Michelle Obama geçtiğimiz günlerde sohbet etmek üzere konuk olduğu bir televizyon programında 25 şınav çekince gündemin ortasına oturmuştu.
Göbekli erkeklere nazire yaparcasına nerdeyse hiç zorlanmadan hareketleri yapan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanının eşi, "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" düsturunu mu kanıtlamaya çalışıyordu bilinmez ama ülkenin yükünü yıllarca sırtında taşımış olan Afroamerikan kadınlar adına rest çekiyor gibiydi.
60'lı yılların başlarını anlatan The Help (Yardımcı)/Duyguların Rengi filminde, evin beyaz hanımları tarafından ezilen siyah hizmetçilerin özgürleşme süreci irdelenirken, Türkiye'de haklarından mahrum hatta kaçak olarak çalışan yabancı kadınların durumu Avrupa Birliği (AB) uyum yasaları sebebiyle iyice çıkmaza girmiş gibi görünüyor.
The Help
Mississippi eyaletinin başkenti Jackson'da zengin burjuvaların malikânelerinde çalışan siyah kadınlar yalnız ev işleriyle meşgul olmakla kalmazlar, annelerin briç oynama gibi alışkanlıklarından dolayı vakit ayıramadıkları çocuklarına da dadılık yaparlar.
Bu arada Klu Klux Klan (KKK) dehşet saçmakta, toplumda ayrımcılık ve ırkçılık tüm hızıyla devam etmektedir. Ev sahipleriyle yardımcılarının aynı tuvaleti kullanmaması çok önemli bir ayrıntıdır, oysa dadılarıyla büyüyen çocuklar farklı bir renkten olsa da dadılarını anne bellemektedirler.
Amerikalı oyuncu Emma Stone'un canlandırdığı Skeeter karakteri, üniversite eğitimini tamamlayıp Jackson'a döndüğünde gazetecilik yapma heyecanıyla doludur, fakat Jackson'da beraber büyüdüğü kız arkadaşlarıyla arasındaki fark günbegün belirginleşir. Skeeter, siyah kadınların hayatlarına eğildikçe dönüşü olmayan bir yola girer.
Filmde sınıflar arası eşitsizlik, erkeğin kaba kuvvet uygulayarak kadının üstünde kurduğu tahakküm, Amerikan toplumunun tutuculuğu ve ahlakçılığı gibi temalar dönemin renkleri, kıyafetleri, saç modelleri, perukları, otomobilleri ve müzikleriyle destekleniyor.
ABD'deki birçok festivalde ödüle boğulan ve üç oyuncusu Oskar'a aday olan filmde benim favorim yine de bir beyaz: Yılların oyuncusu Sissy Spacek. Alzheimer'li büyükanne rolündeki Spacek, film boyunca beslenen intikam hislerine tercüman oluyor.
Cumhurbaşkanı, kendi azınlığına "yabancı"laşırsa
AB, şu aralar fazlasıyla kendi derdine düşmüş olmalı ki Çin ve Hindistan'la doğuya kaymış olan gezegenin güç ekseninde önemli bir yer tutmaya başlayan Türkiye'yi sadece ekonomik bir kuvvet olarak görüyor.
Hıristiyan ve özellikle Katolik âleminin en büyük düşmanı olarak pompalanan Müslümanlık, Türkiye'ninki gibi "ılımlı" bir kılıfla sunulduğunda kabul edilebilir dahi olabiliyor.
Geçtiğimiz aylarda, Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili İtalya'da düzenlenen bir konferansta konuşan kimi politikacılar, darbelerin Türkiye'deki dini hareketi ezmeye yönelik olduğunu iddia ediyor, artık onlara da bir şans tanınması gerektiğini söylüyorlardı.
Türk solunun çabalarını yok sayıyor ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kıbrıs'taki varlığının adalı Türklerin insan haklarını korumaya yönelik olduğu gerekçesine de inanmaya devam ediyor gibiydiler. Hapse atılan gazeteciler ve sivillerin bombalanması gündemlerine girememişti bile.
Bu arada Ortadoğu'nun ve aynı zamanda Nato'nun da önemli ülkelerinden Türkiye'de nedense AB'nin kendi kalesini yabancılardan ve göçmen furyasından korumak için çıkardığı bir yasası alelacele seçiliyor. Yapılabilecek reformlar dururken ancak "kısıtlama" konusunda uyuma gidiliyor.
Olan yalnızca, evlerde temizlik işlerine bakan, yemek pişiren, alışverişe koşturulan, sökük, yırtık diken, manikürü, pedikürü, masajı aradan çıkaran, çocuklarımıza dadılık yapan, yaşlılarımıza kendi ebeveyniymişçesine özen gösteren ve hastalarımıza düpedüz hemşirelik eden yabancı kadınlara oluyor.
Kendilerinden bahsederken "temizlikçi," "hizmetçi" hatta "kadın" diye adlandırıp tanımlamakta zorlandığımız yardımcıların sorumluluğunu taşımamak aslında kolayımıza mı geliyor?
Kendilerine reva görülen muamele, verilen ücret ve sosyal güvenlik imkânları bir yana kaçak oldukları için her türlü şantaja açık olmaları da işin en acıklı tarafı.
Yeni vize uygulaması için ileri sürülen "T.C. vatandaşlarının iş sahalarını genişletme" mazereti, paranın millileştirilmesini amaçlayan muhteşem Varlık Vergisi'ni hatırlatıyor.
Eh, kendi azınlıklarından bahsederken dil sürçmesiyle "yabancı" diyen bir Cumhurbaşkanının hüküm sürdüğü bir memlekette Ermeni masözlere de resmileşmek kalır.
Günün birinde bir tanesinin bir televizyon kanalında yapacağı şınav gösterisi "münhasır medeniyetler" seviyesine ulaştığımızın resmi olacaktır, o zaman duygularınızın rengini görmek isterim. (MT/IC)