Aslında iktisat yazıları yazıyorum bianet’te. Ama Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Yekta Saraç’ın “Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’nde değişiklikler yapılacağı, belgeden toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının çıkarılacağı, kadın çalışmalarına ait derslerin içeriğinin “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” yerine “Adalet Temelli Kadın Çalışmaları” anlayışı çerçevesinde belirleneceğine ait açıklamasını okuduğumda bu konu üzerine yazmak istedim.
Çünkü yakın zamana kadar ben de üniversite öğretim üyesiydim, Kadın Sorunları Araştırma Merkezi’nin yüksek lisans programında derslerim vardı ve şimdiye kadar toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda defalarca konuşma yaptım. Konuyla bu denli bağlantılı olduğumdan bu seferlik yazı konumu değiştirebilirim diye düşündüm.
Bilindiği gibi Türkiye 1985 yılında CEDAW- Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ni, 2011 yılında da İstanbul Sözleşmesi- Kadına Karşı Şiddetin ve Aile İçin Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesini imzalamıştı. Bu sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin, kadın hareketinin yürüttüğü mücadelenin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadın cinayetleri konusunda oluşturulan muhalefetin ve o döneme denk düşen Özgecan Aslan cinayetinin ülke çapında yarattığı büyük tepkinin etkisi ile 2015’te YÖK, bütün bileşenlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ile adaletine duyarlı hareket etme taahhüdünde bulunmuştu.
Bu taahhüt çerçevesinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve adaleti konusunda farkındalığının artırılması, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” derslerinin konması, kampüslerde cinsel saldırı ve tacizle mücadele edilmesi, Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezlerinin açılması gibi düzenlemeler yapılmıştı.
Ancak, geçtiğimiz günlerde toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına, murat edilenin dışında anlamlar yüklendiği, bunların toplumsal değerlerimize uygun olmadığı, toplumca kabul edilmediği bu nedenle de ders, konferans ve seminerlerin, “Türk toplumunun aile kavramı başta olmak üzere sahip olduğu üstün değerlerin açığa çıkarılmasına özen gösterilerek” ve Adalet Temelli Kadın Çalışmaları anlayışı ile belirlenmesi gerektiği vurgulandı. Burada iki nokta belirgin şekilde ortaya çıkıyor.
* Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı çerçevesinde yapılan çalışmalardan, tartışmalardan rahatsızlık duyulmaktadır.
* Eşitlik kavramından rahatsızlık duyulmakta, yerine adalet kavramı önerilmektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği araştırmaları ve tartışmaları kadınların ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel alandaki sorunları, bunların arkasındaki yapısal sebepler, çözüm önerileri vb. konuları içermiştir. Sadece kadınlar/kadınlık konuları ile sınırlı kalmayarak; bir kurum olarak aile, erkeklik, aile kurumunun ve erkekliği hegemonik yapısı, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim farklılıkları, LGBTİ sorunları, karşılaştıkları ayrımcılık, homofobi/transfobi ile mücadele, Queer Teori vb. konuları da kaçınılmaz olarak ele almıştır.
Uluslararası literatürde toplumsal cinsiyet tartışmalarının ayrılmaz parçası olan LGBTİ’ler, Türkiye’de de akademik çalışmalarda, sivil toplum faaliyetlerinde ve hak arama mücadelesinde daha çok görülüyorlar. LGBTİ hakları, bütünsel insan haklarına ek olarak kendi özgüllükleri içinde ele alınıyor. Cinsel yönelime dayalı ayrımcılığa da diğer ayrımcılık türleri gibi karşı çıkılması düşüncesi yaygınlaşıyor.
Kadınların ve LGBTİ bireylerin hak arama mücadeleleri tüm eksikliklerine ve aksaklıklarına rağmen çok ciddi bir egemenlik/hegemonya tehdidi olarak algılanıyor. Muhafazakar toplumsal yapı kurgusu ile uyuşmuyor.
Görünmeyen kadınlıktan, görünmeyen LGBTİ’den görünen, üstüne üstlük bir de hak talep eden bireylere dönüşme iddiası taşıyor. Tek toplumsal örgütlenme biçimi olarak sunulan aile biçimini sorguluyor. “Toplumsal değerlere uymayan”, “toplumun kabul etmediği” dedikleri bu olsa gerek.
Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı yerine toplumsal adalet kavramının esas alınması tartışması daha önce başlatılmıştı. Özellikle KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği) bu kavram değişikliği için platform oluşturmuş, kongre düzenlemişti. Devletin resmi ve gayrı resmi temsilcileri bu platformlarda görüşlerini ifade etmişlerdi. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını daraltıcı bularak, daha kapsayıcı olarak toplumsal adalet kavramını önermişlerdir.
Benim de kendimi ait hissettiğim feminist görüş bu iki kavramı birbiri yerine kullanıyor. Eşitlik olmadan adaletin sağlanamayacağını vurgulanıyor. Ama özgürlükler, olanaklar, fırsatlar açısından farklılıklar taşıyan bireylere (gerçekten) eşit konuma gelene kadar eşitlikten daha fazlasının sunulmasını talep eder. Bu yaklaşım, bir başka ifade ile eşitliği savunurken farklılıkların ihmal edilmemesidir. Ekonomide, eğitimde, politikada pozitif ayrımcılık talebi ve bunların yasalarla güvenceye alınması talebi böyle bir bakış açısını yansıtır.
Şimdilerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerine daha geniş kapsamlı olarak önerilen toplumsal adalet kavramının ise, kadınlar ve LGBTİ bireyler için ne ifade ettiği muğlaktır. Aile içinde, toplumsal yaşamda, ekonomik döngüde, siyasette ne kadar yer alabileceği, bunun yeterli olup olmadığı konularındaki değerlendirme, varsayımları/ön kabulleri uygulayana (egemene) göre değişebilecektir.
Kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan bir bütün olduğu, ev içi- ev dışı rol dağılımının bu paylaşımı yansıttığını, tanımlanmış kadınlık/erkeklik rol ve görevlerinin varlığı, işbölümü açısından farklılıkların doğal olduğunu vb. kabulün kadın, erkek ve LGBTİ bireyler açısından eşitsizliği meşrulaştıracağı, bu eşitsizliğin de adaletsizliğin maddi ve düşünsel temelini oluşturacağı çok açıktır.
Bu tür kavramsal tartışmalar, akademik çalışmaların “toplumsal değerler ve kabullerle mütenasip olması” hedefleri; Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezlerinde açılacak derslerin, yapılacak araştırmaların, yazılacak tezlerin çerçevesinin egemen muhafazakar erkeklik tarafından belirlenmesi anlamına gelecektir.
Kavramlar üzerinden yapılacak tartışmalarla kadın hareketinin kazanımlarının kısıtlanması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal cinsiyet adaleti kavramlarını birbirini bütünleştiren, kuvvetlendiren iki kavram olduğunu değerlendirip, yasalar ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış haklarımızın korunması, daha da artırılması ve uygulama alanlarını genişletme mücadelesini sürdüreceğiz. (AGY/HK)