“Nerde oturduğunuz fark etmez. Uçak aynı saatte kalkar ve herkesi, gideceği aynı yere götürür” diyerek ayrıcalıklı koltuklarda oturmayı ve yöneticiler için özel uçak kaldırmayı reddeden Afrika’nın eski adı “Yukarı Volta” olan kendisi başa geçtikten sonra “Burkina Faso” adını koyduğu ülkenin lideri Thomas Sankara…
Son bir ay içinde tesadüf belki de, üç kez adı bir şekilde karşıma çıktı. Sıkça yaptığımız mutat sohbetlerimizden birinde bir hekim arkadaşım ne denli “aykırı” bir lider olduğundan, bu sebeple çok genç yaşta ve erken cinayete kurban gittiğinden söz etti.
Sankara’nın adını yazmıştım güvendiğim aklıma. Yine bir süredir ama ara vererek ve keyfini çıkararak okuduğum John Berger’in “Hoşbeş”* kitabında bir daha Thomas Shankara adına rastladım…
Berger, “Bir ses” başlığı altındaki Hoşbeş’in bir bölümünde “o filmi izleyinceye kadar” diğer izlediklerine hiç benzemeyen “bir belgesel”den söz ediyordu. Burkina Faso’nun 1983-87 yılları arasında lideri iken çekilmiş görüntülerinden oluşan bir belgesel**…
Berger’in anlatısıyla; Sankara’yı kendi dilinden, kendi sözlerinden anlatan bir belgesel…
Bulabilir miyim diye arama motorunu tıkladığımda karşıma bir başka belgesel çıkıverdi, hem de Türkçe… Ustalığını her daim takdirle karşıladığım Ümit Kıvanç’ın “Burkina Faso” ve Thomas Sankara belgeseli, tam bir saat. Kısmen de galiba John Berger’in kitabında sözünü ettiği belgeselden kaynak göstererek yararlanmış Ümit Kıvanç***…
Sankara ülkesinin başına geçtiğinde 34 yaşında bir yüzbaşı. Kendini “çılgın biri” olarak ifade eden ve sanki “guevarist” bu çılgınlığın halk arasında popülaritesini arttıran bir öğe olduğunun farkında. Gitar çalan, bisiklet kullanan, spor yapan, sokakta karşılaştığı insanlarla şakalaşan darbelerle haşır neşir coğrafyada alışılmadık bir lider…
Ülkede yaşayan en büyük iki halkın dilinden birer kelime alarak “Onurlu, başı dik insanların ülkesi” anlamına gelen “Burkina Faso” adını uygun bulur Yukarı Volta’nın yerine…
Açlık ve sefalete mahkûm edilen kıta Afrika’sının yeniden ayakları üzerinde durmasını onuruyla kendine yine kendi kaynaklarıyla yeter hale gelmesini savunan bir lider. Çok basit tarif ediyor; emperyalizm nedir diyenlere! “Emperyalizm, tabaklarınızdadır. İthal mısır, darı, pirinçtir emperyalizm”. Bu ürünleri “kendimiz üretir, ihtiyacımız kadar tüketirsek emperyalizmden kurtulmuş oluruz” diyor Sankara…
Hızlı bir planlı kalkınma modeli ile işe başlar. Kadınlara yönetimde görev verir. Kadın erkek eşitliği üzerine sıkı bir politika yürütür. Yöneticilerin makam aracı olarak kullandığı Mercedes araçlar satılır, o yıllarda ülkedeki en ucuz araç olan Renault’lar alınır. Halk sağlığı kampanyalarıyla bir hafta içinde 2,5 milyon Burkina Fasolu, çocuk felci ve menenjite karşı aşılanır. Kadınlara doğum kontrol uygulaması getirilir ve çok eşliliğe karşı mücadele edilir. Kız çocuklarının genital sakatlanmasına dur der. “Nüfusun yarısının eve, köleliğe mahkûm edilmesini” akıl dışı olarak niteler.
Çölleşme ve orman tahribine karşı kampanyalar yürütüp milyonlarca ağaç dikilir. Okuryazarlığı yaygınlaştırmak konusunda hayli gayret gösterir. Barajlar yapılır, su kaynaklarının akılcı kullanımı için kampanyalar yürütülür.
Sankara’nın dört yıllık yönetimi döneminde açıkla boğuşan ülke, kendine yeten bir ülke haline gelir. Aylık 2000 dolar olan maaşının kendi ihtiyacı olan 450 dolardan fazlasını “Kimsesizler yurdu”na bağışlar. Devlet dairelerine kendi portresinin asılmasına izin vermez. Onca yoksulluğun yaşandığı ülkede “lüks yaşantı” içinde olanlardan “utanç” duyduğunu sıkça dile getirir.
Tabii ülke olarak etrafı kuşatılmışken ve yetmezmiş gibi yüzyılların köleci zihniyetinin beyinleri de esir alması bir gerçeklikken Thomas Sankara’nın işinin hiç de kolay olmadığını en azından kendisi çok iyi bilir…
Nitekim tam da sözün bu noktasında John Berger’in güçlü bir “kolektif kimliğin” ancak bütün derdi “iktidar olmak” olanların niyetlerinden vazgeçmelerini ve “tevazu”yu ilke edinmelerine vurgu yapması boşuna değil!
Ne acı ki, dünyada sıkça örnekleri görüldüğü gibi; “kolektif katılım” ya da toplu “aidiyet” her zaman mümkün olmuyor. Tüketicilerin “yalıtılmış birey”ler, tarihin ise “akademik araştırmaların bir dalı” haline dönüştürüldüğü tuhaf dünyada, topluluklar “tuhaf yalnızlıklar toplamı” olmaktan öteye gidemiyor. Bu durum iktidar hırsı ile yanıp tutuşan muktedirlerin kolaylıkla “kendilerini kaybetmelerini” gündemleştiriyor…
Bugün yanımızda, yöremizde yaşanan / yaşatılan vahşiyane ve ısrarla insanı yok sayarcasına sınırsız, sorumsuz “iktidar olma” ısrarlarına baktığımızda yine John Berger’den apartılmış bir vurgu ile galiba “bir ses” arıyoruz.
O ses, Thomas Sankara’nın 1987’de daha 38 yaşındayken bedeni en yakın arkadaşı tarafından kurşunlarla delik deşik edilirkenki 30 yıl evvelki sesi oluyor belki de… (ŞD/ÇT)
* John Berger, Hoşbeş, Metis yy.
** Robin Shuffield, l’homme İntegre.
*** Ümit Kıvanç, Burkina Faso, Thomas Sankara