Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde, ordu mensuplarının dahil olduğu pek çok çete ortaya çıkarıldı. Bunların kimi ekonomik çıkarlar için kurulan mafyavari çeteler, kimileri de siyasî çetelerdi. Ancak müstakbel genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt'a "sıcak bakmayan" hükümet, bu "kabahatinden dolayı" ne Atabeyler Çetesi'ne ne de Şemdinli'de ortaya çıkan derin devlet yapısına karşı kelam edebilmişti.
Çünkü ordu en hassas dönemindeydi, yakında Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla Büyükanıt, Genelkurmay'ın başına geçecekti; onu incitmemek, orduyu da yıpratmamak gerekiyordu. Türkiye'deki antidemokratik pek çok vukuatın aktörleri, bu kişiselleştirmenin kalkanından yararlandı. Ama artık bu kalkan yok. Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı oldu!
Kişiselleştirerek gizlemek
Hukuk kaidelerinden de bilinir, kişinin kendi başına işlediği suçların cezai yaptırımı daha azdır. Suç organize olduğu andan itibaren, ceza da artırılır. Türkiye'de geleneksel olarak devlet suçları, her zaman kişiselleştirilerek geçiştiriliyor. İşin aslına bakılırsa, Yaşar Büyükanıt'ı, Şemdinli'de olup bitenlerin müsebbibi olarak göstermek, tamamen bir çarpıtma da olabilir.
İki yıl sonra emekli olacak olan ve bu sabahtan itibaren Genelkurmay Başkanı olarak atanan bir asker kişiyi, ülkedeki derin devlet işleyişinin müsebbibi veya baş aktörü olarak göstermek, esas organizasyonu örtbas etmenin tipik yolu olabilir.
Hatırlayınız; Şemdinli iddianamesini yazan savcı Ferhat Sarıkaya da bu biçimde topa tutulmuş, kişisel hayatı irdelenmiş ve bu şekilde, iddianamede geçen ifadeler kişisel görüşe indirgenerek geçiştirilmişti.
Kişiselleştirme, gerçeklerin üzerindeki asıl perdedir. Resmi açıklamalarda bu, "münferit bir olay" sözüyle yer bulageldi.
Meşru olağanüstü hal
Neticede son bir yıldır, ordu kaynaklı vukuatlar, Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı olarak atanacağı, bunun engellenmesi girişimlerinin bertaraf edilmesi için dokunulmaz olmuştu.
Ama nihayet "Yaşar Büyükanıt'a yönelik komplolar yüzünden" ordunun başına buyruk birtakım uygulamaları olduğu iddiaları üzerine laf edemeyen hükümetin ve muhalefetin elindeki bu koz da ortadan kalktı. Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı olarak atandı. Peki, bu gelişme, "komplolar" ve dolayısıyla "meşru olağanüstü hal durumunu" ortadan kaldıracak mı?
Türkiye'de yönetici elitlerinin demokrasi anlayışı, çocukların oyun düzenini andırıyor. Altay Tokat'ın Aktüel'e yaptığı açıklama ve hemen akabinde Yaşar Büyükanıt'ın teamüllerin dışına çıkılarak Genelkurmay Başkanı olarak atanması, orduyla ilgili pek çok iddiaya karşın hükümetin sessizliğini -dolayısıyla da koltuğunu- "koruması", Cumhurbaşkanı Sezer'in, kendisinden önceki tüm cumhurbaşkanları gibi geleneksel olarak ordunun yanında yer alması, her türlü iddia karşısında o "bilgece" sessizliğini koruması, buna karşın demokratikleşme söyleminin dillendirilmeye devam edilmesi, çocukların futbol maçlarındaki ilişkisini andırmıyor mu sizce de?
Topun sahibi
Şöyle ki, maç boyunca, topun sahibi kimse, maçın karar mekanizması odur. O, isterse takım kaptanına bile faul yapabilir, (sinirlenip tekme atabilir; birkaç bomba attırabilir!) istediğine bağırabilir, topu istediği an alıp gidebilir.
Maçta iki takım vardır ama topun sahibi hangi takımdaysa, o takım daha baştan bir-sıfır öndedir. Topun sahibine faul yapılmaz. Maçın en hassas oyuncusu odur. En ufak bir çekişme, onu incitebilir, zedeleyebilir. Aslında topun sahibi, maçın da sahibi olmasına rağmen, oyunun en hassasıdır. Çünkü futbol becerisi ve oyun gücü değil, 'top gücü'dür onu en gözde oyuncu kılan. O asla kaleci olmaz.
Kaleci, takımın en küçüğü ve hamle yapma becerisi en az olandır. Oysa topun sahibine kimse şut çekemez. O herkese şut çeker. Topun sahibi, yaşça küçük olsa bile, hamlecidir. Gol atılacaksa, bunu o yapar. Ceza alanının yakınında olan, pasları alan (ama asla pas vermeyen) topun sahibinden başkası olamaz. Maçın kaderi onun elindedir. İstediği an veya annesi-babası onu eve çağırdığı an, maç bitmiş sayılır... Faul yaptığı halde kırmızı kart almayan tek oyuncudur o.
Faullerin sahipleri sorgulanacak mı?
Son dakika golü olarak tanımlanan emekli Korgeneral Altay Tokat'ın, "ben de bir iki bomba attırdım" açıklamaları, kaleden geri mi dönecek, yoksa Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olarak atanmasını engelleme "şutlarından" biri olarak lanse edilmeye çalışılan bu açıklamanın aslı astarı irdelenecek mi?
Başka bombacı generallerin olup olmadığını öğrenmek için, emekli generallerin dillerinin sürçmesini mi bekleyeceğiz, yoksa Genelkurmay, ordu içindeki bu organizasyonları soruşturacak mı?
Büyükanıt'a yönelik "komplolar", kendisi Genelkurmay Başkanı olduğu için son bulduğuna göre, hükümet ve ordu, Güneydoğu'da bombalarla öldürülen yüzlerce kamu görevlisinin, Altay Tokat gibi "eğitici" komutanların kurbanı olup olmadığını soruşturacak mı? Yoksa Türkiye demokrasisi, yine kişiselleştirmeye mi kurban gidecek? Soruşturma, Tokat'la sınırlı mı kalacak?
Tokat'ın açıklaması dolayısıyla, Şemdinli olayından hemen sonra Silopi savcısının otomobiline konan bombanın sorumluları araştırılacak mı?
Madem bir yılımız komplo iddialarına kurban gitti; bu günden itibaren, tüm gerçeklerin, zamanaşımı beklenmeden ortaya çıkarılmasını bekleme hakkımızı kullanabilecek miyiz? Büyükanıt ordunun en üst makamına sağ salim geldiğine göre, yukarıdaki soruları sorma hakkımızı kullanabilir miyiz? Topun ve maçın sahibi, istediği maçı oynadığına göre, faullerin sorumluları hakkında bir şeyler yapmayı düşünür mü acaba?
Altay Tokat'la ilgili not
Zehir ve Panzehir adlı çalışmamızda (Dipnot Yayınları /2006) Altay Tokat'ın Hakkâri Tugay Komutanı ve rütbesi Tuğgeneral iken Milliyet Gazetesi'ne verdiği bir demeci de aktarmıştık.
Tokat, 1989'da şu sözleri sarf etmişti: "Devlet İstanbul'da uyguladığı kanunu burada (Güneydoğu'da. İ.A.) vatandaşa aynen uyguluyor. Benim sistemimde olsa kısa sürede bunları yok edebiliriz. Kendi sistemim uygulandığı takdirde, değil insan, ot bile bitmez. Güney'deki komşumuz (Irak. İ.A.) 50 yıldır kendilerine karşı savaşan insanları bir harekatla hepsini yok etti. Biz istesek onları aynı şekilde yok edebiliriz."
Tokat, Saddam Hüseyin'in Halepçe'de uyguladığı katliamı ima ediyor ve aynı uygulamayı Türkiye Kürtlerine uygulayamamaktan yakınıyordu. Fakat Fırat Haber Ajansı'nın (ANF) ulaştığı bilgiler, Tokat'ın timsah gözyaşları döktüğünü gösteriyor. Çünkü ANF'nin haberine göre Tokat'ın bu açıklamasından hemen önce, Hakkâri'nin Yoncalı köyünde, üç köylü, askerler tarafından öldürüldükten sonra cesetleri yakılmış ve zamanın medyası da öldürülen üç köylüyü PKK'li olarak lanse etmişti.
Oysa dönemin SHP milletvekili Cumhur Keskin (sonradan faili meçhul cinayete kurban gitti), Sabri Orhan, Bünyamin Orhan ve Şeyhmus Orhan'ın PKK'li değil, köylü olduklarını açıklamış, konuyu meclise taşımıştı.
Tokat, Hakkâri Tugay Komutanı'yken Yoncalı'dan Hasan Orhan, Übeyt Orhan, Mahmut Orhan ve Hüseyin Orhan da kaybedilmişti. O yıllarda Yaşar Büyükanıt aleyhine komplolar düzenlenmiyordu elbette. Fakat Altay Tokat hakkında açılan soruşturma sonuçsuz kalmıştı. Üstelik bu olaydan sonra terfi ettirilmiş ve emekliye, korgeneral rütbesiyle ayrılmıştı.
Hadise kişisel değil, bunun farkındayız. Fakat devletin meşru güç kullanma yetkisini, gayrı meşru ve gayrı insanî olarak, o gücü güya kendisine devreden yurttaşın canına yönelik kullanan kişiler bile cezalandırılamıyorken, bu maçın galibinin kim olacağı gün gibi ortada değil mi? (İA/TK)