Toplumcu belediyecilik, ilk defa işçi sınıfının ağır sefalet koşullarında yaşadığı İngiltere’deki belediyelerde uygulanmaya başlanmıştır. Toplumcu belediyeciliğin mimarlarından olan İngiltere'nin Birmingham Belediye Başkanı Joseph Chamberlain, belediye sosyalizmini ve toplumsal eşitsizlikleri gidermek için kamu mülkiyetini savunmuştur. Chamberlain, gaz ve su şirketlerini belediye bünyesine almış, barınma koşullarını iyileştirmeye çalışmış, literatürde ilk toplumcu belediye örneği olarak gösterilmektedir.
Ülkemizde özellikle merkezi yönetime muhalif yerel yönetimlerin zorlu ekonomik koşullar altında, toplumcu belediyecilik alanında dünya örneklerini incelemeleri gerekmektedir. Özellikle, Brezilya’daki 3 milyon nüfuslu bir şehir olan Curitiba’yı büyük bir yaratıcılık ve az bir bütçeyle nasıl da dünyanın en yaşanabilir kenti yaptığı incelenmelidir.
Örnek verecek olursak; Brezilya'nın Curitiba kentinin Belediye Başkanı Jaime Lerner, “Her şeyi basite almalı ve sadece çalışmaya başlamalısınız. Hayatınız boyunca birçok 'zorluk satıcısı'yla karşılaşırsınız. Onların üzerine terlikle vurup önünüze çıkmalarını engellemelisiniz. Bütçeniz olmadığı zaman yaratıcılık başlar" diyor.
Lerner’ın uygulamaları Curitiba'da yaşayan halkın bütçesine de yarar sağlamış. Curitiba’da kişi başına düşen gelir Brezilya ortalamasının yüzde 60 üzerine çıkmıştır. Lerner ise tüm bunlarla ilgili son olarak şunları söylüyor: “Bizim tamamen karşımızda duranlar zamanla en büyük destekçilerimiz oldular. Onların sadece sonuçları görmeye ihtiyacı vardı. Şimdi ise şehirleriyle gurur duyuyorlar.”
Bu örnek incelendiğinde bir belediye başkanının en zor koşullar altında dahi isterse neler yapabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca, belediye sosyalizmine yani toplumcu belediyeciliğe ulaşmanın en önemli yolunun, toplumsal mücadelenin ve halkla birlikte yönetmenin önemini kavramaktan geçtiği nettir.
Ülkemizde yapılan son yerel seçimler sonucunda, toplumcu belediyecilik anlayışını benimseyen siyasi yapılar, son yerel seçimlerde ülkedeki bir çok kentte yerel yönetimlerde iktidar olmuşlardır. Ancak 2002 yılından beri ülkeyi yöneten ve muhalefet partilerinin yerel yönetimlerini çalıştırmamak üzerine politikalar üreten, otoriter bir merkezi hükümet var. Ve yerel yönetimlerin özüne aykırı yasal düzenlemeler yapmaktadır. Yapılan düzenlemeler, yerel yönetimlerin var olma nedeni olan ulusal ve uluslararası yasal metinlere aykırı olduğu gibi merkezi yönetimin yerel yönetimlerin politikalarını belirlemeye vardırdığı, yerel yönetimlerin karar alma yeteneğini, yaptığı yasal düzenlemeler ile ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu düzenlemeler ile yerel yönetimleri çalışamaz hale getirmiştir. Düzenlemelerin sonucunda ademi merkeziyetçilik büyük bir oranda ortadan kaldırılmıştır. Merkezi yönetim neredeyse, yerel yönetimlerin yerine karar alma durumuna gelmiştir. Bunun en son örneği 2024/7 sayılı Tasarruf Genelgesidir.
Sosyal belediyecilik paradigmasını benimseyen yerel yönetimler, merkezi yönetimin demokrasiye aykırı düzenlemelerinin olduğu böyle bir ortamda, yerel demokrasiyi ve sosyal belediyecilik anlayışını nasıl yaşama geçirebilirler?
1-Yerel yöneticiler yönettikleri kentlerde sivil toplum örgütlerinin yönetime katılımını ayrım yapmadan sağlamalı. Kendilerine muhalif olan STK'leri sürekli davet etmeli, STK'lerle yapılan davetler kentte yaşayan herkese sosyal medya hesapları üzerinden duyurulmalı. Tüm bunlara rağmen kent çıkarları için yerel yönetimin yanında olmayan STK'leri süreç içersinde halk yalnızlaştıracaktır.
2-Kentte kültürel alanların sayısını arttırarak bu alanlarda yapılacak etkinliklerle, (tiyatro ve konser ) parklardaki spor alanlarının sayısı arttırmalı.
3- Ülkemizde halkın büyük çoğunluğunun giderlerinin büyük bir kısmını oluşturan öğrencilerinin dershane giderlerini, açılacak eğitim merkezleri ile giderme yoluna gidilmelidir.
4-İmar düzenlemeleriyle elde edilecek alanlarda, şehircilik ve konut politikaları oluşturularak, elde edilen alanlar bedelsiz bir şekilde belediyenin denetiminde, konut kooperatiflerine devredilmelidir. (Ankara Batıkent örneği)
5-Yerel yönetimler, üreticilik ve tüketimi düzenleme rolünü yerine getirmelidir. Kentli emekçilerin geçim maliyetlerini düşürmek için yükselen gıda fiyatlarına karşı, üretim bölgelerinden direk üreticiden alacağı ürünleri, tanzim satış mağazaları aracılığıyla halka ulaştırılmalıdır. Ayrıca bölgelerinde üretim yapan küçük üreticilere tarımsal ve hayvancılık alanında destekler sunabilir. Çiftçilere üretimden satışa kadar her aşamada tarımsal destekler sunulmalıdır.
Belediyeler ekonomik kaynakları elinde tutan merkezi yönetime karşı, bazı alanlarda özerkliğini sağlamak için belediyeler arasında bir dayanışma sistemi kurabilirler. Bunları kurulu şirketleri ve üyesi oldukları birlikler aracılığıyla yapabilirler. Ülkedeki toplumcu belediyecilik alanında çalışan belediyeler, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin azaltılmasına odaklanmalı, mahalle meclisleri gibi katılımcılık araçları yeniden oluşturulmalıdır.
Yapılacak bu çalışmalar hedefi, sosyal yardım ve seçmen desteği alma şeklinde değil tüm sakinleri kapsayıcı ve gerçekçi bir şekilde uygulanmalıdır. Yapılan bu çalışmalar sonucunda sürdürülebilir ve katılımcı demokrasiye inanmış kentlerin oluşacağından şüpheniz olmasın.
(MY/RT)