Bu sene 29. kez düzenlenen Trieste Film Festivali zengin programındaki nitelikli yapımlarla seviyesini yükseltti. 18-28 Ocak tarihleri arasında gerçekleşen etkinlik hem seyirci kapasitesi hem de prestij açısından kendini aşarak kentin gözbebeklerinden Politeama Rossetti'ye adeta terfi etmiş oldu.
Memleket Mart'taki genel seçimlere gayet karmaşık bir süreçten geçerek hazırlanırken, bölgenin çalışkan politikacılarından Debora Seracchiani yoğun programına rağmen festivali onurlandırmaktan imtina etmedi, İtalya'nın kültüre verdiği önemin devam edeceğini belirtti. .
Yarışma dahilinde veya programın çeşitli bölümlerine serpiştirilmiş birçok belgesel dünyanın birçok etkinliğinde olduğu gibi Trieste Film Festivalinde de belgesel sanatı alanının nasıl genişlediğini kanıtlıyordu.
Fakat seyrettiklerim içinde beni derinden çarpan ve etkilerini halen üzerinden atamadığım, diğerlerinden çok farklı iki belgesel oldu: Yönetmenliğini Tommaso Mottola'nın üstlendiği, başrolünde eşi Görild Mauseth'in oynadığı Karenina ve Ben (Karenina & I) ve bir sinemacı olarak kendini aşıp, memleketimizdeki kapkaranlık bir tabloyu evrensel dile sahip bir sanat eseri haline getiren Gürcan Keltek'in Meteorlar'ı.
Tolstoy klasiği deyip geçme
Özellikle televizyonda yıllar boyunca seyrettiğim Anna Karenina uyarlamaları sonrasında Tolstoy'un eserine daha fazla tahammül edemeyeceğimi düşünürken birkaç sene önce Keira Knightley'in başrolünde oynadığı versiyon kaçmaz demiştim. Üstelik En Karanlık Saat adlı son filmiyle Oscar yarışında adı geçen usta yönetmen Joe Wright turnayı gözünden vurmuş, kendine has bir sinema şöleniyle gönlümü bir kez daha fethetmişti.
Trieste Film Festivali öncesi belgesel hakkında pek bir şey bilmesem de Karenina ve Ben adlı eserin fragmanı da içimde hoş duygular, tatlı bir heyecan uyandırmadı değil.
Etkinliğin ana mekânlarından Teatro Miela'da film gösteriminden önce sahneye çıkan yönetmen Mottola ve bilhassa Görild Mauseth hepimizi etkisi altına almayı başardı. Gerisi çorap söküğü gibi geldi desem yalan olmaz. Yıllar boyunca Norveç'te piyesi defalarca oynamış olan Görild Rusya'dan gelen teklifle Karenina'ya Rusça oynamaya karar veriyor. Memleketinden yola çıkarak Vladivostok'a kadar sürecek çok uzun bir yolculukla Tolstoy'a daha da fazla yakınlaşmaya çalışıyor.
Oyuncu olmak zor zanaat
Belgeselin çekici tarafı Görild'in kamera karşısındaki rahatlığı, eşinin çektiği bir belgeselde kendini samimiyetle teşhir etmesi. Bizi oyuncu bir kadının kişisel dünyası, zaafları, tasaları, hırsları ve başarısızlıklarıyla karşı karşıya bırakan eser aynı zamanda Tolstoy'un Karenina'ya yüklediği kişisel travmalarıyla da bir kez daha yüzleştiriyor.
Rus dilinin fonetik özellikleriyle mest edip Philip Glass, Lars Årdalveya Michael Nyman'la kâh coşturup, kâh hüzünlendiriyor. Gürül gürül sesiyle Liam Neeson Tolstoy'un ta kendisi oluveriyor, Rusya hakkında bilgilenirken aynı zamanda dev yazarın personasının dehlizlerindekilere de vakıf oluyoruz…
Çok katmanlı, estetik ve duygu yüklü film Trieste'de ayakta alkışlandı. Sinema'nın koridorunda karşılaşınca, sıcak duygu paylaşımlarından asla kaçınmayan Görild'le yıllardır tanışıyormuşçasına sarılıp öpüştük. Sonradan fuayede edeceğimiz uzun sohbette Karenina ile Görild'in daha da derin bir bağ oluşturmasına imkân tanıyan aynı yaşlardaki oğluyla çocukluğuma döndüğümü, bir anne ile oğul arasındaki aşkın güzelliğini bir nimetin tüm cömertliğiyle perdede paylaştıklarını belirttim. Trans-Sibirya demiryolu hattında Rusya halklarıyla edilmiş sohbetler, istasyonlardan alınmış ev yapımı yiyecekler ve kendisinin sularında yüzerek hacı olup benim sadece vagon penceresinden görebildiğim Baykal Gölü'nün büyüsü…
Karenina ve Ben kendi klasmanında bir meteor gibi; yalnız belgesel meraklılarını değil, oyunculuk, tiyatro, edebiyat, psikoloji ve daha birçok konuda, genel olarak Türkiye'de de seyirciyi tatmin edecektir.
Kürdistan'a meteor yağmuru
Avrupa'nın deneysel belgesel film piyasası denince akla gelen festivallerden Fid Marseille, Koloni adlı yapımla Gürcan Keltek'i kısa zamanda ustalaşmış bir sinema yönetmeni olarak tanımama fırsat vermişti. Kıbrıs'ın toplu mezarları gibi zorlu bir konuyu objektif olduğu kadar etkili bir biçimde işleyen, üstelik bunu estetik bir belgesel haline getiren Keltek kurmacaya geçti dediklerinde, Türkiye'nin belgesel dünyası bir değerini mi yitiriyor diye düşünürken üzerime adeta Meteorlar yağdı!
Katıldığı festivaller ve aldığı ödüllerden de anlaşılabileceği gibi Keltek'in ortaya çıkardığı eser sinema sanatının gayet geniş bir spektrumuna sahip, teferruatlı bir çalışmanın yetkin bir ürünü. Görsel bir tecrübe, psikolojik bir imtihan...
İnsan acımasızlığının örneklerinden, aciz dağ keçilerine yönelmiş avcı dürbünleri, namluları ve seyirciyi yavaş yavaş saran tedirginlik, zamanla arttırılan gerilim ve vahşet…
Kürdistan coğrafyasında 2015 yılında yoğunlaşan baskı, saldırılar, şiddet ve yıkım; akabinde altüst olmuş hayatlar, acı yüklü Kürtçe bir metin…
Havada uçuşan patlayıcı maddelere benzer meteor görüntüleri, hipnotik sekanslarla sanki savaşa ara veriliyor; başka evrenlerden çok daha engin zamanlara, sonsuzluklara yol alabiliyoruz, varoluşumuzu sorguluyoruz…
Hızlı bulutlar tutulmuş bir güneşin önünden geçiyor, Nemrut'un heykellerine gün doğuyor...
Keltek'in filminde akan görüntüler, olası semboller hakkında daha yazılacak çok şeyler olabilir ama söylenecek bir şey varsa o da, yönetmenin bir görüntü ve atmosfer cambazı haline dönüştüğü. Gürcan öncelikle siyah-beyazda kontrastın hakkını verip renkliyi hiç aratmıyor.
Çeşitli kaynaklardan elde ettiği birçok görüntüyü kendi görüntüleriyle harmanlayıp taşlarını özenle döşediği bir bilinçaltı yolu açıyor.
Minimal tınılarla da olsa, yerinde, dozunda ve gerekli şiddette müziklerle seyirciyi içine alıp, bir süre orada hapsediyor, sonrasında da uzun süre tamamıyla salmıyor; meseleye tefekkürle eğilmeye, sanki sorumluluk almaya çağırıyor…
Filmin kurmaca bölümü diyebileceğimiz kısmının yüzü Ebru Ojen bana o yaşlardaki Aslı Altan'ı, biraz da Şerif Sezer'i hatırlatıyor, coğrafyanın acı yüklü yüzlerini.
Filmi seyrettikten kısa bir süre sonra Trieste'de günlerce sürecek ateşli bir gribe yakalandım. Bana bir gece boyunca sürmüş gibi gelen bir kâbusta, güya çekmiş olduğum bir belgeselin iki farklı montajı hakkında karar veremiyor, defalarca iki versiyonu izleyip hangisinin daha isabetli olduğuna bir türlü karar veremiyordum. Ama kesinlikle emin olduğum husus, iki versiyonun da Meteorlar'ın tarzına çok benzediği: Kâbus gibi zamanlar geçirdiğimizi kimse inkâr edemez. (MT/EKN)
* 29.Trieste Film Festivali'nin sonuçları için tıklayın.