Farklı etnik gruplara ait halkların iç içe yaşadığı Yugoslavya’da savaş çıktığında tecavüz stratejik olarak uygulanmıştı. Aynı köyde veya mahallede yaşayan komşuların veya arkadaşların bile birer tecavüzcüye dönüşmesi bir yana, aile içinde din veya mezhep farklılıkları yüzünden inanılması güç dinamikler yaşanmıştı.
Savaş sonrası birçok kadın travmasıyla tek başına kalmış, hatta bazıları muhtelif suçlamalarla aşağılanmış, dışlanmış ve toplum dışında yaşamaya mecbur bırakılmıştı.
Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen savaşta tecavüze uğrayan ve muhtelif biçimlerde işkenceye tabi tutulan kadınlar travmalarını atlatmakta fazlasıyla zorlanıyor.
Uzmanlardan müteşekkil bir rehabilitasyon grubunun mevzubahis kadınları güçlendirme programında yaşananlar tecavüzün ne kadar derin izler bıraktığını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Kadın sinamacı Vedrana Pribačić’in yönettiği Travmadan Büyük (Veće od traume/Bigger than trauma) adlı belgesel mevzuya parmak basarken erkeklerin tecavüz ettiği kadınların meşakkatli yolculuğuna eşlik ediyor.
2022 Hırvatistan yapımı 90 dakikalık film, ülkesinde muhtelif ödüller kazandı, Toronto’nun prestijli Hot Docs Festivali'nde yer aldı.
Tecavüz ve işkence mağduru kadınların psikolojik sağlıklarına tekrar kavuşabilmesi için tatbik edilen “Travmamdan çok daha fazlasıyım” adlı program seyirciyi bilinmezliklerle dolu karanlık bir dünyaya sürüklüyor, yakalanması neredeyse imkânsız somut verilerin yokluğunda kaybolan ruhların acısına ortak ediyor.
“Güven duygumu yitirdim!”
Filmin odağına aldığı coğrafya Hırvat ve Sırp halklarının beraber yaşadığı Yugoslavya’nın merkezî bölgelerinden biri. Aynı dili konuşan, aralarında sadece mezhep farkı olan iki halkın birbirine karşılıklı barbarca davranışı dışında, kadınların etnik aidiyetlerinden bağımsız olarak erkek savaşçıların kurbanı olduğunu görüyoruz.
Belgeselin takip ettiği rehabilitasyon grubundaki kadınlardan Sırp kökenli tek katılımcının ister istemez kendini azınlıkta hissetmek gibi alınganlıkları gayet anlaşılır. Fakat seanslar ilerledikçe gerginlikler azalıyor, kadınlar güçlendikçe, ruhları temizlendikçe, birbirlerinin farklılıklarını kabul ederek uyumun, huzurun, barışın geleceğini dillendiriyorlar.
Belgeselde yakından takip ettiğimiz tecavüz mağduru kadınlarla birlikte bizim içimizde de, iyileşmenin nereden başlayabileceği hususunda en başından itibaren şüpheler doğuyor. Hatta seansları yürütenlerin samimiyeti ve profesyonelliği hakkında kuşkuya bile kapılabilirsiniz.
Neyse ki yıllar boyunca kimseyle paylaşılamamış, sır gibi saklanmış acı gerçeklerin yüksek sesle dile getirilmesi, ilk adım olarak faydasını gösteriyor.
Katılımcılardan biri artık kimseye güvenemediğini, savaşın güven duygusunu yitirmesine sebep olduğunu söylüyor. Kimisi kendini hiçbir yere ait olmayan bir ördek yavrusuna benzetiyor.
Küçük bir çocuk gibi travmasıyla yüzleşmekten geri durduğunu, belki tam da bu yüzden travmanın tekrar tekrar yaşandığını belirten de var.
Toplumun onları utanç duygularıyla ezdiğini, korkunun bir türlü silinmediğini ifade ediyor, tecavüzün bir savaş stratejisi olarak tatbik edildiğini söylüyorlar.
Üstelik adalet bir türlü yerini bulmadığı için tecavüzcüleri ve işkencecileriyle sokakta karşılaşmaya devam etiklerini de belirtiyorlar.
“Savaşlardan sonra gazilerin hikâyeleri çok anlatılır; kadınlar hakkında nedense pek konuşulmaz…”
Köylerine hırsızlık ve talana gelmiş silahlı çapulcuların kendi ırkından kadınları korumaktan âciz olmaları bir yana, onları köleleştirerek çirkin emellerine uzun süreler boyunca alet ettiklerini de öğreniyoruz.
Fazlasıyla dingin bir belgesel
Başlarda pek de verimliymiş gibi görünmeyen seanslarda, unutulmak istenen tecavüz travmasının aslında kadını kendinden ayırdığını, muhtelif hastalıklara dönüştüğünü ve çözülmesi imkânsız bir düğüm gibi hayatları zapt ettiğini görüyoruz. Travmanın tekrar tekrar yaşandıktan sonra sürecin tamamlanması gerektiğini söyleyen uzmanlar öznelerine yaklaşmakta zorluk çekseler de zamanla mesafe katediyorlar.
Etrafında sadece karanlık gören, mutlu olmaktan korkan, öfkesini bir türlü yenemeyen, endişeli ruh halinden kurtulamayan ve sakinleşmek istemeyen kahramanlarımız yavaş yavaş adeta şifa buluyorlar.
Ne de olsa herkesin aslında her şeyi bildiği ve dikkatle sakladığı toplumsal yalan dinamiği çoktan deşifre edilmiş vaziyette.
Bir zamanlar ellerinden gurur ve haysiyetleri alınmış kadınların daha iyi bir istikbal için ileriye bakabilme gücüne tekrar sahip olabildiğini görüyoruz.
Temasın, el ele tutuşmanın, birbirine sarılmanın, şefkatle yüklü bedenlerin sıcaklığını karşılıkı hissetmenin gücü adeta perdeden taşıyor; güven duygusu aşılamanın, empatiyle dolup birbirini desteklemenin ve dayanışmanın faydası bir kez daha ispatlanıyor.
Böylesine hassas bir mevzu binbir engele rağmen işlenirken, gönül isterdi ki film sona yaklaştığında kahramanlarımızdan birinin çok özel duygusal açılımı sırasında kendimizi beklenmeyen misafir gibi hissetmeyelim.
Mahrem olanı ifade etmekte seneler boyunca zaten zorluk çekmiş kadına resmen sokulmuş kamera yüzünden seyirci adeta kontrpiyede kalıyor; bir sır gibi saklanmış mazideki korkunç olaya vâkıf olması beklenen seans arkadaşlarından tek bir kadın söz konusuyken, filmi izleyen herkes ortak ediliyor.
Filmin sonunda bizi üzen bir ek bilgi, erkek tecavüz mağdurlarının da katıldığı dördüncü rehabilitasyon seansından sonra ne yazık ki güçlendirme faaliyetlerinin ödenek eksikliğinden askıya alınmış olması.
Tabii ki en mühimi, belirli bir sayıda olsalar da, hür olmayı hak etmediğini düşünen fertlerin özgürlüklerini doyasıya yaşamaya başlamaları, değişimden korkmamaları, travmaları geride kalmış bir yaşamdan dolu dolu zevk almayı öğrenmiş olmaları.
Çünkü onlar travmalarından daha büyük olduklarının farkına varmış insanlar!
(MT/EMK)