Bütün gün Tophane'de turladım. Galata'dan başladım Kumbaracı Yokuşu'ndan aşağı indim, Tütün Deposu'ndan Tophane Tayfun'a indim. Yanımda Trabzonlu Şahap Abi vardı. Karabaş Camii'nin orada Fuat'ı gördük. Sonra günün neredeyse kalanını Halenze Derneği'nin karşısındaki eskicide geçirdim.
Ne diyeyim bilemiyorum. Uzaktan bakınca hakikaten ikinci Madımak var ortada. Düşünsenize, sanatseverlerden oluşan bir gruba saldıran 40 kişi var bir kere. Dövülenler var... Korkutulanlar var... Kırılan camlar var... Var oğlu var...
Var mı peki?
Neyin var olduğunu da yazacağım; ama önce şunu işaretleyeyim: Orada Madımak yok... Vallahi yok. Ne var biliyor musunuz? Yoksulluk var, yoksunluk var... Son dönemde hızlı değişime ayak uyduramayacak kadar yoksul insanlar buradakiler... Yoksulluklarına kırgın hatta kızgınlar... Evlerinin metrekaresine 1500 TL hatta deniz görenine, genişine ve tarihisine 4000TL teklif ediliyor... ama o "değerli" evlerinde iki kap yemeği zorla çıkarıyor bu zengin namzetleri... Zenginlerse gelip o paraları bastırıp evleri ellerinden alıyor; yürüye yürüye eski Cezayir şimdiki Fransız Sokağı'na çıkıp demleniyor, mahallelinin bir haftalık nafakasını bir masada bırakıp yine aynı yolla dönüyorlar... Bazı evler milyon Euro ediyor; ama içinde yaşayanlar meteliğe kurşun atıyor... Üstüne üstlük ortada ciddi mi ciddi bir rant var; ama mahalleli o ranttan payını da alamıyor. Belki alsa sesi çıkmayacak fazlaca...
Ama neticede o ranttan ya da zenginlikten göz göre göre alamadığı pay, zenginlere gıcık olmalarına yol açıyor anlayacağınız. Bir nevi Bizim Aile'deki Tarık Akan'a aşık olan Itır Esen'in babası kötü fabrikatör gibi görüyorlar zenginleri yani... ama Münir Özkul gibi çelebi bir tepki gelmiyor onlardan ne yazık ki... Münir Özkul'un o tiradını Tophane halkı yumrukla atıyor. Bundan da hiç gocunmuyor. Kiminle konuşursunaz konuşun, "ben yoktum orada diyor" ama sonra hemen ekliyor; "ama farz edin iki yumruk da ben salladım dün gece"...
Neyse... Fuat'la oturuyoruz eskicide, akşamüstü filan... üzerinde ATGV yazan bir minibüs yanaşıyor Karabaş Camii'nin oraya... ATGV'nin açılımı Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı. Ama mahalleli için anlamı haciz memuru... Gerçekten içinden inen gençten bir avukat ve yanındaki haciz memuru, hemen yanımızdaki apartmana girip ihtiyati haczi dayayıverdiler gözümüzün önünde. Sonra önümüzden yürürken hacizciler yanımızdakilerden biri "gelmeyin artık be" diye bağırdı. Hiç ses etmediler... Belli ki usta hacizciydiler. Polemiğe girmenin dayat yemekle eş olduğunu bilenlerinden yani... Minibüse bindiler hızlıca uzadılar... Gözümle görmesem inanmazdım vallahi. Fuat, "haftada iki üç kere gelir bu minibüs" dedi... Sonradan esnaf Metin Abi uğradı yanımıza, belediye yeni binaların metrekaresine sekiz bin TL'ye varan rayiç üzerinden vergi kesiyormuş meğer mahalleliye... Tarihi evlere vergi yok; ama yenilerine gacırt yani...
Haliyle İstanbul'un 40 hatimle top dökülen tophanesi, Fatih'in kadırgalarını yürüttüğü Kumbaracı Yokuşu, İşgal İstanbul'unda kayıp İngiliz askeri cesetlerinin biriktirildiği Boğazkesen mevkii ile maruf bu mağrur semt ne az önce anlattığım hızlı değişimi, ne hacizci karşısında düştüğü durumu hazmedemiyor bir türlü. O zaman da haliyle galeriye, sanatsevere gerici saldırısı tespiti havada kalıyor. Niye mi? ağabeylerden biri diyor ki, "Canım kardeşim, orada Cezayir Sokağı duruyor. Eğer biz gericiysek, aha orayı yakarız önce... Biz gericiysek, sayayım yana en az beş yer var içki satan, önce orayı taşlayak... Niye gidip galerici dövelim ki"...
Ama tabii Cezayir yani Fransız Sokağı neticede kapalı alan neredeyse... Oysa galeriler Tophane'nin göbeği. Yani hem Cem Karaca'nın Tamirci Çırağı'ndaki gibi hala arkası kuşlu aynada saçını tarayan tamirci çırakları kahveye çıkıyor orada; hem mini etekli kızlarla, cicili bicili erkekler gelip geçiyor, cafeye takılıyor... Neticede bu iki "sınıf" aynı semtte takılıyor; ama yan yana durmuyor... O zaman ne oluyor? Kavga çıkıyor. Kavganın sonunda da haliyle birinin gitmesi gerekiyor...
Bu birileri, Şahap Abi'ye göre mahalleyi sahiplenen Siirtli, Bitlisli ve Erzincanlı aileler gibi görünüyor... Şahap Abi'nin kendisi Trabzonlu; ama o kendini de vareste tutmuyor ve "Er ya da geç buradan uzayacağız, zorundayız buna" diyor. "Ama" diye ekliyor Şahap Abi ve "bizim gidişimiz kanlı olur. Öyle kolay kolay bırakmayız semti? Üç kuruş paraya teslim etmeyiz öylece" diye koyuyor tespiti kucağımıza... Zaten bu kavgalar da Şahap Abi'nin deyişiyle bahsettiği vuruşarak çekilmenin ayak seslerinden başkası değil...
"Bu ne kadar sürer?" sorumuzu ise 44 yıllık Boğazkesenli Celal Abi şöyle yanıtlıyor, "Bir İngiliz geldiydi beş sene evvel. 'On sene sonra hepiniz gideceksiniz buradan' dediydi. 'Bir yerine iki lira vereceğiz üç lira vereceğiz biz alacağız' dediydi. Bu hesapla 5 sene var daha"...
Ha unutmadan ikide bir aklıma takılıyor o meşum soru; ama cevaplayan bir babayiğit çıkmıyor... Soru mu? "sizden önce kim yaşıyordu burada; ve onlar nereye gittiler be abi?"
Not: Yazıyı bir kez okudum tashih için ve dayak yiyen sanatseverlere mahcup oldum. Çünkü hiç kınamamışım bu menfur saldırıyı; fark ettim. Özür dilerim. Sanata ve sanatsevere yapılan bu saldırıyı kınıyorum (ünlem)...
İkinci Not: Fuat dedi ki, bu kavganın sebebi sigara esasen. Nasıl mı? şöyle: Şimdi davet var. Kalabalık var, sigara içiyorlar. İç mekanda içmek yasak. Dışarı çıkıyorlar. Ellerinde kadehler, sokakta salınıyorlar. Galerilerin hepsi aynı anda adam çağırıyor. Sokakta geçecek yer kalmıyor. Tophaneli de kendine yer açıyor...(ET/EÖ)
Yazıyı http://www.enistayman.com.tr/?p=281 adresinden erişilen Enis Tayman'a ait blogdan aktardık.