Öncelikle Trump’la ilgili bir belirsizlik durumundan bahsetmek zorundayız. Çünkü açıklanmış net bir iç ve uluslararası politika yok. Burada konumuz iç politikayı da önemli ölçüde biçimlendiren 1893 Havai darbesiyle açıktan başlayan ABD’nin yayılmacı politikalarında bir değişikliğin olup olmayacağı. Şu an bu konuda sadece olasılıklar üzerine konuşabiliriz. Fakat bu varsayımların dahi Trump dışında sınırları var. Kısaca uluslararası politika için bu limitleri çizen kurumlar Pentagon, CIA, Dışişleri Bakanlığı ve onlar üzerinde etkin olan özellikle savaş ve petrol endüstrisini yöneten sermaye kesimleri. Uyumsuzluk halinde John F. Kennedy‘nin akıbeti ortada duruyor.
Amerikan demokrasisini aralarında senatörlerinde bulunduğu ağırlığı bürokratlardan oluşan yüz kadar kişinin belirlediği biliniyor. Yasa yapıcılarının fiili rolününse bu elitin önünü açan kolaylaştırıcı bir işlev gördüğü, dolayısıyla ülkenin egemen sınıflarının bazen dolayıma da ihtiyaç duymadan işlerini yürütmeleri belirgin gerçekler arasında.
Ortadoğu’da bazı olasılıklar
Trump’ın Ortadoğu’da Esad ve Rusya ile uzlaşma içinde çözüm vaatleri arasında yer alsa da şu ana kadar yürütülen politikadan yüz geri etmesi yakın vadede olasılık dışı. Bu mesele sahadaki gelişmelerin paralelinde yani ABD açısından yenilginin belirginleşmesi ve kabullenilmesiyle ancak mümkün olabilir. Sonuçta yukarıda sıraladığımız kesimler, savaşın sürmesi konusunda ısrarcı olacaklardır. Dolayısıyla önümüzdeki dönem Ortadoğu politikasının nasıl şekilleneceği aynı zamanda ABD içi kurumların çekişmelerinin de yansımasını bulacağı bir kapsamda olacaktır.
Uzlaşmacı bir çözüm yani yenilginin kabullenilmesi ABD açısından 2. Dünya Savaşı sonrası şekillenen hegemonik pozisyonun hemen olmasa bile kaybının yolunu açar ki bu fazlasıyla sancılı bir geçiş ve yeni bir denge durumu arayışı için bütün dünyanın seferber olması anlamına gelir. Yani bir anlamda bugünkü yaşadığımız, özellikle militarizmi tırmandıran halin daha da güçlenerek gündeme gelmesi kaçınılmaz olur.
Trump ve Ortadoğu meselesinde iki önemli başlık daha var. Bunlardan biri iki devletli çözümü dışlayan, dolayısıyla Filistin halkının katledilmesinden başka bir çözüm öngörmeyen Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması. İsrail, Amerikan siyasetinde her zaman önemli bir yere sahip. Nitekim onca sıkıntılı tablo çizilmesine rağmen Obama yönetiminin giderayak İsrail’e milyarlarca doları bulan on yıllık askeri yardımı garanti altına alması bu durumun göstergelerinden biri.
Trump da seçildiğini öğrendiği gün İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu ilk fırsatta görüşmek üzere ülkesine davet etti. Bu durum en azından İsrail aleyhine pek bir gelişme olmayacağı aksine Filistin halkını yok sayan yaklaşımın, ABD elçiliğinin Kudüs’e taşınabileceğini bize gösteriyor. Böyle bir şekilleniş bugüne kadar gerçekte Filistin halkının geleceği ile ilgili bir kaygı duymayan, ama kullanışlı olduğu ölçüde homurdanmayı da elden bırakmayan bölge diktatörlüklerinin bir kere daha ikiyüzlülüklerinin belgeleneceği bir süreci tetikleyebilir. Ama bu durumu anlamak için bütün bunlara gerek yok. Halihazırda her gün Filistin halkına dönük İsrail devlet terörü aralıksız sürerken, egemen basınlarında haber dahi yapmayarak bu durumu zaten kutsuyorlar. Benzer işlerle meşgul olduğu için malum şahıstan da artık “van münit” sayıklamaları falan duymanız olasılık dışı.
Aynı zamanda “menfaat dünyası”nın aklı (1) dahilinde yapılan yeni askeri anlaşmalarla (İsrail, Almanya’dan yaklaşık 1.3 miyar euro tutarında, nükleer silah kapasitesi bulunan denizaltılar almayı gündeme aldı) militarize bir güç olan, kendi medyasını da baskı altına alıp yandaşlaştırarak, bütünüyle bölgede şiddetin üretildiği merkezlerden birine dönüşen İsrail devletinin sorgulanamadığını da göreceğiz.
Bir diğer sorunsa İran’la yapılan nükleer anlaşmasının Trump tarafından tanınmama olasılığı ki bu epeydir Suudi Arabistan ve müttefikleri aleyhine bozulan durumun yeniden tesisi arayışını gündeme getirir. Aynı zamanda bugüne kadar iyi kötü IŞİD ile mücadeleyi de kapsayacak tarzda şekillenen dengelerin de alt üst edilmesi anlamına gelecektir. Ama sonuçta İran’la gelişen ilişkiler özellikle Batılı şirketlerin çıkarlarının boy attığı bir zeminde gündeme geliyor. Bu yüzden kolay kolay tercih edilecek bir politika olamaz.
Ama bugünkü dünyanın halinde en olmaz denilenlerin olabileceğini görüyoruz. Bu yüzden İran’la ilişkilerin özellikle İsrail ve Suudilerin zorlamasıyla yeniden tanımlanması mümkündür. Dolayısıyla bugüne kadar hem Kürtler açısından oluşan “sabitler” (2) değişebileceği gibi Erdoğan rejiminin oyun alanına da pozitif yansımaları olacaktır.
Bahsettiğimiz şeyler elbette olasılık, fakat bu olasılıklar dahi hayat bulduğu takdirde Trump’ın iddialı görünmeyen dış politika vaatlerine rağmen özellikle Ortadoğu’da yoğunlaşan savaşın alanını genişletmesi kaçınılmazlaşacaktır. Yani bir anlamda bir süre sonra H. Clinton pekala “fikri iktidarda, kendisi tekaüt ” takımından sayılırsa şaşırmayın.
Trump politikalarını yalnız belirlemeyecektir. Ama tarihte bireyin elbette her zaman bir “yeri” vardır. Bu çerçevede Trump’ın bu yazıda sıraladıklarımızı geçersizleştirebilecek potansiyeller barındıran pragmatist bir iş adamı olduğunu da unutmayalım.
Klişelerle yapılan değerlendirmeler
Yukarıda biraz benim de yaptığım gibi bu durum kolayca vazgeçilebilecek bir şey değil. Çünkü öncelikle konforlu. Ama çoğunlukla yanıltıcı oluyor. Seçim öncesi yayınlanan fakat yaşam tarafından yanlışlanan anketler de olduğu gibi.
Bu yüzden somut durumu anlamaya çalışmak, tarihe yaslanmaktan her zaman daha önemli. Örneğin ABD müesses nizamının Trump’ı da idare edip edemeyeceği şu an bir soru. Hele hele son yıllara damgasını vuran, başarısızlıktan başarısızlığa savrulan bir güç odağı pozisyonundaysanız bu iş daha da zor olabilir. Bunu zamanla göreceğiz.
-----------------------------------------------------------
(1) Menfaat dünyasının aklı, örneğin Hindistan’a milyarlarca dolarlık silah satarken, Hintli yöneticilere ülkelerinde yaşanan açlığa, yoksulluğa (sadece Başkent Yeni Delhi’de evsiz 100 bin kişinin olduğu belirtiliyor), temiz su ve havaya (Geçtiğimiz hafta içerisinde Yeni Delhi’de okullar hava kirliliği nedeniyle üç gün tatil edildi) duyulan hasrete, cinsel şiddete ne zaman ve nasıl son vereceklerini sormuyor. Bu mesele başka biçimlerde de olsa İsrail ve Türkiye için de geçerli. Mesela bizim memleketin meseleleri konusunda “hassas” Alman yönetimi daimi müşteri Erdoğan rejimi kendisinden silah alımlarında 25’incilikten 8. sıraya tırmanırken bir anda düşünme yetisini kaybedebiliyor, insani duyarlılıkları kolayca çöpe atabiliyor. Tabii silah alımında ilk sırada yer alan ve muhteşem demokrasisiyle göz kamaştıran Suudi hanedanlığına ise soru sormak zaten abes olurdu.
(2) ABD ile ilişkilerde Suriye Kürtleri açısından oluşan sabitler var mı sahiden? Görünür şeyler şunlar ABD kendi savaşında gerek TSK gerekse de YPG’yi sahada askeri olarak görmek istiyor. Buna karşın Kürtlerin bölgedeki geleceğine dair herhangi bir taahhüdü yok, aksine federasyon vb. tarzı çözümlere karşı olduğunu söylüyor. Bu yüzden Trump’ın fi tarihinde ettiği bir lafa dayanarak, Kürtler için umutlu tablolar çizmek falcılıktan öteye bir anlam ifade etmez. Sonuçta Kürtlerin geleceği askeri-politik mücadelenin konusu olmayı sürdürecek. (AS/EKN)