Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. N. Aysun Yüksel, Türkiye'nin popüler ses sanatçılarından Tarkan'ı bir yıldız olgusu bağlamında değerlendiren bir çalışma hazırladı.
Haber, röportajlardan hareketle...
Bu çalışmada Yüksel, yıldız olgusunun ortaya çıkıp gelişmesini ekonomik ve toplumsal dinamikleriyle irdeleyerek tüketim toplumunda yıldızların işlevini tespit ediyor.
Türkiye'den bir örnek olarak da Tarkan'ı (Tevetoğlu) daha doğru bir tanımlamayla "Tarkan imgesi"ni medyada yer alan haber, röportaj, yorum, şarkı sözleri ve fotoğraflarından hareketle çözümlüyor. Tüm bu çözümlemeler, konuyla ilgili uluslararası kuramsal taramanın sonucunda oluşturulan kuramsal bir bakışla sonuca ulaştırılıyor. Bir yıldızın nasıl yansıtıldığı çözümleme verilerinden hareketle Türk toplumuna ilişkin bir durum tespiti yapılıyor.
Sosyal bilimlerden bir biliminsanının bu çalışması 2001 yazında Çiviyazıları'ndan "Tarkan yıldız olgusu" adıyla yayınlandı.
Kitabın piyasaya çıkmasından yaklaşık bir-bir buçuk ay sonra Tarkan, avukatı aracılığıyla İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesine dava açtı, ayrıca mahkemeden de "İhtiyati Tedbir Kararı" istedi ve mahkeme bu kararı kabul etti. Böylece yayınevinin elindeki ve kitapçılardaki (sözkonusu) kitaplar, İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin İhtiyati Tedbir Karar"ı gereği toplatıldı.
Mahkeme kararını beklemeden...
Yazık ki, bir kez daha toplum olarak alışık olduğumuz kitap topla(tıl)maya tanık oluyoruz. Yasal süreç başladığı için kitabı değerlendirmek, kitapta öne sürülenleri savunmak ya da eleştirmek gibi bir kaygımız tabii ki yok ve olamaz da. Bu konuda konuşmak için mahkeme kararını bekliyoruz.
Kitabın konusu ve davacı popüler bir isim olduğu için olsa gerek basın hemen konuyla ilgilendi. Oysa biliyoruz ki, pek çok kitap ve biliminsanı, gazeteci, araştırmacı aynı süreci yaşadı ama basında hiçbir şekilde yer almadı.
Sabah gazetesi, 26 Eylül 2001 tarihli sayısında ilk sayfada alt sıralarda da olsa Tarkan fotoğrafıyla konuyu Tarkan'ın ağzından "Haklarıma Tecavüz Var" üst başlığı ve "Kitabını Toplatıyor" başlığıyla duyurdu. Birinci sayfada yer alan haber metni ise şu şekilde: "Tarkan, Aysun Yüksel'in 'Tarkan-Yıldız Olgusu' adlı kitabı için toplatma kararı aldırdı. Kitaptaki 'Gözleri sürmeli... Yoksa eşcinsel mi?' gibi ifadeler, Tarkan'ın kişilik haklarına saldırı olarak değerlendirildi."
Bu metin sanki mahkemenin sonuçlandığı ve kitabın toplatıldığı gibi bir anlam içeriyor.
Oysa, henüz mahkeme sonuçlanmadı. Kitap sadece İhtiyati Tedbir Kararı gereği toplatıldı. İki karar gerçekte çok farklı, mahkemenin söz konusu kitapla Tarkan'ın kişilik haklarına saldırıldığını kabul ettiği de yok.
İhtiyati tedbirin anlamı
Eğer hukuktaki İhtiyati Tedbir Kararı'nı konuşma dilinde anlatmaya çalışırsak: Mahkeme sonuçlanıncaya kadar, davacının -Tarkan'ın- telafi edilemeyecek olası zararlarının önlenmesi için bu karar alınıyor ve kitabın toplanması isteniyor. Yani kitabın şimdilik toplatılması, Tarkan'ın bu mahkemeyi kazandığı anlamına gelmiyor.
Üstelik, haberin devamının yer aldığı ikinci sayfadaki metnin tümüyle Tarkan'ın avukatının hazırladığı savunma metninden ya da gönderdikleri bir basın bülteninden alındığı çok açık. Oysa, gazetecinin olaydaki taraflara eşit uzaklıkta durması, yeterince bilgilenmeden haberi yazmaması gerekmez mi?
Türkan Hiçyılmaz imzası taşıyan bu haber, hayli duyarsızca kanımızca hukukta İhtiyati Tedbir Kararı'nın anlamı bilinmeden kaleme alınmış; eğer bildiği halde böyle bir metin yazabilmişse bu daha da vahim ... Haber metninin en son satır ve son cümlesinde bir "... ihtiyati tedbir kararı gereği..." geçiyor ama olay başlangıçta o kadar yanlış bir bağlama taşınarak aktarılmış oluyor ki, artık bir okuyucu olarak konuyu doğru anlamak mümkün değil.
Hürriyet haberi nasıl verdi?
Aynı sorumsuzluk sonucu yanlış bilgilerle dopdolu bir başka haber metnini 28 Eylül 2001 tarihli Hürriyet'te Dilek Dallıağ imzasıyla görüyoruz. Haber yine mahkeme sonuçlanmış, Tarkan'ın kitaba ve de yazarına ilişkin "isminin ve görüntülerinin kullanılarak hayranlarının aldatıldığı ve bu yolla ticari kazanç elde edildiğini, herhangi bir iznin de alınmadığını" öne sürdüğü iddialar mahkeme tarafından onay görmüş; "kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu"na "karar" verilmiş gibi bir anlam kuruluyor.
Haberde tümüyle yanlış ve taraflı bir giriş yapılıyor. Ne var ki vahim hatalar bununla da bitmiyor; haberde "Kimseyi Suçlamadım" şeklinde bir başlık atılıyor ve Yrd. Doç. Dr. N. Aysun Yüksel konuya mesafeli kalmak için herhangi bir açıklama yapmadığı halde, Dallıağ (nasıl bir gazetecilik etiği olduğu açıklanamayacak bir yaklaşımla) sanki Yüksel kendisiyle konuşmuş gibi ifadelere yer verebiliyor.
Haberdeki öğeler ve ötesi...
Eğer Yüksel kendisine açıklamada bulunsaydı, zaten böylesi anlamsız bir paragraf yazmazdı. Paragrafa bir göz atarsak:
"Burada araştırdığım konu ya da kişi, kamuya mal olmuş bir insan. Bu Tarkan değil de başka biri de olabilirdi."
* Oysa herhangi biri değil, Tarkan ama kişi olarak ya da bireysel yaşamıyla değil, topluma sunulan "Tarkan imgesi" sosyal bilimsel bir çözümleme nesnesi olarak önemli ve bunun için de bu kitap yazıldı.
"Karşılıklı görüşmeyle yazılmış bir kitap değil. Benim Yorumumla yazılmış bir kitap."
* Bu bir bilimsel çalışmadır; bilimsel çalışmada yorum tümüyle araştırma sonucunda elde edilen veriler ışığında geliştirilir. Verinin olmadığı yerde, biliminsanı konuşmaz ya da olasılıktan söz eder ancak. Sözkonusu kitapta da Yüksel, kuramsal gelişmelerin ve medyada yer alan Tarkan imgesinin çözümlemesinden elde ettiği veriler çerçevesinde yorum geliştiriyor.
"Tarkan'a eşcinsel suçlaması yapmadım, akademik bir araştırmadan sonra sadece yıldız olgusu üzerinde durduk."
* Bu cümlenin anlamını çözmek zor. Bir düzeltme yapmak gerekirse, o kitap akademik çalışma sonucunda ortaya çıkan bir üründür. Yani gazetecinin belirttiği gibi, önce bir akademik araştırma daha sonra gelen bir ikinci yıldız olgusu yok zaten.
"Tarkan'ı ben de seviyorum."
* İşte bu cümle muhabire ve Hürriyet'e en büyük sorumluluğu yüklüyor. Biliminsanları araştırma konularını/olaylarını/yıldızları sevdikleri ya da sevmedikleri için araştırma yapmazlar, aksine bu duyguların üstüne çıkarlar ve toplumsal kaygılar daha da ön plana çıkar.
Bilim ve basının popülist yaklaşımı
Girişte de belirttiğimiz gibi, Türk toplumu gibi medya da bilimle barışamadı . Deprem konusunda da biliminsanları çok kafa karıştırıcı bulunarak onların yerine niyeyse hepte Uzak Doğu'da deprem bilgisini geliştiren deprem "uzmanları"na itibar edildi. Biliminsanları mevcut teknoloji ve bilgi birikimi yetersiz olduğu için tam gün ve saat verilemeyeceğini ısrarla söyleseler de sözde uzmanların gün, saat veren ve daha sonra asılsız çıkan görüşleri daha öncelikli oldu. O tarihte deprem olmayınca da hiçbir medya kuruluşu çıkıp da izleyiciden özür dileme sorumluluğunu göstermedi.
Bu olayda da mahkeme kararı beklenilmeden, İhtiyati Tedbir Kararı'ndan hareketle hayli popülist bir yaklaşımla haber metinleri oluşturuldu.
Kitapları okumadan...
Konuyla ilgilenen gazeteciler ilgili kitabı okumuyor üstelik mahkemeden çıkan kararın anlamını bilmeden ya da araştırmadan haber yazabiliyor. Bu yanlışlar dizisinden sadece imzayı atan muhabirler sorumlu değil elbette, bunun sorumluluğunu ilgili medya kuruluşunun da taşıması gerekiyor. Üstelik daha önceki kitap toplatmalarda olduğu gibi, yine basın, mahkeme kararını büyük olasılıkla yayınlamayacak, popüler konu ve olaylar peşinde koşmaktan bilimsel çalışmalara sıra gelmeyecek.
Kitlesel basının sorumsuzluk/etiksizlik üzerine kurulu dişlileri daha parlayarak dönmeye devam edecek. (NU)