On iki yaşıma girdiğimde annemle babam benimle iki konuşma yaptılar.
Biri bildiğimiz bebekler ve leylekler hakkında olandı...
...Yaptığımız diğer konuşma, bir polis beni durdurduğunda ne yapacağım hakkındaydı.
Annem şikayet edip babama bu konuşma için çok küçük olduğumu söyledi. Babam da tutuklanmak ya da vurulmak için çok küçük olmadığımı söyledi. (s.25)
Angie Thomas'ın “The Hate U Give” kitabı “Sessiz Kalma” başlığıyla Yabancı Yayınları'ndan çıktı.
Kötü çevirisini bir yana bırakırsak, kitap iyi bir politik-gençlik kitabı.
Tabi Türkiye'de yaşayan bizler için bu kavram oldukça uzak. Ne de olsa bu ülkede en popüler gençlik "romancıları"na göre "gençlik sorunları” aile, okul, sevgili ve arkadaşlarla sınırlı. Ülkenin geleceği, gençlerin geleceğinden ayrılırmış gibi, büyük öğrenci protestolarının, gözaltına kayıpların, savaşın ve işkencenin yaşandığı 1990'lar, “arkadaşlarına uyum sağlamaya çalışan bir evin bir kızı Serra” naifliğinde anlatıldı. Buradaki naifliğin tam da siyasi bir tercih olduğu konusu başka bir yazının konusu.
Ancak Thomas'ın kitabı tam da bunun tersini yapıyor.
Çıktığı ilk hafta New York Times'ın Çok Satanlar Listesi'nde ilk sıraya yerleşen kitabın, Charlottesville ile biz Orta Doğu insanın gündemine yeniden gelen ancak ülkedeki varlığı çok eskiden beri canlılığını sürdüren ABD'deki ırkçılığa karşı örgütlenen Black Lives Matter (Siyah Hayatları Değerlidir) hareketinden esinlendiğini söylemek çok da yanlış olmaz.
Kitap, Starr Carter'ın “getto” dediği Garden Heights'teki evi ve “beyazların okulu” olan Williamson'daki okulu arasındaki “ikili hayatını” konu alıyor. Çocukluk arkadaşı Khalil'in bir polis tarafından öldürülmesine şahitlik etmesi üzerine örülen kitapta Starr'ın kendi kimliği ile yüzleşmesi, ve “kendi sesine” sahip çıkmasına tanıklık ediyoruz.
Beyaz imtiyazı
Thomas, kitabında basitçe siyah olmak ile beyaz olmanın en basit olaylar karşısında nasıl farklı sonuçlar doğurabileceğini, bu haliyle gündelik “ırkçılığı” gözler önüne seriyor. Ve bu ırkçılığın ayrılmaz bir parçası olan “beyaz imtiyazı”nın gün gibi açık olan bu çatışma karşısındaki sessizliklerine de dikkat çekiyor.
Politik olarak doğru konuşmaya çalışanlarla “duyarkasanlar” diye dalga geçenlere de neden ezilen kimlikle ile ezen kimliklerin aynı sözcüklerle aynı ilişkiyi kuramayacağını tane tane açıklıyor.
Yani neden bir siyah “nigga/nigger/zenci” diyebilir ama bir beyaz “nigga/nigger/zenci” diyemez? Bunun cevabını anlamakta zorlananlar kitabı okuyabilirler.
Kitap tüm bunların yanında “getto” yaşamı, bir ırkçılık projesi olarak uyuşturucu, “çete” kültürü üzerine de bir perspektif sunuyor.
Kitabın orijinal ismi “The Hate U Give” ise ABD'li rap sanatçısı 2Pac'in felsefesinden geliyor. 2Pac, THUG LIFE'ın anlamının The Hate U Gave Little Infants Fuck Evreybody (küçük çocuklara aşıladığınız nefret hepimizi sikiyor) anlamına geldiğini savunuyor.
The Hate U Give/Sessiz Kalma da biraz da bununla ilgili zaten.
Neden bozuk Türkçe?
Çevirisi içinse... En hafif tabirle “daha iyisi olabilirdi” diyebiliriz. Çevirmenin inatla “siyahi” sözcüğünü -ara ara bundan vazgeçse de- kullanması oldukça enteresan. Keza “siyahi”ye denk gelen Blackish dizisi var ancak siyahı neden siyahileştirdiklerine anlam veremedim.
Kitap boyunca Starr'ın “beyazların okulu” olan Williamson'daki diyalogları düzgün bir Türkçeyle yazılmışken, “getto” dediği Garden Heights'teki diyaloglar bozuk bir Türkçeyle yazılmış. Düzgün olmayan Türkçeden kastım, “geliyom/gidiyom” şeklindeki çeviriler.
İngilizcenin pek çok aksanı, ağız ve şivesi olmakla birlikte neden Garden Heights'ta konuşanların -siyahların- neden bozuk Türkçeyle çevrildiğini anlayamadım. “Acaba çevirmen bir güneyli aksanını nasıl Türkçeleştirirdi” diye de düşünmeden edemedim. (EA)