THY'de işten atılan 305 emekçi arkadaşımızın mücadelesi yeni bir noktaya evrildi. İşten atılan emekçiler, sendika dışında buluşarak "THY İşçileri 29 Mayıs Birliği"ni meydana getirdiler. İşçiler bu birliğin amacını "Dayanışma içinde uğradığımız büyük haksızlığı kamuoyuna ve THY çalışanı arkadaşlarımıza duyurmak, işe iadelerimizi sağlayacak girişimlerde bulunmak" olarak ifade ediyorlar.
Öyle anlaşılıyor bu birlik, işten atılan emekçilerin 'kendi kararlarını kendilerinin vermeleri ihtiyacından' doğdu. Aslında kendi öz örgütleri olan Hava-İş Sendikası'nın bu işlevi yerine getirmesi gerekirdi. Ama Hava-İş'in (Diğer sendikaların hemen tamamının olduğu gibi) işçilere yabancılaşmış olduğunu, işçilerle THY yönetimi arasında bir aracı gibi işlev üstlenmiş olduğunu biliyoruz. Hiç kuşkusuz, bunun nedeni sendikada (yine diğer sendikalarda olduğu gibi) demokratik bir yönetim biçiminin ciddi ölçüde sakatlanmış olması. Bu sakatlanmanın gerçek failleri sendika bürokratları.
Hava-İş sendikası işçilerin öz örgütü ama sendika bürokrasi olarak tanımladığımız, bir 'yönetici elitin' kontrolü altında bulunuyor. Sendika bürokrasisi işçilerin genel çıkarından çok, kendi özel çıkarlarına öncelik verdiği için maalesef sendikalar işçilere, kendilerini var eden gerçek sahiplerine yabancılaşmış durumdalar.
Bir yanda Türkiye'nin en büyük şirketlerinden birisi olan THY, öbür yandan işçilere yabancılaşmış bir yönetim ve sesini duyurmaya gayret eden THY'den atılan işçiler...
Bu üç oluşum arasında maddi-fiziki-sosyal güç dengesinin hiçbir şekilde adil olmadığını izah etmeye gerek yok. Ama hak, adalet ve evrensel hukuk bakımından güç dengesi kesinlikle 305 işçiden yanadır. Nitekim işten atılan işçileri temsil eden "THY İşçileri 29 Mayıs Birliği" bu gerçek gücü harekete geçirmek üzere kendilerine yapılan büyük haksızlığı kamuoyuna ve THY çalışanı arkadaşlarımıza duyurmak istiyorlar. THY işçilerinin ve toplumun büyük çoğunluğunun haklı taleplerinin, adalet arayışlarının yanlarında olduğunu düşünüyorlar.
Tam da bu noktada THY yönetiminin gerek THY işçilerini gerek toplumun çoğunluğunu kendi görüşleri doğrultusunda ikna etmek için büyük çaba harcaması, bu ikna çabasına büyük önem vermesi dikkat çekici. İstanbul Valiliği'nin Yeşilköy Atatürk Havalimanı'nda gösteri yapmayı yasaklaması da bu sürecin önemli bir parçası. Arkasında hükümetin olduğu bu karar THY yönetimi için hayati önemde bir destek.
305 emekçinin haklı davalarında seslerini duyurması, işe iadeleri kadar, THY'nin 16 bin civarındaki emekçisinin toplu sözleşme sürecinin selametle sonuçlanması için de büyük önem taşıyor. İşçilerin işten atılırken toplu sözleşme sürecinin başarıyla sonuçlanmış olduğu örnekler maalesef hemen hiç yok.
Bütün bunlar, önümüzdeki dönemde mücadelenin 305 emekçinin başını çektiği THY işçileri ile THY yönetimi arasında süreceğini ortaya koyuyor. Mücadele sabırla, kararlılıkla devam ettikçe Hava-İş Sendikası da eylemsizliğinden sıyrılmak, aracı işlevinden çıkıp işçilerin öz örgütü olma rolüne doğru evrilecek. 305 işçi kendi öz örgütünün gerçek desteğine kavuşmuş olacak.
Bu mücadele başarıya ulaştıkça aynı zamanda THY yöneticilerinin haklara, kazanımlara evrensel hukuka saygı göstermelerinin zorunlu olduğunu öğrenmelerine de yol açacak. Bu mücadele aynı zamanda THY yöneticileri ve THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu Bey'in, kurumun bir çiftlik olmadığını öğrenmesi için de zorunludur.
Yalnızca şu son 15 günde kurum yönetiminin ve Hamdi Topçu Bey'in açıklamalarına bakıldığında bile THY'yi bir çiftlik gibi gördüklerini anlayabiliyoruz. Hamdi Topçu Bey, geçen hafta basını toplayıp kıymetli fikirlerini paylaşmıştı. Şunları söylemişti Hamdi Topçu Bey: "...ben şirketi merhametle değil, kurallarla yönetiyorum. Bu nedenle istemeyerek de olsa bu kararı verdim. Ancak sendika ile görüşmemizde bir söz verdim. Bu çalışanların durumunu yönetim kurulumuzda tekrar görüşeceğiz." (Milliyet 7 Haziran 2012) Allah'tan Hamdi Bey'in merhametinin sınırları kendi kararını yönetim kurulu ile tekrar müzakere etmek sınırına kadar uzanıyor. (Ertesi gün yani 24 saat sonra THY resmi açıklama yaparak 305 işçinin geri alınmayacağını duyurmuştu)
Ben Hamdi Topçu Bey'in sözlerinden sanki çiftlikten atılan ırgatlara karşı, bir çiftlik yönetiminin 'himmeti'nin devreye sokulduğunu anlıyorum. Hamdi Bey'den himmet isteyen işçilerin olduğunu sanmıyorum. Ama kendisinin hami gibi davranmaya yönelmesi ilginç. THY, Hamdi Bey'in çalıştığı bir kamu kuruluşudur. Kendisi de SGK'lıdır. Atanmıştır. THY' Hamdi Bey'in çiftliği değildir. Dolayısıyla hamilik yapmasına THY emekçilerinin ihtiyacı yoktur.
Hamdi Topçu Bey'in gazetecilere grev ve sendikaya bakışını ortaya koyan şu sözlerini de bakalım: "Samimi olarak söylüyorum, sendikanın o silahının elinden alınması beni daha yumuşak hale getirdi. Ben daha yapıcı olmaya çalışacağım. Şirketin şartlarını daha fazla zorlayacağım."
Evrensel grev hakkı elinden alınmış, adaletsiz bir uygulamaya karşı yine Hamdi Bey'in kişisel himmetine sığınmaktan başka çaremiz yok. Hamdi Bey artık yumuşak davranacak, işçileri sevip sayacak, onlara değer verecek... İyi güzel de işçilerin sizin himmetinize, yumuşak davranmanıza ihtiyacı var mı acaba? Göreviniz 16 bin çalışanın hakkını, hukukunu çiğnememektir. Evrensel kazanımlara saygı göstermektir. Grev hakkı gibi, toplu sözleşme hakkı gibi, çalışma saatlerinin yoğunlaştırılmaması gibi... Çalışanların bilgi ve görgüsünü artırmak gibi... Çalışanları kadrolu, sözleşmeli, taşeron diye bölmemek gibi...
Kendisi merhametini, yumuşak tutumunu, kendisine oraya atayan üst yöneticilerine, hükümete, gösterebilir. Göstermesinde de mahzur yoktur.
THY, Hamdi Topçu Bey'in çiftliği değildir...
Emekçilerin mücadelesi kamuoyunu, 16 bin işçiyi toplumu ve bizatihi Hamdi Topçu'yu THY'nin Hamdi Topçu'ların çiftliği olmadığına muhakkak ikna edecektir.
* Erhan Bilgin, İktisatçı ve sosyal politika uzmanı.