ABD Başkanı Trump’ın ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıdığını açıklaması üzerine patlak veren kriz, Türkiye’de son günlerin siyaset gündemini önemli ölçüde belirledi. Benzer krizlerde farklı biçimleri yaşandığı üzere, bu kez de siyasi iktidar ve iktidara yakın çevrelerin Kudüs’ün statüsüyle ilişkili duyarlılığındaki samimiyet, geçmiş pratikler üzerinden sorgulandı.
Mesela Mavi Marmara anlaşmasının diplomatik teamüller çerçevesinde başkent Tel Aviv’de imzalanması gerekirken, Kudüs’te imzalanmış olduğu öne sürülerek, Kudüs’ün böylelikle zaten Trump’tan önce AKP tarafından başkent olarak tanındığı da iddia edildi.
Bu görüşe göre, AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Rıza Sarraf davası ve Man Adası ile ilişkili olarak kamuoyunun tepkisini çeken gelişmelerin yaşandığı bir dönemde Kudüs meselesine sarılmıştı. Bu çerçevede de samimiyetten uzak bir biçimde İslam aleminin hassasiyetleri kışkırtılmakta ve Kudüs üzerinden iç politikadaki krizler unutturmaya çalışılmaktaydı.
Bu tartışmalar sürerken, sosyal medyada önemli bir mesele de, özellikle son dört yılda ardı ardına gerçekleştirilen seçimler ve referandum süreçlerinde, tarafsızlık ilkesini tümüyle bir tarafa bırakarak AKP televizyonu gibi iş gören TRT televizyonu etrafında yaşandı.
TRT Çocuk’ta 2014 yılında yayınlanan Rüzgar Gülü adlı bir yarışma programında “İsrail’in başkenti neresidir?” sorusuna verilen “Kudüs” yanıtının doğru kabul edildiği ortaya çıktı.
Bundan da öte, Nisan 2017’de TRT’de yayınlanan bir haber bülteninde geçen alt yazıda da yine Kudüs’ten İsrail’in başkenti olarak söz edilmişti.
Sosyal medyada infial yaratan bu bilgiyi Milli Gazete açığa çıkarmıştı. Elbette TRT iddialara cevap vermekte gecikmedi.
Yapılan açıklamada “TRT ‘Kudüs’ konusunda; Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikası doğrultusunda ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın görüşlerini merkeze alan bir yayın yapmaktadır” dendi.
Bu programların sorumluları ile TRT’nin yollarının ayrıldığı ve bu kişilerin işlerine son verildiği de açıklamada ifade edildi.
TIKLAYIN - "TRT Açıklaması Malumun İlanı; İlginç Olan Bunun Gizlenmemesi"
Açıklamanın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilişkili kısmı, TRT’nin “tarafsızlık pozisyonunu” çoktan terk ettiğini ifşa ediyor olsa da, maalesef yapılan bu açıklamaya TRT bakımından bir talihsizliktir diyemiyoruz.
TRT uzun zamandır bildiğimiz anlamıyla “talihli” bir açıklama zaten pek yapmıyor. TRT ya da başka herhangi bir kamu kurumu elbette Kudüs’ün statüsü gibi bir konuda Türkiye Cumhuriyeti politikalarından farklı bir politika benimseyemez ve farklı bir tanıma/tanımama ilişkisi içinde olamaz.
Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti politikalarından bağımsız bir görüşü de elbette belirtilen örneklerde görüldüğü şekilde kamusallaştıramaz. Bu programlarda yapılan şeyin bir hata olduğunu düşünmek en akla yatkın olan durumdur. Sorun bu noktada değildir. Fakat TRT’nin bunu ifade biçimi biraz sorunlu.
Yapılması gereken en doğru şey; bu iki örnekte de bir kasıt olmadığı, en fazla hata, dikkatsizlik ya da ihmal olarak değerlendirilebilecek bir durumun yaşandığı ve benzer bir olayın tekerrür etmemesi için de bundan böyle gereken gayretin gösterileceği belirtilerek kamuoyundan özür dilemek olabilirdi. Bunun yanında da TRT’nin ya da herhangi bir kamu kurumunun Türkiye Cumhuriyeti politikalarından farklı bir biçimde bir ülkeyi tanıma ya da tanımama durumunun söz konusu olamaması gibi, bir ülkenin başkentiyle ilişkili olarak da resmi politikalardan farklı bir tutumu benimsemesinin ve bu şekilde bir bilgiyi kamusallaştırmasının da mümkün olmadığı belirtilebilirdi.
TRT bunun yerine kamu yayıncılığı ile devlet yayıncılığını birbiriyle eşitlediği izlenimi veren bir açıklama yapmış, devlet politikalarını ve bundan da öte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşlerini merkeze alan bir yayıncılık yaptığını ifade etmiştir. Her ne kadar cümlenin başına “Kudüs konusunda” ifadesi konulmuş olsa bile ifadenin devamı, TRT’nin kamu yayıncılığı ilkelerini ihlal eden, kamu yayıncılığını devlet televizyonu (hatta devlet bile değil, hükümet ya da parti televizyonu) olmaya eşitleyen bir anlayışı dışa vurduğu izlenimini güçlendirmiştir.
Kamu hizmeti yayıncılığı esas olarak kamu yararını ticari çıkarların ve siyasi iktidarların çıkarlarının üzerinde tanımlayan ve yayın ilkelerini bu yararın güçlendirilmesi üzerine temellendiren bir yayıncılık anlayışıdır. Bu çerçevede bakıldığında da sadece BBC ya da TRT gibi kamu yayıncıları tarafından benimsenen bir anlayışı ifade etmez aslında. İletişim hakkı, habere erişim hakkı, ifade ve düşünce özgürlüğü gibi haklar ve özgürlüklerle ilişkili bir alan olarak yayıncılığın, ister ticari ister kamu yayıncılığı olsun, tümünün ardında bu anlayışın olması gerektiği de bu alanda güçlü biçimde savunulan bir görüştür.
Ancak bir yayıncılık anlayışı olarak değil bir yayıncılık sistemi olarak baktığımızda, kamu yayıncılığı, finansmanında yurttaşların ödediği vergilerin, ruhsat ve bandrol ücretlerinden elde edilen gelirlerin önemli bir yekun tuttuğu, nüfusun en geniş kesimine ulaşmayı hedefleyen ve birçok farklı türü yayın akışı içinde barındıran dengeli bir programcılığı sürdürme gayretindeki bir yayıncılıktır (Türkiye’de elektrik faturalarından yasa ile belirlenen bir pay da TRT’ye aktarılıyor). Kar amacı öncelikli bir amaç değildir. Kamu yayıncısı bu ve benzeri ilke ve kriterler çerçevesindeki bir yayıncılığı sürdürmekle yükümlüdür.
Kısacası kamu yayıncılığı finansmanında kamu kaynaklarının önemli olduğu bir yayıncılıktır. Bu finansman düzeni de kamu yayıncısının sermaye çevrelerine olduğu kadar siyasi iktidarlara da bir mesafe koyabilmesini, yurttaşın ve kamunun çıkarını gözetmesini garantilemek amacındaki bir düzendir. Dolayısıyla kamu yayıncılığında devletin değil yurttaşların çıkarlarını korumak esastır. Gündelik hayatta devlet, siyasi iktidar ya da hükümet çıkarlarıyla yurttaş çıkarlarının her zaman örtüşmediği ve yurttaşların bunlara karşı haklarının korunmasının gerektiği pek çok durum söz konusudur.
TRT’nin açıklamasındaki esas sorun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görüşlerinin merkeze alındığı bir politika yapıldığı biçimindeki ifadeyle ilgilidir. Her ne kadar “Kudüs” konusunda denmiş olsa bile, TRT’nin bu konuda son yıllardaki sicili dikkate alındığında, bu ifade ile genel bir yayın politikasının tarif edildiği kaçınılmaz olarak düşünülüyor. Bu da haklı olarak eleştirileri beraberinde getiriyor.
TRT’yi muhatap alan bu eleştiriler yeni değildir. Bununla birlikte TRT’nin artık içeriği, sınırları ve gündemi neredeyse tümüyle AKP tarafından ve hatta giderek daha fazla Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yönlendirilen bir yayıncılık yaptığı yönündeki itirazlar giderek artıyor. AKP hükümetleri döneminde sadece habercilik, tartışma programcılığı ve seçim dönemi yayıncılığı değil, drama programcılığı, televizyonda yayınlanan filmler ve diğer eğlence içerikleri de AKP’nin restorasyon ideolojisiyle uyumlu olmaya yöneliyor. Yönelmek zorunda bırakılıyor.
Sonuç olarak Erdoğan’ın partili bir Cumhurbaşkanı olması, Kudüs’le ilişkili TRT açıklamasını -bu itirazlar da dikkate alındığında- daha sorunlu bir hale getiriyor.
TRT örneğinde olduğu gibi ticari yayıncılık alanında da “yandaşlığın” temel ilke olduğu, “yandaş” olmayan yayın kuruluşlarının genel bir kamuya seslenme imkanının hemen hemen hiç kalmadığı ve muhalif seslerin medya alanında gettolaşmaya itildiği düşünüldüğünde, Kudüs’le ilişkili açıklamayı da sadece Kudüs’le ilişkili bir açıklama olarak görme imkanı da zayıflıyor. (SÇ/EKN)