Sustum. Bekledim bugüne kadar, sabırsızca. Ondan bahsedebilmek için can atıyordum. Ama bekledim yine de herkes eteğindeki taşları toptan döksün diye. Oysa 1990'lı yıllardan bu yana hayatmızın tam içinden bir figürdü o. Üzerine benim de yazıp çizdiğim, çoğu kez çıkardığı nidalara, ettiği laflara kızıp üstüne üstüne gittiğim bir futbol imajı. Digitürk yöneticilerinin tanımıyla, "ligin kalitesini düşüren adam" o. Herkes diyeceğini dedi, sıra Bener'e geldi.
Erman Toroğlu, bundan sonra tek kelime etmese, tek satır kalem oynatmasa dahi, aklımızın bir köşesinde acayip gafları ve siyasi fanatizmi ile bıraktığı iz öyle kolay kolay silinmeyecek. Kaldı ki, rating avcılarının hemen peşine düşeceği bir isim olduğundan, önümüzdeki sezon yine görürüz ekranlarda; kimileyin böğrüne kadar açık gömleği ile kimileyin dikine beyaz çizgili kumaştan dikilmiş garip takım elbisesi, rengarenk kazakları, porselen dişleri, bileğine ve bazen de boynuna astığı aksesuarları ile. Mahrum bırmakazlar bizi ondan, kendisi de öyle istediği sürece yani. Değil mi ki konuşurken toplamda 300 kelime bile edemeyen adamlar yıllarca yorumculuk yaptı bu ülkede, Toroğlu'nun sesi haydi haydi antende kalacaktır, ne yazık ki.
Homofobik, milliyetçi, ayrımcı
Bir defa "erkek adam"dır Toroğlu, bildiğin maço. Hep o erkek evreninde yaşadı konuşurken, pederşahiydi yorumları. Pascal Nouma'nın elini şortunun içinde gördüğünde "bak hocam. Bu birinci çinko, ikincisi, ahan da bu üçüncü çinko..." deyişleri, o hareketi ağır çekimle izlettirişi mütemadiyen, arada salladığı tumturaklı küfürleri, zaman zaman namus meselesine değen ifadeleri, garip siyasi yorumları... Cinsiyetçiydi, bir hakemin gey olduğunu açıklaması üzerine, "Gey hakem yakışıklı futbolcuya nasıl penaltı verecek?" diye soruyordu. Toroğlu, kelimenin tam anlamıyla bir homofobikti, milliyetçi ve ayrımcıydı.
Küfür kıyamet
Aslında izleyici ile "asker arkadaşı" gibiydi ekranda, o kadar basitti, o kadar yüzeysel. "Lan"lı "lun"lu konuşmaya bayılırdı. Tribündeki küfürü eleştirmek için o küfrü illa kendisi de ederdi. Hiçbir zaman çekinmedi RTÜK'ten filan, "Ben senin ananı ..." diyordu aniden (tribünde küfür eden taraftarı eleştiriyordu aslında), taraftarlar rakip takım futbolcusunun anasına küfrederken taraftara had bildiriyordu, "Ordan yapmayın bari" diye feryat ederekten. Karşısındaki TV yöneticisi, sunucu, spor yorumcusu Şansal Büyüka'yı da ne zor durumlara sokardı teklifsizliği ile. "Aman hocam öyle deme, bari şöyle de" diye kaç kere söylemek zorunda kalmıştı. Muzip ama RTÜK'ten çekindiği için bütün yüzüne yayamadığı gülümsemesiyle Şansal Büyüka hep alttan alandı, kontrol edendi. Takometre gibiydi Büyüka Toroğlu'nun yanında. Hız limitiydi bir anlamda, motor yağının ne zaman değiştirileceğini o söylerdi, yokuşta vites küçültmesi gerektiğini hatırlatırdı. Öyle ya Toroğlu "kontrolsüz güç"tü, o yüzden de zücaciye dükkanındaki fildi, fiyatına bakmadan ne kadehler kırdı, ne çamlar devirdi.
Üniversiteli kabzımal
Futboldan iyi anlardı aslında. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde iktisat okumuştu, sık sık söylerdi bunu. Hem üniversite okumuş bir futbolcuydu, hem de üst düzey bir hakem. Ankaralıydı. Orta Anadolulu olması ile övünürdü hep, "Ankaragüçlü" olduğunu söylerdi ama derdi de pek tabii üç büyüklerleydi. Yoksa ayakta kalamazdı, kim izleyecekti? Üç büyükler gibi olabilmek içinse mutlaka tribünün diliyle konuşmak zorundaydı.
Ulusalcı tehlike
Bir dönem Beşiktaş'ın teknik direktörlüğünü yapan John Benjamin Toshack ile canlı yayındaki diyaloğunu hiç unutmam. Toshack onun sorduğu soruyu cevaplarken, "Sen hangi takımda oynadın" demişti Toroğlu'na. "Ankaragücü" yanıtını alınca da "Hiç duymadım, ben yıllarca Liverpool'da oynadım" deyivermişti. Cevap vermek için ağzını bile açamamıştı Toroğlu. Sonra da meşhur futbol yorumcumuzun ağır eleştirilerine maruz kalan Toshack, Beşiktaş'tan Real Madrid'e transfer oldu!
Toshack ile yaşadığı tartışma sonrası dili tutuluyordu ama bu ilk ve son suskunluğuydu. Bir yabancı onu susturmuştu, nasıl olurdu? Tam da o günden sonra yoğun bir şekilde başladı AB karşıtı mülahazalarına. Giderek daha milliyetçi, darbe yanlısı, "kodu mu oturtan genel kurmay başkanı" özlemi ile yanıp tutuşan biri haline geldi o günden itibaren. Son yıllarda aksesuar olarak tek eksiği üzerinde "Ordu göreve" yazılı pankarttı. Ama sesi, o pankartı açıp Anıtkabir'e yürüyen öğretim üyelerinden daha geniş kesimlere ulaşıyordu. Daha da fenası Toroğlu'nun tavırları, Edirne'de basın açıklaması yaptıkları için solcuları linç etmeye çalışanları andırıyordu. Bu çizgisini hep korudu. Toroğlu'nun asıl tehlike arz ettiği nokta kanımca buydu. Öyle ya, sürü psikolojisini tetikliyordu.
Meslek birliklerinin ilan maliyeti
Çeşitli meslek erbapları açısından da tehditti Toroğlu, mesela tavuk yetiştiricileri için... Bir penaltı pozisyonunu değerlendirirken, birden bire tavuk çiftliklerinde yetişen piliçlerin insan sağlığına zararları üzerine söylevler çekmeye başlaması mümkündü. Hareketleri aniydi, aparkatı hiç beklenmedik bir anda çıkarıveriyordu, sendeletiyordu herkesi ekran karşısında. Profesyonel olarak sebze meyve toptancılığı, diğer adıyla kabzımallık yaptığından, seracıların yetiştirdiği hıyarlara da takıktı. "Antalya'da henüz olgunluğa erişmeden hasat edilen salatalığın, hormonlar yüzünden İstanbul'a gelirken yolda, kamyonun kasasında büyüdüğünü iddia ediyordu. "Pıtır pıtır" diye duyulurmuş sesi kamyon kasasında kendi kendine büyüyen hıyarın. Öyle derdi. Ertesi gün tavukçular gibi, seracılar da tam sayfa ilanlar verirdi, meslek birliklerinin korkulu rüyasıydı o, fazladan "ilan maliyeti"ydi. Bütün bunları bir spor programının süresi içine dahil etmek de onun "başarısı"ydı. Yaptığı her hareket fauldü. Kimi zaman partneri Büyüka bile gecikiyordu düdüğü çalmakta. O hallerde küfür kıyamet gırla gidiyordu.
Kırmızı noktalı spor programı
Sonuç olarak Türkiye, onun bu hallerine katlanmak zorunda kaldı uzun müddet. Program şifreli kanala geçtiğinde de aynı şey devam etti. Decoder filan da başa çıkamıyordu onunla. Erman Toroğlu, spor programlarının kırmızı noktasıydı. Bozuktu ağzı, öyle Ersun Yenal gibi elinde dizüstü bilgisayarıyla dolaşmıyordu, yeterince teknolojik değildi. Yoktu kendi geliştirdiği performans kontrol sistemleri filan, onunkisi sadece laf. Ama dilinin kemiği de yoktu. 400 milyon dolar verip, kendi adını verdiği futbol liginin kalitesini artırmak isteyen patronu onu kapının önüne koyuverdi bir günde. Lig TV açıkça "sen bizim de ligin de kalitesini düşürüyorsun" demişti. Yenilenen sistem ve ihale bedelinin üzerine konması gereken karın tatlı rüyası, yıllarca içindeki ile idare ettiğimiz plastik torbanın ağzını bir gecede büzüverdi. Ulusalcılaşmanın sonu, Toroğlu küreselleşmeye ayak uyduramadığı için gitti! Çevirmeli telefon gibiydi hala, 3G teknolojisi onu "lig"in dışına itti.(BD/EÜ)