Bizden önceki solcu kuşakların ilk göz ağrılarından biri Cezayir'dir.
Fransız sömürgeciliğine karşı kanlı bir bağımsızlık savaşı veren ve bunun ağır bedelini, bir milyona yakın kayıpla ödeyerek 1962'de başarıya ulaştıran Cezayir ve Muhammed Ahmed Ben Bella, uzun yıllarını cezaevlerinde geçiren "eski tüfek" komünist büyüklerimizin ağızlarından hiç düşmezdi. Tabii Türkiye'nin Birleşmiş Milletler'de (BM) Cezayir'in bağımsızlığı oylamasında verdiği çekimser oyla Fransa lehine tavır almasını acı acı anımsatılarak.
1960'lı yılların ortalarında Mihri Belli'nin eşi Dr. Sevim Belli Türkiye'de iş bulmakta zorlanınca, çalışmak üzere iki küçük çocuğunu yanına alıp Cezayir'e gitmişti.
Sevim Belli, daha sonra kaleme aldığı Boşuna mı Çiğnedik başlığı altında topladığı anılarında, bağımsızlığını yeni kazanmış Cezayir'de geçirdiği yılları, 1965'te Ben Bella'nın Genel Kurmay Başkanı ve yakın arkadaşı Bumedyen'in yaptığı askeri darbeyi, Sevim Belli'nin Komunist arkadaşlarının tutuklanışını, kendisinin sorgulanışını uzun uzun anlatır.
Ben Bella o yılların uluslararası bağımsızlık kahramanlarından biriydi. Askeri darbeden sonra, 1980'de İsviçre'ye sürgüne gönderilinceye kadar 15 sene ev hapsinde tutulmuştu.
10 yıl İsviçre'de, Lozan'da kalmış, ancak 1990'da Cezayir'e dönmesine izin verilmişti.
Şimdilerde 93 yaşını geçen ve çeşitli uluslararası barış aktivitelerine öncülük eden Ben Bella'nın bizim toplantıya katılacağını duyunca, sabaha karşı 03.00 de Cezayir'e uçup, iki gün içinde geri dönme projesinin olası güçlüklerinin hiçbir kıymeti kalmadı.
Toplantıyı düzenleyen İşçi Partisi (Hizb al-Ummal, PT) ve onun cerbezeli lideri Louisa Hanoune hakkında Şadi Ozansü'nün verdiği bilgileri, internet bilgileriyle zenginleştirdikçe heyecanımın arttığını itiraf etmeliyim.
Cezayir'den 40 yıl önce emperyalizme karşı kurtuluş savaşı vermiş Türkiye'nin siyaset dünyasında solun esamesi okunmazken, Cezayir'de adıyla sanıyla bir Troçkist Parti son seçimlerde yüzde 6 civarında oy alıyor ve parlamentoya 26 milletvekili sokuyor.
Cezayir ki, son yılların en kanlı İslamist iç çatışmaların içinden geçip 2011 başındaki gıda fiyatlarının artması üzerine patlak veren ve Arap Baharı rüzgârlarıyla çok geniş kitlesel boyutlara varan gösterileri suhuletle atlatmış ve 19 yıldır devam eden olağanüstü hal rejimine ancak geçtiğimiz şubat ayının ortalarında son verebilmişti.
9 Aralık 2011 sabahı başkent Algiers havalimanına indiğimizde hava daha yeni aydınlanıyordu.
Karşılamaya gelenlerle ancak Şadi'nin Fransızcası yardımıyla iletişim kurabildik. Daha sonraki günlerde de, İngilizcenin pek işe yaramadığını gördük.
Sokakta Fransızca ve tabii Arapça dışında geçerli dil yoktu. Bu arada oransal olarak bizdeki Kürt nüfusuna yakın (% 20) bir azınlık olan Berberi'lerin kültürel, etnik ve dilsel haklarının yeterli derecede tanınmadığını, bizdekine benzer ağır baskılar söz konusu olmasa da Berberi azınlığın anadillerini kamu alanında kullanamadıklarını, siyasi temsil haklarının tam verilmediğini öğrendik.
Başkent Algiers'i (Cezayir) hepimiz biraz İzmir'e benzettik. Büyük bölümünde sömürge döneminden kalma, süslü cepheleri balkonlarından sarkan çamaşırlar, klimalar, salkım saçak antenlerle eski görkemini yitirmiş, caddeye bakan alt katları kemerli yüksek çarşı geçitleri halinde cadde boyunca uzayıp giden, kirli beyaz renkte çok katlı binalar göze çarpıyor.
Aynı binalar zengin semtlerde daha temiz ve bakımlı, yoksul semtlerde daha döküntü.
Cezayir direnişinde kanlı sokak eylemlerinin yaşandığı yoksul Arap Mahallesi (Kasbah) kentin görülmeye değer birkaç yerinden biri.
Liman seviyesinden daracık dik yokuşlar ve düzensiz merdivenler boyunca zorlu bir tırmanışla ulaşılabilen, bitişik nizam eski yapılarla kaplı. Direniş günlerinde militanların damdan dama atlayarak Fransız askerlerinden kolayca kurtulabildiği bu semt, yabancılar için pek güvenli değilmiş.
Bu yüzden bize partili bir arkadaş rehberlik ediyor. Daracık geçitler, desteklerle ayakta duran yıkılmak üzere eski binalar arasından geçerken, kısmen derli toplu bir binanın önünde, güler yüzlü, başı takkeli yaşlıca bir adamla karşılaşıyoruz.
Bina dört kuşaktan beri adamın ailesinin işlettiği bir hamammış. Bize akıcı bir Fransızca ile hemen köşe başında geçen ve Cezayir direnişi ile ilgili ünlü filme konu olan bir olayı büyük bir heyecanla anlatıyor.
Bu, Acil Enternasyonal Konferans adıyla yapılan toplantıda Cezayir İşçi Partisi (PT) ile Cezayir İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (UGTA) çağrısıyla 10-11-12 Aralık'ta bir araya geldik.
Sidi Said'in genel sekreterliğini yaptığı UGTA ciddi kitleselliğine rağmen Tunus proleter devrimine önayak olan UGTT'den daha radikal bir işçi konfederasyonu. Barındırdığı onbinlerce petrol işçisinin gücü nedeniyle aynı zamanda Dünya İşçi Sendikaları Konfederasyonu (WTUC) üst yönetiminin üyesi.
Konferansa Afrika ülkelerinin neredeyse tamamından, Libya'ya müdahale edip Kaddafi'nin öldürülmesine katkıda bulunan bütün NATO ülkelerinden, Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD), ABD işgalindeki Afganistan, Irak ve Filistin'den, tabii ki Mısır ve Tunus'tan toplam 300 civarında delege katıldı.
Türkiye delegasyonunda Korkut Boratav, Ahmet Tonak, Ertuğrul Kürkçü, Şadi Ozansü ile birlikte beş kişi olacaktık. Kürkçü Meclis'teki bütçe tartışmalarında yüklendiği sorumluluklar yüzünden konferansa katılamadı.
Korkut Boratav'ın delegasyonumuz adına yaptığı konuşma yoğun ilgi topladı. Yerel ve bölgesel televizyon kanalları, gazeteler Boratav'la söyleşiler de yaptılar, konuşmasına yer verdiler. Ozansü de ayrıca bir konuşma yaptı.
Toplantı, bir yönüyle antiemperyalist dayanışma heyecanını kamçılayan, bir yönüyle de dış müdahale endişesi içindeki Cezayir'in hüzünlü telaşını dışa vuran duygu atmosferini yansıtıyordu.
Toplantıda ön planda İşçi Partisi ve ülkenin en güçlü sendika konfederasyonu görünmekle birlikte, hükümetin desteği açıkça hissediliyordu.
Kürsünün arkasında Başkan Abdülaziz Buteflika'nın mütevazı boyutlardaki bir portresi göze çarpıyordu
Kısaca, 19 yıldır devam eden sıkıyönetim rejimini daha yeni kaldırmış ve hızla demokratik reformlara yönelmiş olan "Ulusal Kurtuluş Cephesi (National Liberation Front -NLF) iktidar, dış müdahale tehlikesine karşı bir Troçkist Parti aracılığıyla uluslararası destek talebinde bulunuyordu. Toplantının bana en çarpıcı görünen yönü buydu.
Şadi de, NLF'nin katılmak zorunda kalmasının nedenleri arasında toplantıya katılımının güçlü oluşunu, ve bizzat FLN iktidarının kendisini emperyalizm karşısında zayıf hissetmesi ve hem yerel hem de uluslararası anti-emperyalist güçlerden destek alma isteğine bağlıyor.
Konferans dili esas olarak Fransızca olduğu için yine Şadi'den aktarıyorum.
"Toplantıda Kaddafi'nin araçlarını ABD insansız savaş uçaklarının vurduğu, buna karşılık ölümünün linç sonucu değil doğrudan bölgedeki Fransız komandoları tarafından gerçekleştirildiği konuşuldu.
"İsveç delegasyonu Libya operasyonunun bütün elektronik alt yapısının İsveç hava kuvvetlerince sağlandığını ifade etti.
"Portekiz delegasyonu NATO'nun Portekiz hükümetinden Libya'ya askeri müdahaleye diğer NATO ülkeleri gibi katılmasını istediğini, ancak Portekiz ordusunun "biz 1974 devrimine katıldık ve anayasamıza bundan böyle hiçbir sömürge ya da yarı-sömürge ülkeye müdahalede bulunmayacağımız maddesini yerleştirdiğimizden Libya'ya müdahale edemeyiz" cevabını verdiğini iletti. "
"Arap Baharı"nı temsil eden Mısır ve Tunus delegeleri, "dış müdahaleye karşı tavır alırken, içerdeki diktatörleri kollamamak gerektiğini" vurgulayan konuşmaları her seferinde İşçi Partisi Başkanı Louisa Hanoune tarafından uzun ve yer yer öfkeli yanıtlarla dengelenmeye çalışılıyordu. (GG/BA/NV/IC)