Türkiye de sendikaların hak alması, hak almak için pazarlık yapması, anlaşamadığı zaman üretimden gelen gücünü kullanması, o kadar da kolay değil.
Yapılan yeni yasada, iş kolu barajları üzerine oynanan oyunlarla toplu sözleşme yapabilen sendikaların sayısı azaltıldı. Daha önceki yıllarda toplu iş sözleşmesi imzalayabilen 52 sendika varken, yeni çıkartılan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu gereğince toplu iş sözleşmesi imzalayabilen sendika sayısı 43’e düşmüştür. Bu sayı ileriki yıllarda daha da düşecektir.
Siyasi iktidar bir taraftan toplu sözleşme yapabilen sendika sayısını azaltıyor, bir yandan da bu hakkın kullanılmasını engelleyici düzenlemeler yapıyor. Geçtiğimiz yıllarda Bakanlar Kurulu kararı ile grevler yasaklanarak engelleniyordu. Şimdi ise öyle bir ortam yaratıldı ki, siyasi iktidarın talimatı ile hareket eden şımarık bürokratlar hukuk tanımıyor ve şirket yönetimlerinde adeta tetikçilik yapıyorlar.
Siyasi iktidar ve onun bürokratları tarafından kullanılan işsizler, taşeron çalışanları, daha da öteye giderek (THY A.Ş’de olduğu gibi) emekli olmuş personel ve hatta başka şirketlerde yarı zamanlı olarak çalışanlar grevci işçilere karşı seferber ediliyor ve grevler kırılmaya çalışılıyor. Bunlar yetmezmiş gibi daha da ileri gidilerek şirketler arası dayanışma sağlanıyor; polis, medya ve diğer tüm olanaklar kullanılarak grevler boşa çıkartılmaya çalışılıyor.
Hava-İş grevinin nasıl sonuçlanacağını şimdiden söylemek zor. Geçtiğimiz günlerde Rize Çay Kur’da Tek Gıda iş sendikasının grevi, işçilerin greve katılmamaları nedeniyle bir gün bile süremeden bitti. Geçmişte sarı sendikalar grevden uzak dururlar, işçiler sendikayı grev yapmaya zorlarlardı. Şimdi durum tersine döndü.
Grevden önce Hava-İş üyesi bir işçi ile yaptığım sohbette sendika ile THY yönetiminin bir anlaşmaya varması için dua ettiğini söylüyordu. İşini kaybetme korkusuyla hiç bir talebi de yoktu. Greve, katılmadığı takdirde arkadaşlarına ihanet edeceğinin düşünüyor ve bundan dolayı vicdanen rahatsız olacağı için greve katılacaktı. Bu gerekçeyle de olsa bir yandan her şeye rağmen greve katılacağını söylüyor, diğer yandan da kredi borcunu nasıl ödeyeceği konusundaki çaresizlik ile boğuşuyordu. Bu ikilemi yaşayarak, yakın arkadaşlarının özel durumlarını da örnek veriyor, insanların çok zor durumda olduğunu anlatıyordu. Bu işçinin kendi hayatından ve çevresinden örnekler vererek anlattıkları ve yaşadığı ikilemler aslında bütün işçi sınıfının ikilemlerine ayna tutacak nitelikteydi. THY grevi, işte bu ikilemlerin gölgesinde 15 Mayısta başladı.
15 Mayıs'ta başlayan THY grevi ile ilgili egemen düşünce, eylemin başarısız olduğu, uçuşların normal şekilde devam ettiği, işçilerin eyleme katılmadığı şeklindedir. Grevin başladığı gün Atatürk Hava Limanındaki grevci işçileri ziyarete gittiğimde karşılaştığım manzara biraz da olsa genel eğilimi destekler durumdaydı. Orada sadece eyleme destek veren demokratik güçler bir varlık gösteriyorlardı. İşçilerin sayısı azdı. Grevin ikinci günü bu durum değişmişe benziyordu. Eylem alanındaki Hava-İş üyelerinin sayısı artmıştı. Genel Başkan Atilay Ayçin, THY grevlerinin diğer işyerlerinde yaşanan grevlerden farklı geliştiğini, zamanla etkisini göstereceğini ve zaman geçtikçe greve katılımın giderek artacağını söyledi.
Atilay Ayçin ayrıca Uçuş Hava Merkezi bilgilerini de paylaştı. Bu bilgilere göre 15 Mayıs günü 03 00 ile 24.00 saatleri arasında 560 uçuş planı bulunduğunu ve ancak bunlardan 342’sinin gerçekleştiğini belirterek 218 gerçekleşmeyen uçuş olduğunu açıkladı. Bu bilgilerden çıkan sonuç kamuoyunun yanıltıldığıdır. Çünkü THY grevi ile ilgili yapılan bütün haberlerde grevin sadece yer hizmetleri ile sınırlı kaldığı, burada bile grevin etkisinin hissedilmediği ve grev nedeniyle uçuşların aksamadığı söyleniyordu. Anlaşılan bu grev oldukça tartışmalı ve (grev sürecini etkileyecek önemli bir gelişme olmazsa) tahmin edilenden uzun sürecek.
Türk İş Konfederasyonu ne iş yapar bilmiyorum. Türk-İş’in ne yaptığı bir yana, THY grevini desteklemediği kesin. Çünkü Türk-İş duruma kayıtsız ve ilgisiz davranıyor, grevle ilgili küçük bir çaba dahi göstermiyor ve sanki bu grevin “durup dururken” ortaya çıkmasından rahatsız olmuş görünüyor. Anlaşılan bu grev, sadece THY Yönetiminin değil, koltuklarında rahat oturmakta olan Türk İş yöneticilerinin de huzursuz ediyor ve rahatlarını bozuyor. Kaldı ki Türk-İş yöneticilerinin gerek Tekel eyleminde gerekse diğer birçok eylemde neler yaptıklarını da çok iyi biliyoruz. Sürekli aynı şekilde davranan ve adeta bu konudaki sabıkası nedeniyle “ar damarı çatlamış” bir Türk-İş yönetiminin THY grevine destek vermesini beklemek de doğrusu saflık olurdu.
Hava-İş’in başlattığı bu grevin başarısızlıkla sonuçlanması işçi sınıfının mücadelesi açısından büyük bir gerileme anlamına gelecek. Çünkü bu grev başarısızlıkla sonuçlanırsa kaybeden sadece Hava-İş olmaz, bütün çalışanlar, yani işçi sınıfı kaybeder. Sendikaların hak almasında önemli bir araç olan grevin, tarihsel olarak içi boşalmış olur ve etkisizleşir. İşçi sınıfının mücadele tarihi boyunca keşfettikleri en önemli araç olan grevin içinin boşalması, etkisizleşmesi ve amaca uygun sonuçlar elde edememesi sendikal mücadelede büyük bir durağanlığı ve hatta gerilemeyi de beraberinde getirecektir. Her ne kadar sendikal anlayışın ve sendikal örgütlenmenin yeniden yapılandırılması ve mücadele araçlarının da yeniden biçimlendirilmesi gerekliyse de bu aşamada böyle bir grevin başarısızlıkla sonuçlanması, işçi sınıfının hak alma mücadelesinde telafisi zor boşlukların ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bu bilinçle hareket edilerek sınıf dayanışmasının geliştirmesi acil ve zorunlu bir görevdir.
Sürmekte olan bu mücadele ve hak alma sürecinde siyasi iktidarın anti demokratik uygulamalarını, bazı konfederasyonların tutumunu ve her türlü hukuksuzluğu ortaya çıkarıp bunları elbette söyleyeceğiz ve elbette teşhir edeceğiz.
Ancak bir yandan bunu yaparken, bir yandan da dönüp bir de kendimize bakacağız. Başarısızlığımızın nedenlerini masaya yatıracağız. Tek tek işkolları üzerinden örgütlenmenin sermayeye karşı başarı sağlayamadığı açık bir şekilde ortada.
Bu aşamada artık çözüm yollarını tartışmak gerekiyor.
İş kolu sendikacılığını, iş kolu sayısını azaltmayı, daha bütünsel örgütlenme modelleri geliştirmeyi, daha kapsayıcı ve yeni bir sendikal anlayış oluşturmayı, sendikal hareketin güncel sorunlarını tartışmalıyız.
Toplu sözleşme ve pazarlık hakkını kullanmak çok zorlaştı. Küresel şirketleri ve onların hükümetlerini “Toplumsal bir sözleşme”ye zorlayacak yeni bir sendikal yapılanmasını ve mücadele hattını tartışmalıyız.
Sendikal hareket, sadece çalışanların ekonomik ve özlük talepleri üzerinden yürüteceği bir mücadele ile varlığını sürdüremez ve gücünü koruyamaz. Sendikal hareketin ülkenin siyasal ve toplumsal gündemine de denk düşen tutumlar geliştirmesi zorunludur. Sendikal hareket, Türkiye’nin hızlı değişen gündeminde demokratikleşmenin ne kadar önemli olduğunu anlamalıdır. Barış sürecine demokratik talepleri, sendikal talepleri toplumsallaştırırsak bu sürecin ileriki aşamalarında sendikalar da güç ve prestij kazanacaktır.
Toplumsal bir sözleşme talebi, Kürtlerin, Alevilerin, emekçileri, işsiz yurttaşların, emeklilerin, köylülerin işten atılan 305 Hava-İş üyesinin işe dönmelerini kapsamalıdır. Sermaye emekçilere karşı mücadele cephesini genişletmiştir. Biz emekçiler ve mağdurlar da kendi cephemizi genişletmeliyiz. (SE/HK)
* Fotoğraf: Berk Özkan - İstanbul / AA