Bu sene 19 - 27 Ocak tarihleri arasında 35. kez tertip edilmiş olan Trieste Film Festivalinin ödülleri geçtiğimiz Cumartesi gecesi kentin tarihî binalarından şaşaalı Teatro Politeama Rossetti’de sahiplerine verildi.
Festivali organize eden Alpe Adria Cinema derneğinin başkanı Monica Goti ve etkinliğin Sanat Direktörü Nicoletta Romeo’nun sunduğu upuzun ödül töreninden sonra salonu hıncahınç doldurmuş olan kalabalık seyirci topluluğu Nazi zulmüne farklı bir pencereden bakan İlgi alanı (The zone of interest) adlı filmi ilgiyle izledi. Filmekimi’nde İstanbul seyircisiyle buluşmuş olan ve Türkiye genelinde 23 Şubat’ta gösterime girmesi beklenen Jonathan Glazer imzalı zehir zemberek film son dönemlerin revaçtaki aktrisi, ödüllü Sandra Hüller’in performansıyla da ön plana çıkıyor.
35. Trieste Film Festivalinde yer almış, Frauke Finsterwalder’in yönetmen koltuğunda oturduğu, gayet eğlenceli Sissi ve ben (Sisi & ich) adlı filmde Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Elisabeth’in nedimesi rolünde de Hüller unutulmaz bir performans sergiliyordu.
En iyi belgesel ödülü
Festivalin belgesel yarışmasının Opificio Neirami tarafından sunulan ödülü Shoghakat Vardanyan’ın çektiği Ermenistan yapımı 1489 adlı filme layık görüldü. Daha önce IDFA’da ödüller kazananan film şu anda devam etmekte olan Göteborg Film Festivalinde de yer alıyor.
Nagorno Karabağ savaşı sırasında kaybolmuş olan asker kardeşini arama sürecini anbean belgeleyen genç yönetmen Vardanyan, ödülünü ebeveyniyle yaşadığı acılı sürece rağmen barış mesajı içeren sözlerle kabul etti ve filmin tüm dünyada benzer trajedilerle karşılaşan insanlara ümit vermesini diledi. Yaralarının kapanması imkânsız gibi görünse de seyirciyi sarsan belgeselin ailenin katarsisine giden yolda mühim yer tuttuğunu da belirtti.
Hangi vatan?
Aynı yarışmada Özel Mansiyona layık görülen belgesel askerliği tam manasıyla masaya yatırmış Anavatan (Motherland) adlı film oldu. Dünyanın diktatörlükle yönetilen ülkelerinden Belarus ordusunda oğlunu kaybetmiş bir annenin askerliği sorgulamasını ön plana çıkaran belgesel ne yazık ki artık gündemden düşmüş olan totaliter bir rejimi layıkıyla eleştiriyor.
Alexander Mihalkovich ile Hanna Badziaka’nın imzasını taşıyan filmde koltuğunu bir türlü bırakmayan devlet başkanı Aleksandr Lukaşenko’nun geniş bir kesim tarafından hiç sevilmemesine rağmen icraatına güvenlik kuvvetlerinin baskı ve şiddetiyle devam ettiğine bir kez daha şahit oluyoruz.
Belgesel estetiğini layıkıyla yakalayan film, protestolarda yer alan insanlara bilhassa tatbik edilen birbirinden vahşi işkencelerle tüm dünyada tepki görmüş, özgürlük karşıtı bir devlet hakkında her şeye rağmen ifşa edici cesur eserlerin çekilebildiğinin de ispatı.
Trieste Film Festivalinin programında yer alan Agniezska Holland imzalı Yeşil hudut (Zielona granica/Green border) adlı filmde Belarus-Polonya sınırında karşılıklı görev alan askerlerin sığınmacılara çektirdikleri eziyet de acımasız hükümetlerin boyunduruğundaki orduların vahşet seviyesini gözler önüne tekrar seriyordu.
Joyce fetişizmi mi?
35. Trieste Film Festivalinde kentin şaşaalı mazisinde mühim yer tutmuş İrlandalı yazar James Joyce hakkında iki filmden biri Kürtçe uzmanı Kawa Nemir’in kahramanı olduğu, Aylin Kuryel ve Fırat Yücel imzalı, gayet enteresan Ulysses çevirmek (Tradurre Ulisse) adlı belgeseldi. Festivalin Sanat Direktörü Romeo’nun şahsen beğenip festivale mutlaka dahil etmek istemiş olduğu filmin gösteriminde hazır bulunan geniş spektrumlu kalabalık seyirci topluluğunun edebiyata ilgisi kadar siyasete de alaka gösterdiği kesindi.
Oysa aynı günün sabah seansında gösterilen, Joyce’un sinema macerasına eğilmiş Kino Volta’nın seyircisinde çoğunluk, kentin coşkulu Sloven azınlığındaydı. Martin Turk’un yönettiği filmin esas kahramanlarının Trieste’deki Sloven tiyatrosunun önde gelen simalarından müteşekkil olmasının bunda payı muhakkak ki yüksekti.
O zamanlar Trieste’de öğretmenlikle iştigal ederken zar zor geçinen Joyce’un, sinema hususunda öncü kentin dört varlıklı tüccarıyla işbirliğine girerek Dublin’de bir sinema salonu açma girişimi hüsranla sona ermiş olsa da, belgeselin tümüne neşe ve mizah hâkimdi diyebilirim.
Kentin İtalya’ya dahil olması sonrasında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu görkeminden çok şey kaybedildiğinin artık bilincinde olan Triesteliler için nostalji dendiğinde akan suların durduğu zaten biliniyor. Bunun farkında olan filmin yaratıcıları maziyi muhtelif biçimlerde hissettirecek sekansları peş peşe sıralamışlar, siyah-beyaz görüntüleri günümüzle harmanlayarak gayet eğlenceli bir kolaja imza atmışlar. Mümkün olduğunca çeşitli sinema tekniklerini karma senaryolu teatral bir altyapıya oturtarak sunarlarken film, kıvrak montajıyla da Trieste odaklı ortalama eserlerle kıyaslandığında çok daha zevkli bir seyirliğe evriliyor.
Müzik sadece ruhun gıdası mıdır?
Ambasciatori sinema salonunu festivalin son sabahı dolduranlar ise Trieste’nin müzik tayfasıydı.
Farklı etnisitelerin asırlar boyunca iç içe yaşadığı kentte çokça rastlanan cinsten, melez müzisyen Alfredo Lacosegliaz hayata erken yaşta veda etmiş fakat unutulmaz izler bırakmıştı. Goran Bregoviç adı daha kimse tarafından duyulmamışken belgeselin kahramanı yalnız Trieste’ye değil, gittikçe içine kapanmış tüm İtalya’ya Balkan müziğini yakından tanıtan bir öncü olmuştu.
Geleneksel tınılara, halk şarkılarına, folklora olduğu kadar deneyselliğe de alaka gösteren sanatçı anlaşıldığı kadarıyla kendine has bir karaktere sahip olsa da etrafına topladığı müzisyenlerin onu minnetle anmasını sağlamıştı.
Yönetmenliğini Ennio Guerrato’nun, geleneksel biyografik belgesel klişelerini snobe etmeden kotardığı Kurtların ötesinde (Al di la’ dei lupi) adlı film, Trieste’nin ve genel anlamda İtalya solunun yakın tarihini seyirciye aktarırken Trieste’li olmanın ne demek olduğunu da hissettiriyordu.
Kariyeri boyunca bilhassa siyasi içerikli olanlar dahil, çeşitli projelere katkıda bulunan Lacosegliaz’ın ürettiklerinden, Paolo Rumiz‘in İstanbul ayvası (La cotogna di Istanbul) adlı eserinin müziklerini de unutmamak lazım. Trieste Müzik Evinin önde gelen siması Gabriele Centis, aktör, müzisyen, şarkıcı ve tiyatro yazarı Moni Ovadia gibi meşhurlara rağmen belgeselde müteveffa Lacosegliaz’ı gene de en süslü sözcüklerle anan fazlasıyla parlak gazeteci, yazar ve gezgin Rumiz oldu.
Askerî yürüyüşlere asla uymaması için Lacosegliaz’ın aksak ritmleri inadına seçtiği de birkaç defa dile getirildi. En çok Ortadoğu müziklerinde karşımıza çıkan aksak ritmlere zaten tahammülü olmayan Batılı kulakları farklı evrenlere, en azından bir süreliğine taşımış olan Lacosegliaz hakkındaki belgesel Trieste coğrafyasının titreşimlerini merak edenlere ve bilhassa müzisyenlere tavsiye edilir.
Festivalin mükâfatlandırılmış filmleri hususunda teferruatlı malumata buradan ulaşabilirsiniz.
(MT/AS)