Öyle denir, nefesler tutuldu!
İşte öyle günlerden geçiyoruz yine, diyelim. Nefesler tutuldu, araya sokulan “tarafsız/güvenilir moderasyonlu tartışma programı” gündemini saymazsak, ülkece 23 Haziran “seçim”lerine kilitlendik!
Hayat durmuyor, 23 Haziran da geçecek 24 Haziran olacak.
24 Haziran en az 23’ü kadar önemli, o gün Silivri’de Gezi davası başlayacak.
2013 Haziran’ında insanlar sokakta kelimenin gerçek anlamıyla nefeslerini tutuyordu. Ülkenin iktidarı gaz olmuş halkın üzerine bulut bulut geliyordu ve insanlar zehir solumamak için nefeslerini tutuyorlardı. Yalan yok insanların heyecandan nefesleri de kesilmiyor değildi. Şimdi işte o günlerin hesabını sormak (?) için 24 Haziran’da yargılama başlatılıyor.
Geçerken belirtelim: Adaletin olmadığının herkesçe bilindiği ülkede malum odakların çabaları Gezi’yi bir suç haline getirmeye yetmez. Gezi milyonlarca insanın yer aldığı, geriye değil ileriye, karanlığa değil aydınlanmaya yüzünü dönen, bütünüyle barışçıl, dayanışmanın ve insan olmanın tadına varılan, “istersek değiştirebiliriz, bu mümkün”ün yaşandığı bir sıçramaydı.
Yıllardır, son olarak 31 Mart ve takiben 23 Haziran sürecinde her türlü iktidar gücüne ve baskısına rağmen ayakta duruluyor ve umut taşınıyorsa Gezi ruhu ve ete kemiğe bürünen kültürünün payı olduğu bilinmelidir. O nedenle bu topraklarda yaşayan ağacından kuşuna, börtü böceğinden insanına bütün canlıların bir geleceği olacaksa bu, sandıkları aşan bir kavrayışın ve var oluşun ürünü olacaktır.
***
2013 Haziran’ından bu yana geçen sürede Gezi’yle ilgili farklı gerekçe ve hedeflerle yargılama süreçleri yaşandı.
Bunlar arasında hekimler ve kurumsal olarak da Ankara, Hatay, İstanbul Tabip Odaları hakkında açılan ve sonlanan davaları hatırlatmalıyız.
Ne var ki 24 Haziran’da başlayacak süreç bütün bunların ötesinde ayrı bir kasıt taşımakta. Dava hazırlık sürecinin seyri, sırıtan kurgusu bir kez daha hukuk dışı bir akışın izleneceğini düşündürtmekte, iktidarın izlediği hat ve içine girdiği bunalım göz önüne alındığında Gezi’ye yönelik öfkesi anlaşılmaktadır.
Çünkü Gezi farklı olanların eşit ve özgürce bir arada olarak paylaşabildiği, yan yana iyiden güzelden taraf barışçı ortak değerlere sahip çıktığı, samimi, içten gelen direnci temsil eden, bütün toplumda umut doğuran bir hareketti.
***
Hiç kuşku yok ki hekimler, başta yargılanmış Tabip Odaları olmak üzere başlayacak Gezi davasını yakından izleyecek, dayanışma içerisinde olacaklardır. Ancak Tabip Odaları’nın bu günlerde çok belirleyici, benzer bir gündemleri bulunuyor.
Bilindiği gibi 2016-2018 dönemi TTB yöneticisi hekimler “savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması nedeniyle yargılandıkları davada 3 Mayıs tarihinde hapis cezası aldılar.
Bu yargılamayı, ama özel olarak sonucunu yani ceza verilmesini “ülkede zaten adaletin olmayışı” olarak değerlendiremeyiz. Mevcut düzen koşullarında bile adaletin olmayışı ile bir meslek örgütünün açıklamasına ceza verilmesi izah edilemez.
Mesele korkutma, caydırma, ders vermenin ötesinde iktidarın bütün insanlığın ortak değerlerini bile kendi için tehdit görmesine ve yok etmek üzere saldırmasına gelmiştir.
2000’li yılların başlarında Konya Karaman Tabip Odası’nın üyeleri arasında yapılan ve kitap olarak yayımlanan çalışmada birçok başlıkta hekimlerin algı, görüş, değerlendirmelerini öğrenmek üzere sorular yöneltiliyor. Açlık grevleri, F tipi cezaevleri, işkence, savaş başlıklarının Tabip Odaları’nın ilgi alanına girmesi hakkındaki hekim düşünceleri “evet, hayır, kısmen, fikrim yok” seçenekleri sunularak soruluyor.
498 hekimin yaklaşık yüzde 40’ı net olarak evet derken, kısmen seçeneğini işaretleyenlerle birlikte üçte ikisi “savaş başlığıyla” Tabip Odaları’nın ilgilenmesi gerektiğini söylüyor.
Tersten bakarsak kuşkusuz yüzde 30’a yaklaşan üçte birlik bir oranda hayır denmesini de çok yüksek olarak görebiliriz. Hekimlerin savaş gibi insanların yaşamına kast eden ve ötesinde kitlesel ve çok boyutlu bir sağlık tehdidi olmasıyla da halk sağlığı sorunu olan bir başlıkta önceliği hekimlik değerler savunusu olan bir kurum olarak Tabip Odaları’nın ilgi alanında görmeyerek hayır demeleri birçok açıdan ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir.
Bu durum hekimlik etiğinden tıp eğitimine, ülkede iktidarla çatışabilecek görüş ifade etmenin risklerine kadar çok etkenli bir gerekçeler kümesini tartışma gündemine taşır. Tüm bunlara rağmen hekimler ezici bir çoğunluk olarak savaşa karşı olup bu yönde tutum gösterilmesi gerektiğini bilmektedirler.
Ne var ki hapis cezası verilmesiyle bugün artık öncelikli gündem adalet arayışı değildir. Öncelikle her düzeyde siyasal, mesleki, sendikal vb. aktörlerin ve elbette hekimlerin TTB’nin mesleki bir görev ve toplumsal sorumluluk gereği olarak izlediği tutumdan yana taraf olmalarıdır. İnsanlığın ortak değerlerinin sahiplenildiğinin yaygın olarak seslendirilmesi ve dayanışmayla gösterilmesi adaletin tesisi için imkan sunacaktır.
Türkiye ve bilebildiğimiz kadarıyla dünya tarihinde hekim meslek örgütü yöneticilerinin tamamının mesleki bir tutum nedeniyle hapis cezası alması ilktir.
22 Haziran 2019 Cumartesi günü Ankara’da yapılacak olan TTB ara genel kurulu taraf olarak dayanışmanın somutlanması için bir fırsattır. TTB/hekimler tekrarlanmaması ve bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılması için dünden bugüne ve yarına sürecek yürüyüşte cumartesi günü toplanacak ara genel kurulda dostlarını görmekten mutlu olacaklardır.
Toplumsal iyilik hali için TTB’den yana savaşa karşı bir kez daha taraf olmak zamanıdır! (EB/EKN)