“Suriye’de bir duvar yazısı: “Gitmeden evvel, kalmak için her şeyi yaptığımı bil.”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Salı günü Meclis’teki CHP Grup Toplantısında çeşitli konulara değinen bir konuşma yaptı. Konuşmasında Suriye’deki savaştan kaçıp ülkemize sığınmak zorunda kalan mültecilerin durumuna dair pek çok şey söyledi. Ancak söylediği şeyler gerçek durumu yansıtma ve topluma doğru mesajlar verme açısından çok sorunlu. Konuşmasında kullandığı pek çok ifade nefret suçu olarak değerlendirilebilir.
Konuşmasında geçen bir bölümü aşağıda sunuyorum.
“… Bizim çocuklarımız, bizim evlatlarımız, Anadolu’nun gariban ailelerinin çocukları Suriye için gidiyorlar, Suriye’de şehit oluyorlar. Onların gençleri? Türkiye’de. Nasıl oluyor bu? Üstelik iş bulup çalışıyorlar. Bizim evlatlarımız, bizim çocuklarımız işsiz, onların işi var; sigortaları yok, düşük ücretle çalışıyorlar, bizim çocuklarımıza iş kapısı kapanmış durumda. Nasıl oluyor bu? İşsiz genç arkadaşım, hâlâ isyan etmeyecek misin? Hâlâ demeyecek misin “Artık yeter, ben bu düzene hayır diyorum” demeyecek misin? Hayır diyeceksin. Hadi diyelim ki Suriyeliler geldi, olabilir, savaştan kaçtılar, hiç itirazım yok, alırsın kamplarda tutarsın. 81 ilde Suriyeli var arkadaşlar, bunları niye kamplarda tutmuyorsun? Bakalım bunlara kamplarda, yemeğini, aşını verelim. Esnafın yanında iş yeri açıyor. Açsın mı? Açsın. Bizim esnafımız vergi veriyor, Suriyeli esnaf vergi vermiyor. Bu mudur rekabet? Esnaf kardeşim, hâlâ uyanmadın mı? Sen de hâlâ bu düzene “Hayır” demeyecek misin? Sen de hayır de.
Şimdi diyorlar ki “Suriyelilere vatandaşlık hakkı vereceğiz.” İnsaf ya! İnsaf! Vatandaşlık hakkını niye veriyorsun, hangi gerekçeyle veriyorsun? İstiyorsa sözüm söz, Suriyelilere vatandaşlık verilsin mi, verilmesin mi referanduma gidelim, bu kadar açık, bu kadar net. Hep demiyorlar mı “Millet bilir, millet bilir…” Milletten korkma kardeşim, gel, Suriyeliler için referanduma gidelim. Milletten korkmayacaksınız, korkmayacaksınız, bizim gibi.
Suriyeliler için kaç lira harcadık? 36 milyar lira, eski parayla 36 katrilyon lira. Bizim vatandaşımız hastaneye gider sıra bekler, Suriyeli sıra beklemez. Bizim vatandaşımız hastanede, eczanede para öder, Suriyeli ödemez yani bizim vatandaşımız kendi ülkesinde ikinci sınıf vatandaş. Sevgili vatandaşım, bu düzene hâlâ “Hayır” demeyecek misin?”
Bu konuşma öyle çok sorun içeriyor ki insan hangisine değineceğini şaşırıyor. Yine de önemli görünen bazılarına sıra ile değinmek istiyorum. Bunu yapmak pek çok soru sorulmasını da gerekli kılıyor.
Aşağıda yer alan soruların muhatabı Kılıçdaroğlu. Ama bu soruları sadece ona değil partide bu konuların gerçek sahiplerine de sormak daha uygun olur. Dolayısıyla aşağıdaki soruları Selin Sayek Böke’ye (Ekonomi Politikalarından Sorumlu Başkan Yardımcısı), Zeynep Altıok Akatlı’ya (Partinin İnsan ve Doğa Haklarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı), Öztürk Yılmaz’a (Dış İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı) ve Yasemin Öney Cankurtaran’a (Tanıtım ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı) da yöneltmeyi uygun buluyorum.
Sorular ve yanıtlar
Basit soruları sormaktan vazgeçtiğimizde muhakeme yetimizi yitiririz; yanıtlarını aramaktan vazgeçtiğimizde ise erdemimizi. Soruların altına aklım fikrim yettiği ölçüde kısaca kendi yanıtlarımı da yazacağım. Parti yönetimi tenezzül edip de bir açıklama yaparsa hangi konularda neden farklı düşündüklerini görmek mümkün olacak.
Suriye’deki savaş ve göç
1) Kılıçdaroğlu askerlerimiz Suriye’de şehit olurken “onların” yani “Suriyeli gençlerin” ülkemizde hiçbir savaş riskine girmeden yaşadıklarını ve üstelik bir de işe girip işsiz gençlerimizin hakkı olan işleri aldıklarını söylüyor. Şubat ayı başında CHP’nin Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz da yine aynı konuda çok sorunlu bir açıklama yaparak “Türk askerleri Suriye El Bab’da şehit olurken, Türkiye’de askere alınabilecek yaşta Suriyeliler, kafelerde, publarda Türk kızlarıyla geziyor.” demişti. Yılmaz’ın militarist, ırkçı ve cinsiyetçi ifadeleri tek bir cümle içinde toplayan bu sözlerinin üzerine Kılıçdaroğlu’nun önceki gün yaptığı açıklamaların da eklenmesi üzerinde ciddi bir şekilde durulmasını gerekli kılıyor.
CHP Suriye’ye asker gönderilmesi konusundaki tezkereye evet demekle yapabileceği bütün muhalefet imkânlarını baştan tüketmişti; ama partinin bu konudaki söylemlerinin nefret suçu olarak görülebilecek bir noktaya kadar gelmesi CHP yönetiminin Suriye’deki savaşı ve yol açtığı sorunları doğrulukla analiz edemediğini düşündürüyor.
Ülkemizdeki iktidar partisi olan AKP’nin Suriye’de savaşı körüklediği ve desteklediği cihatçı gruplarla savaşın şiddetlenmesine neden olduğu gerçeği ortada dururken CHP’ye yüklenmeyi yanlış bulanlar olacaktır. Ama CHP’nin bu tip söylemlerinin de savaşa hizmet ettiğini, savaş dediğimiz olguyu tetikleyen unsurlardan birinin insanları birbirine düşüren, birbirinden nefret etmesine yol açan söylemlerin toplumda zemin bulması olduğunu düşünüyorum. Bu zemini oluşturmamak kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan bir siyasal partinin mecburiyetidir; ev ödevidir.
Basit sorular: “Suriye’de savaşın içinde olmak nasıl bir şeye benzer? Suriye’de savaş nedeniyle yaşanan yıkım onarılabilir türden midir? Savaşın bitmesi ile şimdi mülteci olan insanların hayatlarına kaldıkları yerden devam etmeleri mümkün müdür?”
Bu insanlar Suriye’den savaş yüzünden kaçmak zorunda kaldı; ülkemizde gezmek tozmak amacıyla bulunmuyorlar. Suriye’de yaşanan savaşın ne kadar yıkıcı sonuçlara yol açtığı ve tersine bir göçle her sorunun çözülmeyeceği savaş bittiğinde görülecek. Bu konuya biraz geniş yer ayırmak gerekiyor.
Irak ve Suriye’de yaşamak zor olacak
Pentagon yaptığı bir dizi çelişkili açıklamadan sonra Suriye’de seyreltilmiş uranyum esaslı silah kullandığını kabul etti. Bu korkunç silahın ne miktarda kullanıldığını bilmiyoruz henüz.
Seyreltilmiş uranyum zırhlı silahları, sığınakları imha etmekte kullanılan mermi ve bombaların yapımında kullanılan yüksek düzeyde toksik ve radyoaktif bir kimyasal madde. İnsanlarda kansere neden olduğu ve bebeklerin çeşitli anomaliler ile doğmasına neden olduğu belirtiliyor. Irak savaşında Amerikan ordusu tarafından kullanılmış ve ülkenin büyük bir kesiminde ciddi ve kalıcı bir radyoaktif kirlenmeye neden olmuştu.
Irak’ta çatışmalar hâlâ bitmediği için ülkenin ne kadarlık kısmının ve ne düzeyde bir nükleer kirlenmeye maruz kaldığı bilinmiyor. Ancak Basra, Felluce gibi büyük kentlerde nükleer kirliliğin insanlara bulaşmasına bağlı olarak oraya çıkan kanser vakalarının sayısında anormal artışlar var. 2013'de yayınlanan bir çalışmada atılan mermi ve bombalardan saçılan radyoaktivite miktarının Çernobil’den 100 kat daha fazla olabileceği belirtiliyor. Basra ve Felluce gibi kentlerde doğum kusurları ile ilgili vaka sayısında savaş öncesi döneme kıyasla 17 kat, bazı kanser vakalarında ise 12 kat artış olduğu bildiriliyor.
Günümüz savaşlarında kullanılan çeşitli silahlar toprak ve su kaynaklarında kalıcı kirlenmelere neden oluyor. Harap edilen kentlerde yıkılan binalardan pek çok zehirli kimyasal madde açığa çıkıyor.
Örneğin İsrail’in saldırıları sonucunda binaları, yolları, petrol depolama tesisleri başta olmak üzere çeşitli işyerleri yıkılan veya zarar gören Gazze’de; bu yıkım sonucunda hangi zehirli kimyasalların açığa çıktığını ve bu zehirli kimyasalların toprak, hava ve su gibi ortamlarda ne miktarlarda bulunduğunu belirlemeye yönelik bir çalışma gerçekleştirildi.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından yapılan çalışmada Gazze bölgesinden toplanan toprak örneklerinin tamamında pek çok toksik kimyasalın yanısıra asbest kalıntısı da tespit edildi. Üstelik bazı toprak örnekleri beyaz asbeste (Chrysotile) kıyasla 500 kat daha kanserojen olan mavi asbest (Crocidolite) parçacıkları ile kirlenmişti.
Sadece savaşın yol açtığı yıkım değil önümüzdeki on yıllar içinde şiddeti giderek artacak kuraklık da sorunu daha karmaşık bir hale getirecek. Türkiye, Irak ve Suriye’nin içinde yer aldığı coğrafi bölgenin önümüzdeki 20-30 yıl içinde iklim değişikliği nedeniyle su varlıklarının en az üçte birini kaybedeceği tahmin ediliyor. Hollanda’daki “Pax” adlı sivil toplum kuruluşu, Suriye’deki doğal çevrenin büyük bir bölümünün kalıcı bir şekilde harap edilmiş olduğunu ve düzelmesinin uzun yıllar sürebileceği tahmininde bulunuyor.
Savaş bütünüyle bittiğinde Irak ve Suriye’nin toksik kirlenme nedeniyle hayata ne kadar elverişsiz bir hale geldiğini göreceğiz. Saha çalışmaları yapılmadan ne düzeyde bir kirlenme olduğunu söylemek zor. Ama savaşın yol açtığı kirlenmeye maruz kalan Irak’taki Basra ve Felluce gibi bir zamanların büyük kentlerinde yaşanan ciddi halk sağlığı sorunları olacakların bir habercisi gibi. Dolayısıyla çatışmalar bitse de bu ülkelerdeki göç dalgası tıpkı Irak’ta olduğu gibi bitmeyecek. İnsanlar bir zamanlar yaşadıkları ama artık yaşamaya elverişli olmayan, kendilerini, çocuklarını hasta eden köylerinde, şehirlerinde kalmaktan kaçınacaktır.
Referandum meselesi
2) Kılıçdaroğlu “Suriyelilere vatandaşlık verilsin mi, verilmesin mi referanduma gidelim, bu kadar açık, bu kadar net” ifadesini kullandı.
Basit sorular: “Vatandaşlığa kabulü referanduma bağlamak insan hakları açısından doğru bir yaklaşım mıdır? Bunu nasıl temellendiriyorsunuz? Ülkemize sığınan insanların vatandaşlığa kabulünü düzenleyen bir yasa hâlâ neden yoktur?”
Ülkemize gelen sığınmacı, göçmen ya da mülteci olarak tanımladığımız insanları temel hak ve hürriyetlerinden mahrum edemeyiz. İnsan hakları dokunulamaz haklardır. Ülkemizdeki mültecilerin vatandaşlığa kabul edilip edilmemesi konusu referanduma götürülemez. Götürülmemelidir. Yaşam hakkı oylama konusu yapılamaz. II. Dünya Savaşı’nda Almanya’da yaşayan Yahudi ve Çingenelerin soykırımına uzanan süreç o insanların önce vatandaşlıktan çıkarılması ile başlamıştı. Şu an yürürlükte olan hukuki mevzuat ülkemize Avrupa dışından gelen sığınmacılara hukuki mülteci statüsü vermeyi reddederek onları kayıtlı sığınmacı statüsünde tutmakta ve bir yere yerleşmek, çalışmak, eğitim görmek gibi en temel haklarından mahrum etmekte. Mülteciler Avrupa Birliği ile Türkiye arasında birer pazarlık ya da şantaj konusu olarak kullanılmakta. Ülkemizdeki mültecilerin kaçak tekneler ve uyduruk botlarla hayatlarını yitirme pahasına Akdeniz ve Ege denizine açılmalarının en önemli nedeni bu. Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek için “Kıyıya Vuran İnsanlık” kitabı okunabilir.
Yapılacak en doğru şey ülkemizde yaşayan mültecileri birer vatandaşımız olarak kabul etmek için gereken hukuki düzenlemeleri gerçekleştirmek ve vatandaşlık sonrası ortaya çıkacak toplumsal sorunları çözmek için neler yapılması gerektiği üzerinde düşünmektir.
Suriyeli gençler işleri kapıyor mu?
3) Kılıçdaroğlu Suriye’den gelen mülteci sayısının 4 milyon olabileceğini ifade etti. Suriyeli gençlerin sigortasız işlere girerek ülkemiz gençlerinin girmesi gereken işleri ellerinden aldıklarını söyledi.
Basit sorular: “Ülkemizde sigortasız bir işte çalışan mülteci sayısı kaçtır? Temel mesele bu berbat işlerin ‘Suriyeliler’ tarafından kapılması mıdır? Yoksa sigortasız, güvencesiz, çok düşük ücretlerle köle gibi çalıştırılmak mıdır? Bu işlere ‘giriyor olmak mı’ toplumsal bir sorundur; yoksa bu tip sigortasız, güvencesiz işçi çalıştıran işyerlerinin “faaliyet gösterebiliyor olması mı? Ülkemizdeki ‘Suriyeli esnaf’ sayısı kaçtır ve kaçı vergi vermiyor? Ülkemizde esnaf olan mültecilerin vergi vermiyor olması ile onların vatandaşlığa kabulünü sağlayacak yasaların henüz çıkarılmamış olması arasında bir bağlantı var mıdır?”
Suriye’den gelen mültecilerin sigortasız, güvencesiz, düşük ücretli işleri kaptığı söylendiği zaman bu işlere ülkemiz gençleri de layık görülüyor demektir. Yani “Suriyeliler” olmasa bizim gençlerimiz sigortasız, güvencesiz işlere girebilecek. Ama bu durumda insan haklarına aykırı, insan emeğini güvence altına alan yasalara da aykırı bir iş yaşamı doğal olarak kabul ediliyor demektir. Oysa temelde karşı çıkılması gereken şey insanların emeğinin sömürülmesine, kölelik koşullarında, güvencesiz işlerde çalıştırılmalarına karşı çıkmaktır.
Sağlık hizmetleri nasıl?
4) Ülkemizdeki mültecilerin sağlık hizmetlerinden sıra beklemeden ve parasız yararlanıyor olmaları konusunda sorulacak basit sorular aslında yanıtlara da işaret ediyor.
Basit sorular: “Ülkemiz hastanelerine başvuran ve sıra beklemeden sağlık hizmeti alan mülteci sayısı kaçtır? Dil bilmezlik, kültür farkı, sahip oldukları hakları ve yabancı bir ülkedeki resmi prosedürleri bilmemek, önyargılı davranışlara ve ayrımcılığa maruz kalmak bir mültecinin sağlık sorunlarını ifade etmesi konusunda ne tür engeller doğurur? Mülteciler anne-çocuk sağlığı gibi koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor mu? Ülkemizde 5 yaş altı kaç mülteci çocuk vardır ve bu çocuklardan kaçının koruyucu sağlık aşıları yapılmıştır?CHP yönetiminin, bilim platformunun 2013 yılında Türk Tabipler Birliği tarafından yayımlanan ve bu sorunları ele alan “Savaş, Göç, Sağlık” başlıklı kapsamlı raporundan haberi var mıdır?”
Ayrımcı dil nefreti körükler
5) “Suriyeli”, “Suriyeliler”, “Onların gençleri”, “Suriyeli esnaf” gibi ifadeler bir topluluğun içindeki yaş, cinsiyet, dil, din, etnik köken, siyasal inançlar vs gibi farklılık arz eden pek çok şeyi göz ardı etme ve böylece bir toplumun kültürel zenginliğini hiçe sayma anlamını taşır; dolayısıyla totaliter bir dildir. Hükümetin totaliter politikalarını eleştireyim derken aynı dili başka bir şekilde üretme sonucunu doğurur. Suriye’den gelen mültecilere “Suriyeli gençler” derken ülkemizdeki gençler için “bizim evlatlarımız, çocuklarımız” demek bu yıkıcı dili daha da pekiştirir. Yabancılaştırma, damgalama önce dilde başlar sonrası giderek çıtayı yükselten faşist uygulamalardır. Dolayısıyla bu insanlardan söz ederken kullandığımız dili total ifadelerden arındırmak bir gereklilik.
Basit sorular: “Kim bu Suriyeli gençler? Onlar hakkında tam olarak ne biliyoruz, neden ülkelerini terk ettiler ve neden ülkemize gelip karın tokluğuna, sigortasız işlerde çalışıyorlar? Herhangi bir fikrimiz var mı?”
Emin olun, yukarıda 5 maddede sıraladığım sorulara verilecek derli toplu yanıtların büyük bir çoğunluğu “Halkların Köprüsü Derneği”, “Göçmen Dayanışma Ağı" gibi bazı inisiyatiflerin doğrudan sahada gerçekleştirdiği çalışmalara dayanacaktır.
Hükümetin, siyasal partilerin bu sorunlar hakkında yeteri bilgisi ne yazık ki yoktur. Yıllardır gönüllülük esası üzerinden faaliyetlerde bulunan bu inisiyatiflerin mültecilerin sorunlarını çözmek için yaptıkları çabalar, onlarla birlikte yaptıkları çalışmalar ve bu çalışmalardan derlenen deneyimler dışında elde mevcut veri yok düzeyindedir. Kılıçdaroğlu “81 ile dağılmışlar bunları niye kampta tutmuyorsunuz” diyor ama sığınma kamplarında tam olarak neler yaşanıyor biliyor mu acaba?
Öneriler ve beklentiler
Kılıçdaroğlu’nun ve CHP yönetiminin Suriye'deki savaştan kaçarak ülkemize sığınan mülteciler hakkındaki açıklamaları çok tipik bir nefret suçu oluşturuyor. Bu sakil, öngörüsüz, berbat konuşma metinlerini kim yazıyor acaba? Konuşma öncesi hiç kimse içeriği çok sorunlu bu konuşma metinlerine müdahale etmiyor mu? CHP içinde yer alan sol düşünceli veya sosyal demokrat kişiler bu açıklamalar karşısında ne yapıyor ve ne yapacak? CHP Suriye’ye asker gönderme konusundaki tezkereye verdiği evet yanıtının bir muhalefet partisi olarak kendisini sıkıştırdığı pozisyonu terk etmeli. Bu kadar ağır sorunlara yol açan bir konuda hükümetin savaşçı diline teslim olması gerçekten kabul edilemez. İçeride Kürt sorununu ve dışarıda ise Suriye sorununu barışçı yöntemlerle nasıl çözebileceğine odaklanmak tezkere yanlışını masadan kaldıracaktır.
Başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yönetimi ülkemizdeki Suriyeli mültecilere yönelik gerçekleri yansıtmayan, halkları birbirine düşürecek, nefret duygularını körükleyici, ülkemizdeki mültecileri hedef haline getirecek bu tip söylemleri derhal terk etmelidir.
Bu tip açıklamalar Halkların Köprüsü Derneği, Göçmen Dayanışma Ağı gibi mültecilerin sağlık, barınma, beslenme gibi acil sorunlarına çözüm bulmaya ve en temel insan haklarından biri olan yaşam hakkını güvence altına alacak hukuki değişikliklerin yapılmasını sağlamaya çabalayan örgütlerinin çabalarını da itibarsızlaştırma amacına hizmet ediyor.
Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi bu inisiyatiflerin yaptığı gönüllü çalışmalara destek olmak gerekirken tam aksine köstek oluyorsunuz. Hem mültecilere ve hem de gönüllü çalışma gerçekleştiren kişilere, kurumlara bir özür borçlusunuz. (BŞ/AS)