Resmen bir yarış olan, gerçekten isteyen ya da iyi olanın değil, ama yarışı önde göğüsleyenin kazandığı, sınav sistemi ile ne kadar oynanırsa oynansın "objektif" olabilme özelliğine kesin olarak sahip olmayan ve üstelik son yıllarda üzerine "şaibe" düşmüş bir sınav maratonundan çıkan gençler; şimdi geleceklerini planlamanın, yaşamlarındaki belki de en önemli dönüm noktalarının birindeler şu günlerde. Seçecekleri meslek, yaşamları boyunca onlarla birlikte olacak, onların geleceklerinin nasıl şekilleneceğini belirleyecek. Bu nedenle, bu mesleğe uzun yıllarını vermiş biri olarak, tıp mesleğini seçmeyi düşünen adaylara bazı önerilerde bulunmak istiyorum.
Birincisi; "hekimlik ulvi meslektir", "dünyanın en eski mesleğidir" gibi sözler sizleri sakın aldatmasın. Her meslek çok önemlidir, her meslek emek gerektirir, her mesleğe ayrı ayrı saygı duymak gerekir. Sadece hekimlik değil hangi mesleği seçerseniz seçin, şunu kesinlikle tüm benliğinizde hissediyor olmanız gerekir: "Ben bu mesleği severek ve isteyerek yıllarca yapabilirim!" Bir başka deyişle, meslek seçimi eş seçimine benzer. Nasıl "iyi günde de kötü günde de birlikte olmak" evliliğin temel ilkesiyse, mesleğiniz de sizin her gününüzü dolduracaktır. Yaşam boyu doktor A bey ya da avukat Y hanım olarak anılacaksınız. Bu nedenle, sadece okurken değil çalışırken de zevk alacağınız bir mesleği seçin. Hekimlik, gerçekten özveri gerektiren bir meslektir. Bu, başkalarına değil asıl kendinize göstermeniz gereken bir özveridir. Hem öğrenciliğiniz hem de meslek yaşamınız sırasında, pekçok arkadaşınız yapabilirken, siz kendinize yeterli zaman ayıramayacağınızı bilmelisiniz. Bu özveriyi yapabilecek istenç içinizdeyse eğer, mesleğin albenisi değil ama yaparken duyacağınız haz sizin tıp fakültesini seçmenizde neden olmalı.
İkincisi; şunu bilin ki, ülkemizde tıp mesleği şu anki işleyişinden daha farklı bir görünüm kazanabilir. Tıp mesleğinin uygulaması ülkelerin sağlık sistemlerine göre yönlendirilir. Sağlık sistemi de, günümüzde egemen olan pazar ekonomisi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Hekim her zaman mesleğini ve hastasını önemser. Sağlık ekonomisine egemen olan güçler ise sadece ve sürekli olarak kar-zarar hesabı yaparlar. Sistemin doğası gereği doğaldır da bu. Ülkemizdeki son yıllardaki yansımasına bakacak olursak, her ne kadar dıştan görünüş olarak süslü-boyalı da olsa, pazar ekonomisi devletin kendi kurumlarını bile etkilemiş, bazı hastaneler gerekli malzemeleri bulamaz hale gelmiştir. Çok büyük özel hastanelerin sayıları giderek artmakta, 3000-4000 yataklı kent hastanelerinin inşaatları sürmektedir. Giderek hekim ister istemez sistemin bir parçası olmaktadır. Gelişmiş ülkelerin tamamında hekimler, harcadıkları emeğe koşut olarak en çok kazanan meslek grubundadır. Ülkemizde ise, hekimin kazancı giderek azalmaktadır. Görünen odur ki, devlet sağlık sisteminden olabildiğince elini çekecek ve ortamı özel sektöre bırakacaktır. Doğaldır ki, sermaye sahibi olan kişiler de "ne kadar çok kazanç o kadar çok maaş" ilkesini ödün vermeksizin uygulayacak; hekimler yazılı olan sözleşmeler ile bağlanacak, yazılı olmayan kurallar ile de kısıtlanacaktır. Eğer bu mesleği seçmeyi düşünüyorsanız biliniz ki, hekimlik mesleğinden hakettiğiniz parayı, en azından yakın bir gelecekte kazanamayacaksınız. Boş gördüğü her yeşil alanı otuz katlı bina ile donatma hevesi ile yanıp tutuşan doymaz inşaatçıların sizin yaşınızdaki çocukları, en pahalı arabaları hiç çaba sarfetmeden alabilecekken, eğer sizin ana-babanızın birikimi yoksa; borç, harç, taksitle araba, ev sahibi olabileceksiniz. Emeğinizin karşılığını değil, size biçilen değerin karşılığını alacaksınız.
Üçüncüsü; her ne kadar yöneticiler ülkemizde doktor açığı var deseler de, plansız kurum açma ve eğitim sistemiyle çoğu alanda fazlalık ortaya çıktı. Biliyor musunuz bilmiyorum ama, ülkemizde güvenilir bir sağlık istatistiğimiz yok. Hangi hastalık hangi yaş gruplarında daha sıktır ya da ülkemizde hangi hastalığın sıklığı nedir gibi sorulara yanıt bulamazsınız. Derslerde "ABD'nde görülme sıklığı şudur" diye başlayan cümlelerle karşılaşacaksınız. E, doğal olarak hangi hastalıkla ne oranda karşılaşacağınızı bilmezseniz, hangi alanda ne kadar doktor yetiştireceğinizi de bilemezsiniz. Son yıllarda Sağlık Bakanlığı bu konuyu sonunda farkedip branşlara göre alınacak uzmanlık öğrencisi sayılarında bir planlama yapmaya çalıştıysa da, planlamada esas alınan hastalık oranları değil, hastane başına düşen doktor sayıları oldu! Sonuçta, bir zamanlar "her ilde bir tıp fakültesi" söylemiyle açılan çoğu eğitim kurumları asistansız kaldı. Bir yandan uzmanlık eğitimine giren kişi sayısı azaltılıp diğer yandan tıp fakültesi kontenjanları artırılırken, önümüzdeki yıllarda "işsiz doktorlar"ı görürsek hiç şaşırmayalım. Bu nedenle, seçiminizi yaparken iyi düşünüp taşının!
Dördüncüsü; eğer bu mesleği seçmeye karar verdiyseniz; öğretim üyesi sayısı yeterli, deneyimli eğiticilerin olduğu, uluslararası normlarda eğitim veren, eğitim programları oturmuş ve en önemlisi mezun olduktan sonra TUS sınavlarında başarı oranı yüksek bir tıp fakültesinde eğitim alacak şekilde tercihinizi yapın. Yukarıda da belirttiğim gibi, ülkemizde nerdeyse artık her ilde bir tıp fakültesi var. Bir de, sistem gereği çok sayıda vakıf tıp fakülteleri açıldı. Bir öğretim üyesinin yetişmesi nereden baksanız en az on yıl alır. On yıl içerisinde açılan tıp fakültesi sayısı ile bu süre içerisinde yetişen öğretim üyesi sayısını kıyasladığınızda ortaya çıkan durum içler acısı. Üstelik çoğu deneyimli öğretim üyelerinin genç yaşta üniversiteleri terkedip özel sektöre geçmek zorunda bırakıldıkları gerçeği de var. Ayrıca, her öğretim üyesinin iyi bir eğitmen olduğu da kuşkusuz söylenemez. Bunun için de ayrı bir eğitim gerekir. Ne yazık ki, yeni açılan birçok fakültede, öğretim üyesi olan kişiler, eğitmenlik deneyimini öğrenciler ile birlikte kazanıyor. Kurumlarda eğitim birliği sağlanabilmesi için "akreditasyon" gibi standartlaştırma çalışmalarının ise sadece deneyimli ve yeterli öğretim üyesi kadrosuna sahip kurumların işine yaradığı da ayrı bir gerçek. Ve bir diğer gerçek de, tıp fakültesinin başarı değerlendirmesinin TUS sınav sonuçlarına göre yapılması. Bu sınavlarda en başarılı olan on fakülte içerisinde beş tanesi, sınavların yapılmaya başladığı tarihten bu yana hiç değişmedi. Bunun anlamı, eğer siz bunların dışında bir yeri kazanırsanız TUS sınavları için iki kat daha fazla çaba harcamanız gerektiği. Bu nedenle, seçiminizi yaparken yaşadığınzı yerden uzak da olsa yukarıda saydığım özellikleri mutlaka gözönüne alın.
Beşincisi de; öyle bir meslek seçiyorsunuz ki, diyelim bir an geldi, “ya, ben bu işi bırakıp gidip başka bir iş yapayım” diyemezsiniz. Çünkü, siz eğitiminizde sadece hekim olmayı öğreneceksiniz. Ne bir işletmenin nasıl çalışması gerektiği anlatılacak size, ne de ekonomik kuralları öğrenip nasıl para kazanılabileceği eğitimini alacaksınız. Varsa yoksa insan ve o nasıl daha sağlıklı olabilir? Sizin işiniz bu olacak. Bu nedenle, eğer aklınızdan başka iş alanlarına kayma düşüncesi varsa, tıp fakültesi bunun için hiç uygun değil. Bakmayın siz o sözlere, “Tıp fakültesinden her şey çıkar, bazen de doktor çıkar” dediklerine. Tıp fakültesinden her zaman doktor çıkar. Eğer bir sanat dalına yeteneğiniz varsa, biliniz ki bu sizin mesleğinizi yaparken insanları anlamanızda çok ama çok yardımcı olacak.
Yukarıda saydığım maddeler günümüzde ülkemizin tıp mesleğinin içinde bulunduğu gerçeklerin bir kısmı. Ancak, bunlar gözünüzü korkutmasın. Eğer gerçekten tıp fakültesine girmek istiyorsanız, büyük bir hırsla bu sorunların ortadan kalkması için çözümler üretebilecek gücü de içinizde hissedin. Her anı dolu dolu geçecek, yaşam tarzınız olacak ve en sevdiklerinizden çalmak zorunda kalacağınız zamanlarınızı dolduracak haz dolu bir serüvene hazırsanız, o zaman aramıza hoşgeldiniz. (İSA/HK)
* Fotoğraf: Sivas Cumhuriyet Üniversitesi mazuniyet töreninden.