Van Gölü muhiti ( Ahlat-Adilcevaz-Erciş hattı) Kürtlerin kendisine yakın olan her iki halk olan Türkler ve Ermeniler ile ilk defa buluştuğu ve yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığı kadim bir coğrafyadır. Ermeniler ile olan birlikte yaşam serüveni 1915’te korkunç bir katliam ile sonlanırken, Türkler ile olan birlikteliği günümüze kadar devam ediyor.
İlk karşılaşma, resmi tarihin iddiasının aksine bir hayli “şaşırtıcı” olmuştur. Dönemin tanığı Edesalı Matheus’tur. Matheus 1000li yılların başında Kürt kumandan Mervanili Salman tarafından idare edilen Urfa kalesinde yaşayan Ruhban sınıfından bir Ermeni edip idi.
Matheus kroniğine göre 1019 senesinin bir sabahında “ Türk” isimli bir kavim Vaspuragan’a (Van) girip ahaliyi kılıçtan geçirmişti.
Çok iyi ok kullanabilen bu “tuhaf görünüşlü, saçları kadınlar gibi uzun ve dalgalı” savaşçılar karşısında Ermeniler ne yapacağını bilememişlerdi. Bu savaşçıları daha sonra “ kısa boylu atlara binili yön külahlı” siviller takip etmişti.
Binlerce insan, sürüleri ile birlikte Mervani ülkesinin “güzel ve verimli tarlaları”ndan geçerek Bizans ile hudut olan hata gidiyordu.
Zaman içinde bu hattaki Türk nüfus birikti, 1071’de Bizans’ı yenilgiye uğrattı, Bizans sınırı Malatya’ya kadar geri çekildi, bu geri çekilme aynı şekilde Mervani Devleti’nin de sonu oldu. Selçuklu Türkleri, Mervani devletini yerle yeksan ettiler, Mervani Kürt hanedanı parçalanarak dağlara sığındı, takip eden yüzyılda Kürdistan’da “mirlikler” kurarak tekrar sahneye çıktılar, bu tarihten itibaren tekrar Ermeniler ile klasik “Fileh-aşiret” hukuku çerçevesinde birlikte yaşamaya devam ettiler ama Türkler ve Moğollar ile yıldızları bir türlü barışmadı Kürtlerin.
Öyle ki tarihte bir Harzemşahlı Celaleddin var ki Ahlatşahlardan (Ermenşah da deniliyordu. Zira 110-1200'lü yıllarda kentin büyük bir kısmı Ermeniler ile meskundu. )
Ahlat kalesini alınca civardaki Kürtlere dünyayı zindan etti. Nitekim aynı Celaleddin 1230ların başında Meyafarkin (Silvan) civarında kardeşini katlettiği Yusuf adındaki bir Kürt aşiret reisi (resmi tarih kendisine “göçebe çoban” der) tarafından öldürüldü.
Harzemşahların yenilmesi ile muhitteki Türk varlığı bitmedi elbette. Bundan sonra devir Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerin devri idi. 1200lerin sonlarında, daha önce dağlara sığınmış olan Mervani şehzadeleri dağ kentlerinde beylikler kurmaya başlamışlardı.
Bu emirlerden biri olan Bitlis emiri Mir Şemseddin, Erciş’i başkent yapan Karakoyunlu Türklere defalarca saldırdı, Ahlat ve Malazgirt’i onlardan geri aldı, emirliğin topraklarını Erciş yakınlarındaki Kanzoxan (Aydınlar) köyüne kadar genişletti. bu zafer aynı zamanda Mir Şemsedin’in de sonu oldu, bir suikast sonucu yaşamını yitiren Mir Şemsedin Ahlat Mezarlığı’na gömüldü ki bu gün “Ahlat Selçuklu Mezarlığı” denilen tarihi mezarlık, hiçbir zaman tam manası ile “Selçuklu Mezarlığı” olamadı.
Bu meseleyi en iyi bilen de Yüzüncü yıl Üniversitesi’nin tarih ve Sanat tarihi bölümlerinin akademik personelidir ki, söz konusu mezarlıkta yıllar önce başlattıkları araştırma ve kazılarda, mezarların büyük çoğunluğunun muhitteki Kürt emirlik sülaleleri ile aşiret reislerine ait olduğunu fark edince projeyi sessiz sedasız bir şekilde yürütmeye karar verdiler.)
Velhasıl, 1400lerin sonunda, söz konusu hatta Türk varlığı siyasi olarak fiilen bitti. Bayezid mirliği, Zilan vadisinden aşağıya inerek, Van gölü kıyısındaki “Eganis Kalesi”ni zapt edip Erciş’e hükmetmeye başladı, Hakkari emiri ,Mir Ezdin de Van Kalesi’ni kuşatarak almayı başardı ve Van Gölü çevresi tamamen Kürtlerin eline geçmiş oldu. Bu süreç aynı zamanda, Şii “Acem” devleti Safeviler’in de inceden inceye Kürdistan’a göz koyduğu ve akınlar düzenlediği zaman dilimine denk gelir. 1400lerin ortasında söz konusu muhitteki Kürt, Türk ve Ermenilerden müteşekkil yerleşim birimleri Safeviler tarafından yağmalanıp yıkılmaya başlandı.
Acemlere karşı siyasi ve askeri birliktelik kuramayan Kürt mirleri gün geçtikçe zayıfladı, nihayetinde bu mirler 1500'lerin başlarında Safevilerin baş şehirleri olan Tebriz’de hapsedildiler. Bunun üzerine Osmanlı sarayındaki “Kürt vezir” Mevlana İdris-i Bitlis’i üzerinden Osmanlı cenahından “askeri” yardım isteyen Kürtler, ikinci defa Kürdistan’da “Kürt-Türk” birlikteliğine razı oldular.
Osmanlı ordusu Kürt emirlerin mahiyetindeki aşiret güçlerinin yardımıyla Çaldıran (Ebexe) ovasında Safevi ordusunu mağlup ettikten sonra Kürt mirlerinin siyasal statülerine ve mirliklerinin idari sınırlarına pek dokunmadan Kürdistan’dan geri çekildi, bundan sonra “Hükümet” olarak adlandırılan Kürt mirlikleri, “otonom birer devlet” olarak hükmedeceklerdi ama Osmanlı’nın mutlak hükmünü tanıyacaklardı öyle ki Van, Erzurum ve Amid (Diyarbekir) kaleleri Osmanlı’nın Kürdistan’daki askeri ve idari üsleri olacaklardı ve Kürt mirleri bu kaleleri idare eden Osmanlı paşalarına bağlı kalacaklardı.
Van Kalesi Osmanlı’ya geçtikten sonra Ahlat-Adilcevaz-Erciş hattındaki Türk hakimiyeti tekrar pekleşti, Van, Erciş, Adilcevaz, Malazgirt ve Ahlat kalelerinden çıkarılan Kürtlerin yerlerine Arnavutlar ve Sünni Azeriler ve sair halklar yerleştirildi. Bu hal 1800lere kadar devam etti. 1800lerin ilk yarısında Tanzimat süreci ile Kürdistan’daki siyasal yapı üçüncü defa altüst oldu. Mirler tasfiye edildi, söz konusu hat bir kez daha korkunç savaşlara sahne oldu.
Tanzimat, Osmanlı devlet ricalinin artık başına fes takıp kalelerden çıkarak “mütesellimlik” ve “kaymakamlık” gibi yeni kurumlar çerçevesinde idari birimleri kurduğu- bu çerçevede yayladaki Kürt aşiretlerinin de yerleşik düzene zorlandığı- sürecin adıdır.
Böylece Van, Erciş, Malazgirt ve Ahlat kaleleri etrafında aynı isimlerle anılan şehirlerin sınırları Kürtleri ve Ermenileri de içine alacak şekilde genişledi. Özellikle Ahlat ve Van’da kale duvarları yıkıldı, Erciş Kalesini ise Van Gölü yuttu. (Söz konusu kale Van Gölü sularının iyice çekilmesi ile geçen sene tekrar gün yüzüne çıktı) dış dünya ile o güne kadar pek ilişki kuramayan “kale ahalisi” kısa bir süre içinde Kürt ve Ermeni nüfus arasına karıştı.
Zamanla Arnavut, Azeri olduklarını unuttular. Ortak bir kültür oluştu. Öyle ki 1862’de Kafkasya’dan getirilen Çerkezler dahi kısa bir süre içinde bu ortak kültürün bir parçası oldular.
Abdülhamit döneminde Ahlat’ta 13 binden fazla Ermeni yaşıyordu. Bu da kaza nüfusunun yarısından fazlasını teşkil ediyordu. Bu minvalde “nüfusun dengelenmesi” için 1900'lerin başında Bitlis Valisi Ahlat’a (özellikle sahil ile Nemrut Dağı arasına) Müslüman nüfus yerleştirilmesinin sakıncası olup olmadığını soruyordu İstanbul’a… İstanbul’dan alınan cevap ise sakıncanın aksine böylesi bir nüfus takviyesi “yararlı” olacaktı. Nüfusun membaı ise Rus çarlığının ve genç Balkan devletlerinin zulmünden mustarip olan Kafkasya ve Balkanların Müslüman ahalisi idi. Bu bağlamda defalarca Kafkasya’dan “Müslüman Muhacir” getirilerek Ahlat’a yerleştirildi.
Bu hal 1908 Jön Türk rejimine kadar devam etti. Jön Türk rejimi ile “Müslüman muhacir” in yerini “Türk milliyetinden muhacir” aldı. Birinci Dünya savaşı sırasında “Ermeni tehciri” gündeme gelince, Talat Paşa Bitlis ve Van valilerine bölgedeki Türklerin akıbetini soracaktı. Bitlis valisi Mustafa Abdülhalik Bey (Renda) de, vilayette neredeyse hiç Türk nüfusun bulunmadığını “üzüntü” ile bildiriyordu Bitlis ve Ahlat’ı da örnek vererek Ermenilerden boşalacak yerlere Türk nüfus yerleştirilmesini öneriyordu:
“Bitlis’teki Ermeniler kısmen Garzan, Silvan yolu ile Diyarbekir’e; kısmen de Siird yolu ile Musul’a gönderileceklerdir. Bitlis kazasındaki Ermeni nüfus 18.559 kişidir, Bitlis sancağı genelinde ise 37.000 kadardır. Muş ve Genç sancakları dahilindeki Ermenilerin tahliyesine henüz başlanılmadı. Muş sancağında 51.500, Genç sancağında 9.400 Ermeni vardır. Bulanık Ermenileri kaçıp düşmana katılmışlardır. Muş’ta 180 Ermeni köyü boşaltılacaktır. Dolayısı ile Bulanık, Malazgirt, Muş, Siird, Garzan kazaları elimdeki münasip yerlerdir. Bu kazalara Ahlat ve Bitlis’te olduğu gibi Türk milliyetinden muhacirlerin yerleştirilmeleri elzemdir. Mutki, Hizan Pervari ve Şirvan kazaları ile, yakında (Ermenilerden) boşaltılacak olan Sason-Kulp arasındaki köylere, Çerkes ve Arnavut (şayet kuzey Arnavutluk’tan gelen Arnavut var ise) yerleştirilmesinin iyi olacağını düşünüyorum.”
Bitlis Valisi'nin bu raporu kaleme aldığı Haziran 1915’te soykırım (mesela Adilcevaz’daki icrasına Venezuela asıllı Osmanlı Subayı Nogales tanık olmuştu. Aktardığına göre kasabadaki Ermeniler birkaç saat içinde Kaymakam ve Jandarmalar tarafından katledilmişti) resmi tarihin deyişi ile “tehcir” adına ne söylerseniz söyleyin artık son hızla devam ediyordu.
Bitlis Valisi Ermenilerin bir daha bu topraklara dönmeyeceklerinden emindi ki yerlerine “Türk milliyetinden” muhacirlerin yerleştirilmesini talep ediyordu. Nitekim 1919’da evlerine dönmek isteyen bir avuç Ahlat Ermenisinin talebi aynı valilik tarafından “evlerinin yıkıldığı ve ve kazada yeterli erzak bulunmadığı” gerekçesi ile reddediliyordu. Bu meyanda bu hattaki Ermeniler tamamen katledildiler, Kürt nüfusunun ise neredeyse yarısı açlık, hastalık ve savaştan ötürü yok oldu.
Savaş her ne kadar Jöntürk rejimini bitirdiyse de Jöntürk aklı bu sefer Kemalist elbise altında hükmünü icra etmeye devam etti, “Türk milliyeti” yerini “ Türk soyu”na bırakmıştı. yok olmaktan kurtulan Kürt nüfus , toplumsal mühendislik” yapmaya meyilli Kemalist rejimin hedefindeydi artık. 1925 yılında kalabalık bir “Türk soyu”ndan ahali tekrar Ahlat’a yerleştirildi ve bu ahalinin bütün ihtiyaçları karşılandı. İskân edilen Türklerin oradan ayrılması yasaklandı.
Bir yıl sonra yani 1926 kışında Ahlat’a bu sefer de İran- Kotur’dan getirilen Azeriler yerleştirildi. Bunların da “belli bir süre” yerlerinden ayrılmasına izin verilmeyecekti. Oysa Koturlular, sınıra yakın Van’ın Saray ilçesine yerleşmek istiyorlardı.
Dönemin Dahiliye vekili Cemil Bey’in raporu (1926) Van Gölü muhitine üç yıl içinde yarım milyon Türk’ün iskan edilmesini, Ermenilerden boşalan köylerdeki Kürtlerin çıkarılmasını , Ermenisizleşen muhitteki ekonomik ve politik hakimiyetin Türklük lehine dönüşmesine imkan verilmesini öneriyordu:
“Batı (Balkan) göçmenlerinden, kısmen Rusya'daki Karapapak ve Azerilerden ve Kafkaslılardan 30 bin nüfus Van, Muş, Bitlis vilayetlerine sevk ve iskân olunur. Bu suretle beş senede üçüncü bölgede yarım milyon nüfus Ermeninin yerine geçerek Türklerin iktisadi ve siyasi hakimiyeti sağlanır.Kürtlerin ele geçirdiği Ermeni köyleri de göçmenlere verilmeli ve göçmenler köy köy toplu iskan edilmeli.”
Nitekim o yıllarda, eski jön Türk vali, yeni Kemalist milletvekili M. Abdülhalik (Renda) Bey, meşhur raporunda, “Kürdistan’daki eşkıyalık yuvaları” olarak tanımladığı yerleri sayarken Erciş’teki “Zilan Deresi’nden de bahsediyordu. Bilindiği üzere Zilan Deresi 1930 yazında, tarihe “Zilan Katliamı” olarak geçen soykırım ile yok edildi. Bu etnik temizlik çerçevesinde 15 binden fazla insan öldürüldü. Üstelik bu sadece Zilan deresi coğrafyasını değil, Malazgirt ve Ahlat hattındaki yakın merkezleri de kapsıyordu. Katliamlar fiili olarak 1935 yılına kadar devam etti.
Erciş’te 60 köy haritadan silindi, Malazgirt-Patnos ve Ahlat üçgenindeki Hasanan ve Heyderan aşiret konfederasyonlarına ait onlarca köy yakıldı, yüzlerce insan katledildi daha sonra binlerce insan , “iskan kanunu” çerçevesinde Batı Anadolu’daki Rumlardan boşaltılan yerlere sürgün olarak gönderildi. Örneğin, ben o ailelerden birinin üçüncü kuşağıyım…Toplumsal mühendislik ve etnik temizlik safhasının ortasında,1931’de Erzurum Lisesi’nin tarih öğretmeni Abdürrahim Şerif Beygu ve beraberindeki iki jandarma Zilan Deresi’ni “üç kürdün sırtında “ geçerek Erciş’e uğradı. Şehir’de “leventoğlulları” , “Gazioğulları” gibi Türkçe lakaplar ile tanınan ama Kürtçe konuşan eşraftan kimseleri yanına çağırarak “ Türk” olduklarını hatırlatarak ,Kürtçe konuşmaktan utanmaları gerektiğini belirtiyordu. Bu diyalogları Abdürrahim Şerif Beygu’nun “Ahlat Kitabeleri” isimli tarihi kitabından bulmak mümkün … Bu siyaset kısa vadede netice verdi, eşraftan yüzlerce kişi daha “milis” yazıldı ve silahlanarak söz konusu hatta bulunan dağlarda, açlık ile cebelleşen Kürtleri avlamaya devam ettiler.
Ve İsmet İnönü 1935’te meşhur “Şark Gezisi” esnasında söz konusu hatta uğrayınca, Ahlat, Malazgirt, Adilcevaz ve Erciş tekrar güçlü bir şekilde “Türk şehirleri” olarak addedildiler. İnönü’ye göre Van Gölü’nün- Mustafa Abdülhalik Renda’ya atfen “Türk gölü”ne dönüşmesi için- etrafına muhakkak Türk muhacirlerin yerleştirilmesi gerekiyordu.
Öyle ki 1934 yılında Ahlat’ın Tatvan nahiyesine yerleştirilen “Sürmeneli Türkler” kötü yaşam koşullarından ötürü harap olacaklardı. İsmet Paşa’nın raporunu Abidin Özmen, Cevat Dursunoğlu ve Necmeddin Sahir Sılan’ın raporları (1936-1950) takip etti.
Biri Van Gölü havzasına yerleştirilen Türk muhacirlerinden Kürt kızları ile evlenenlere ödül olarak ilaveten arazi verilmesini önerirken, öbürü Kürtlerin Gürcü, Arnavut ve Çerkezlerle karıştırılmaması gerektiğini dolayısıyla “mübadele ve tehcir” seçeneklerinin her zaman göz önünde bulundurulması gerektiğini belirterek “kapsamlı önlemler” alınmasını istiyordu.
Bu toplumsal mühendislik uygulamalarına “Kemalist dönemin uygulamaları” deyip geçebilirsiniz, lakin durum pek de öyle görünmüyor…
Mesela Özal döneminde 1992’de Afganistan’dan getirilen “Kırgızlar” Zilan Deresi’ne yerleştirildi ve bilumum koruculaştırıldılar, 2016’da da Ukrayna’dan getirilen 72 aileden müteşekkil “Ahıska Türkleri” Ahlat’a yerleştirildi. toplumsal mühendisliğin, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadim bir kurum olarak miras kaldığı anlaşılıyor.
Zilan’daki Kırgız iskanına dair yazıyı kaleme aldığım 2020 senesinde, “Güvenli bölge” kapsamında Türkiye-Suriye sınır hattında Araplardan müteşekkil şehirlerin kurulması gündemde idi.
Kürtlerin biraz daha güneye, çöle itilmesi arzusu dillendiriliyordu. Bir otobüsün camına yüzümü dayamış Ahlat’tan Erciş’e giderken Van Gölü sahilinde yükselen Cumhurbaşkanlığı’nın “Ahlat Taşı”ndan inşa edilen sarayına bakıyordum ve “çölde yaşayabilir miyiz? diye soruyordum kendime.
Önümdeki koltuğa yapıştırılan televizyonun küçük ekranında ellerindeki çubuklar ile haritalara ölüm davetiyeleri yazan savaş çığırtkanları vardı.
Nitekim 2022’de Ukrayna savaşı tekrar alevlendi ve bu korkunç savaşın mağduru 703 kişiden müteşekkil 218 Ahıskalı aile daha geçen hafta (20 Şubat 2024) Ahlat’a iskân edildi.
Ailelerin uğurlanmasında konuşan Elâzığ Valisi, daha birçok ailenin peyder pey iskân edileceğini belirtiyordu. Elbette Ahıska Türkleri Doğu Avrupa’da ayrımcılık ve kötü muameleye maruz kalan ve tekrar şiddetlenen savaş koşullarından etkilenen toplulukların başında geliyordu. Bu mazlum halka sahip çıkılması da son derece sevindiricidir.
Öte yandan, en basit telaffuz ile insanlar istedikleri yere yerleşme ve arzu ettikleri yerde yaşama hakkına da sahipler.
Bu yazıda da anlaşılacağı üzere temel çekince, Rusya’nın icra ettiği işgal ve katliamlardan etkilenen mazlum bir halkın yine mazlum bir halk olan Kürtlere dönük toplumsal mühendislik politikasında bir argüman olarak kullanılması ihtimalidir, bu hal ve şerait söz konusu toplulukların acısını dindirmeyecektir, bilakis arttıracaktır.
Zira Tek Parti dönemi uygulamaları bize bu hazin gerçeği hatırlatıyor.
(SU/EMK)
1 Chronique de Matthieu d'Édesse [962-1136] continuée par Grégoire le prêtre [jusqu'en 1162.] [D'après trois manuscrits de la Bibliothèque impériale de Paris, çev. ve ed: Édouard Dulaurier , A. Durand , Paris,1858, s.41
2 Muhammed B. Ahmed En Nesevî, Celâlüttin Harzemşah, İstanbul Devlet Matbaası, İstanbul, 1934. S.157
3 Sedat Ulugana, Mîrektiya Bitlîsê Di Êwra Evdal Xan de (1618-1664), Nûbihar, İstanbul, 2018, s.13-49
4 Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA).A. MKT.UM. 542/19 (H.19.08.1278) 18 şubat 1862
5 BOA. MV. 101/ 67 (H.22-11-1318)- 13 Mart 1901
6 BOA.DH.ŞFR.477/43 (R.13.4.1331)26 Haziran1915
7 Hüseyin Güngör Şahin, “Osmanlı Ordusunda Venezuelalı Bir Gezgin Şövalye: Rafael DE Nogales Mendez”, Turkish Studies, Volume 8/7 yaz ,2013, s.578
8 BOA. DH. ŞFR. 609/2 (R. 01.01.1335) 1 Mart 1919
9 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi . 45-78-21 / 22 Eylül 1925
10 CA.50-107-5/ 6 Aralık 1926
11 M. Kalman, İngiliz ve Türk Belgelerinde Botan Direnişleri (1925-1938),Med Yayınları, İstanbul, 1996, s.45
12 Sedat Ulugana, Ağrı Kürt Direnişi ve Zilan Katliamı (1926-1931), Peri, İstanbul, 2010
13 Abdürrahim Şerif Beygu, Ahlat Kitabeleri, Hamit Matbaası, İstanbul, 1932, s. 12-23
14 Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, (5. Baskı) Doğan Kitap, İstanbul, 2008, s.121
15 CA.68-451-4 / 3 Temmuz 1934
16 Mehmet Pınar, Volkan Tunç, “Tek Parti Dönemi Raporlarında Van”, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Van özel sayısı, 2021, s.175
17 “Ahlat’a yerleştirilen Ahıska Türkleri Yaşamlarını Huzur İçinde Sürdürüyor.” (Erişim Tarihi: 13 Kasım 2022), TRT Avaz, https://www.trtavaz.com.tr/haber/tur/avrasyadan/ahlata-yerlestirilen-ahiska-turkleri-yasamlarini-huzur-icinde-surduruyor/6370eb8c01a30a38c015e8dc