* Eser: Cevdet Erek.
Kassel. W. G. Sebald'ın II. Dünya Savaşı'nda Alman kentlerinin yıkımını anlattığı Hava Savaşı ve Edebiyat kitabındaki kentler gibi büyük bir kısmı tahrip olmuş Alman kentlerinden.
Savaşta neredeyse tamamı yerle bir olan kent, savaş sırasında Dachau toplama kampının alt kampı olarak kullanılmış. 1955'te Arnold Bode'nin girişimiyle ilki yapılan ve 1972'den beri beş yılda bir düzenlenen Documenta, savaş sonrası Kassel'in yaralarını sarma ve Nazilerin modern sanatı dejenere olarak gören anlayışına eleştiri üzerine kurulduğundan, benzer türdeki etkinliklerden farklı bir çıkış noktasına sahip. Documenta'yı geçmiş yıllarda Harald Szeemann, Okwui Enwezor gibi çağdaş sanata yön veren küratörlerin düzenlemesi yalnızca Almanya'nın kendi politik geçmişiyle yüzleşme açısından değil, sanat ve kültür tarihi açısından da etkinliğin daha farklı bir konuma gelmesini sağlamış. Dünyanın dört bir yanındaki işgal eylemlerine, Holokost'a odaklanan 7. Berlin Bienali, konseptinde endüstri devrimine, iş gücüne vurgu yapan, bir maden ocağında düzenlenen 9. Manifesta gibi, 13. dOCUMENTA'da da -bir kavramsal çerçevesi olmasa da- gündemde olan konuların, benzer eğilimlerin yansımalarını gözlemlemek mümkün.
Yahudi soykırımı, kamp deneyimi Almanya'da karşı anıtlarla, üniversitelerde kürsülerle güncelliğini koruyan bir konu olmayı sürdürüyor. Kamp mantığının farklı biçimlerde günümüze kadar devam etmesi bu konunun gündemde tutulmasının manidar olduğunun işareti. Giorgio Agamben'in de belirttiği gibi yasal olmayan bir şeyin, hukuksuzluğun yasal biçim alması, kamp örneğinde olduğu gibi küresel iç savaş karşısında istisna halinin sıradanlaştırılarak egemen bir durum haline getirilmesiyle giderek daha çok karşılaştığımız bir dönemden geçiyoruz.
d(13)'ün küratörü Carolyn Christov-Bakargiev bu durumdan yola çıkarak, sanatçılardan birbirinden bağımsız olarak atölyelerinde eser üretmelerindense onları bir yüzleşmeye çağırmış ve Kassel'e yakın bir mesafede bulunan, bugün psikiyatri kliniği olarak kullanılan, II. Dünya Savaşı döneminde Nazi toplama kampı olan Breitenau'yu ziyaret etmelerini istemiş. Avrupa'da, Almanya'da ırkçılığın yükseldiği, Nazi sempatizanı partilerin meclise girdiği, sağın güçlendiği bir dönemde Bakargiev'in bu konuyu gündemde tutması, sanatçılardan ve izleyicilerden istediği bu yüzleşme, çağdaş sanatın kurulu olduğu normlara yamuk bakmaya çağrısı ayrıca anlamlı. d(13), tarihle, günümüzle kurduğu ilişkiyi bu bağlamda farklı kentlere de taşıyor. Tarihi geçmişi açısından Kassel ile benzerlik taşıyan, çatışma ortamının, kamp mantığının hâlâ sürdüğü Kabil'e sergi ve seminerlerle bağlanıyor, "umut (Kahire), kuşatma (Kabil), sığınak (Banff), sahne (Kassel)" gibi kavramlar ışığında farklı ülkeler ve işlerle, farklı kavramlarla ilişkilenerek tarihle yüzleşmeyi sürdürüyor.
d(13)'ün ana mekânlarından Fridericianum'da serginin konseptine de bir nevi giriş niteliğindeki "beyin" olarak adlandırılan bölüm, antik dönemden günümüze yıkım nesnelerine ve eserlerine ayrılmış. Oto-yıkımcılığın babası Metzger'in deseni, Man Ray'ın "yıkım nesneleri", Vany Rattana'nın Vietnam Savalı sırasında tahrip edilmiş Kamboçya topraklarını gösteren fotoğrafı, Beyrut Ulusal Müzesi'nden iç savaşın izlerini gösteren eser bunlardan birkaçı. Fridericianum'daki diğer bölümlere geçildiğinde benzer sorgulamanın sürmesi hedeflenmiş. Bahçıvan, rahip ve ressam, II. Dünya Savaşı'nda toplama kamplarındaki deneyiminde, konsantrasyon kampının ilk harfinden yola çıkarak isimlendirdiği K1, K2... kodlu elmalar yetiştiren Korbian Aigner'in bir duvarı kaplayan yüzlerce elma natürmortu, kamplarda öldürülen insanlardan kalan yığınlar biçimindeki eşyaları, beden parçalarını imliyor. 372 adet elma çizimi, minimalizmin kendine referans veren anlayışından uzakta, Alain Renais'nin Gece ve Sis belgeselinde kurbanların ardından kalan yığınlar halindeki eşyaları, bedenleri akla getiriyor. Alighiere Boetti'nin Afganistan'da başladığı, dünya haritasındaki ülkelerin kendi bayraklarıyla yer aldığı keten üzerine işleme Mappa'sı (Harita, 1971) politik coğrafyadaki değişimler üzerine. Yine Boetti'nin Kabil'de yaşadığı yıllarda işlettiği One Hotel'ini, Maria Garcia Torres'in d(13) için tekrar canlandırmaya çalışması, Kassel, Kabil arası politik ve sanatsal bağların kurulmasının işaretleri.
Kassel'in otuzdan fazla mekanına yayılmış işler arasında Karlsruhe Parkı'nda yer alanlar çoğunlukla -doksan sonrası sanatta katılım, ilişkisellik bağlamında zaten çokça karşılaşılan ve tartışılan- izleyicinin katılımını gerektiren, performatif işler. Pedro Reyes'in izleyiciye terapi seansları sunduğu Sanatorium'undan, Gareth Moore'un geri dönüşümlü malzemeden inşa edilmiş ütopik komününe, Robin Kahn'ın Batı Sahra Ulusal Kadınlar Birliğinden kadınlarla bölgenin durumu üzerine düşünmeye çağırdığı kuskus ve çay ikram edilen mülteci çadırına d(13)'teki pek çok iş düşünmeye, tartışmaya ve katılıma çağıran, sürece dahil olunmadığında teatral kalabilecek işler. Ayrıca bu açıdan çok yoğun bir eğitim, seminer programını da içeren d(13)'ün izleyici odaklı olduğu söylenebilir.
Bakargiev'in kendi küratörlük pratiklerine bakıldığında editörlüğünü yaptığı Arte Povera kitabı ya da sergilerini düzenlediği sanatçıların işlerinde de görülen sanat ve doğa ilişkisi, ekoloji üzerine ilgisini d(13)'te de gözlemlemek mümkün. Doğal Tarih Müzesi Ottoneum'da sergilenen, Odisha'daki tarım topraklarına büyük şirketlerin müdahalesini gösteren Amar Kanwar'ın Sovereign Forest'i gibi işler yıkım estetiğini, doğanın ve ekolojik yapının tahribatı üzerinden örneklendiriyor.
d(13), 7. Berlin Bienali'nin politik eylemleri sanat merkezinin içine taşırken onları nötrleştirmesi hatasına düşmüyor. Yaşayan sanatçıların gündemdeki meselelerle ilintili yeni ürettiği işleri, özenli sergileme metotlarıyla izleyiciye sunuluyor.
Bir konsepti, başlığı olmayan dOCUMENTA, alt başlığını Baader Meinhof üyesi Ulrike Meinhof'un 1970'lerde Alman tv'si için senaryosunu yazdığı film , - aynı zamanda 1800'lerin New Orleansı'nda kölelerin yaptığı dans olan - Bambule'den feyz almış; "Dans çok çılgın, canlı, hareketliydi ve çok uzun sürdü." Bakargiev, Haziran'da Friedrichsplatz'a çadır kuran İşgal Hareketi (doccupy) temsilcilerine, Beuys'a referansla kamusal alanı dönüştürdükleri için teşekkürlerini sunmuş ve onları sanatçı olarak selamlamıştı. doccupy'cıların eylemleri New York'ta olduğu gibi sanat kurumlarına eleştiriye dönüşmeyip oldukça sakin kalırken, 100 Notes - 100 Thoughts kitap dizisinden seminerlere, -ne kadar işlediği ayrıca tartışmalı- Maybe (belki) eğitim programına neredeyse bir örümcek ağı gibi yüz günlüğüne Kassel'i işgal eden canlı, hareketli d(13), işler üzerinden yürütülecek tartışmalarla, uzun bir hazırlık sürecine yayılmasının hakkını verircesine zihinlerdeki sorgulamaları daha uzun süre hissettireceğe benziyor.
d(13)'e Türkiye'den Füsun Onur ve Cevdet Erek katılıyor
Füsun Onur'un, zincirle çevrelediği basit bir sandalyeye kendi ismini yazdığı, -tam da d(13)ün açıldığı hafta Türkiye'de kürtaj tartışmalarına denk gelen- İsimsiz (1993-2012) çalışması, kadının isminin, toplumda varlığının olmadığını bir kez daha hatırlatıyor. Onur'un çalışmalarının ruhunda her zaman önemli bir yeri olan İstanbul, Kassel'de bu kez Boğaz'ın martısıyla yer alıyor. Neue Galerie'nin penceresine yerleştirilen martı motifli iğne oyalı perde Boğaz'ın esintisini Karlsruhe Parkı'na taşıyor.
Cevdet Erek d(13)'te, bir alışveriş merkezinde gerçekleştirdiği, dOCUMENTA tarihine de referans vererek iş, emek, disiplin kavramlarını vurgulayan, mimariye sesle müdahale ettiği ve onu dönüştürdüğü Ritimler Odası (2012) çalışması ile yer alıyor. (EY/AS)
* dOCUMENTA (13), 16 Eylül'e dek Kassel'de.