gibi sadece “bir şey” değil, yapılacak çok şey vardır. En yapılmaması gereken şey ise halkın ve ülkenin yüreğinden uzak durmaktır.
*Bu yazı 28 Nisan 2024'te sendika.org'da yayınlanmıştır.
(ES/RT)