* Fotoğraf: Margaret Thatcher 96 futbol taraftarının öldüğü Hillsborough’u ziyaret ederken.
Britanya’da alt kültürün gelişimi, sanayileşen toplum ile paralel büyüyen işçi sınıfının hızlanan kentleşmesinde tutunmakta zorlanmasıyla gerçekleşti. İşçi sınıfı bir tarafta, sermayenin arka çıktığı popüler kültüre sırt dönerken, kentlerin “kenarlarına” doğru yaygınlaşıp kendi özgürlük alanlarını, kendini ifade etme özgürlüğünü elde etti. Alt kültür sembollerinin Britanya’da 1980’ler sonrasında, Türkiye gibi alt kültürün savruk etkilerinin görüldüğü 2000’ler sonrasında popüler kültüre yanaşıp “altlığını” ve alternatifliğini kaybetmesi hüzünlü, uzun ve apayrı bir hikayedir. Alt kültür hadisesinin siyasi tavrı da sahiplenip bir karşı kültür hareketine dönüp dirilme çabaları, parlayıp sönen ateşler gibi yeni öyküler anlatmaya devam ediyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında endüstriyelleşen toplumun tüketici kültürünü öne çıkarmasının etkisiyle, Britanya işçi sınıfı 1960’lardan itibaren çeşitli alt kültür akımları geliştiriyor. TeddyBoy’lar, MOD’lar, rocker’lar, hipster’lar ve diğerleri farklı giyim, jargon ve davranış şekilleri geliştiriyorlar. Zamanla hepsi tüketim kültürünün yapışkan ve saldırgan büyümesinin altında eriyip, birer tüketim nesnesine dönüşecektir. Tüm bu yenilgi falına rağmen, her alt kültür çıkışında uymacılığa karşıdır. Kendi öyküsünü kendi anlatım araçları ve sembolleriyle aktarma derdine sahip, dili döndüğünce kendi hikayesini özgün biçimde, toplumun genel standartlarının dışında aktarma eğilimindedir.
Ancak Margaret Thatcher iktidara geldiğinde, 1979 yılında, Britanya’da punk ve futbol, birer alt kültür öznesi şeklinde belirgin sıcak alanlar oluşturmuş durumdaydı. Özellikle punk, ekonomik sıkıntıların da etkisiyle kendi alanında zirve yaptığı yılları geride bırakmıştı. Sisteme vereceği zararı vermiş, hatta sisteme dahil olma yolunda ilerleyen bir tüketim nesnesine dönüşmek üzereydi. Thatcher’ın iktidarını güçlendiren söylemi ise, “çöküşte olan ulusu ayağa kaldırmaktı”.
Thatcherizm’in 80’li yıllarda Türkiye gibi sağ muhafazakar ülkelerde de rol modeli olacak çerçevesi enflasyonla mücadele, özelleştirme, işçi haklarının kısıtlanması, sosyal devleti küçültme, ulusal gururu yüceltecek ve milliyetçi hezeyanı besleyecek örnek olaylar yaratma taktikleri (İngiltere’nin Falkland Adaları, Türkiye’nin yıllarca süren Yunanistan ile Ege Denizi sürtüşmeleri ), popülizm ve azınlıkların hiç sayılıp tüketimi artacak, tek tip düşünecek büyük insan yığınlarına katılmaları şeklinde özetlenebilir.
Bu şartlar altında Thatcher’ın hedefleri arasında alt kültürler de yerini aldı.
Thatcherizm’in güçlü biçimde iktidara gelmesine neden olan hataları yapan Britanya Solu, özeleştirisini yapıp tekrar iktidara ortak olmayı uzun yıllara yayarken, Britanya’da işçi sınıfını diğerlerinden ayıran özellikler, değişen ekonomik şartlarla eriyordu. Artık alt kültürlerle popüler kültür arasında sınıfsal bir ayrım kalmıyordu. Önemli olan paraydı ve sınıf atlamaktı. Hatta Sex Pistols elemanı Johnny Lydon, Thatcher’ın ülkede yarattığı şok etkisine gönderme yaparak kendisini “ilk punk başbakan” diye nitelemişti. Britanya’da çiğ punk, daha sofistike ve elit bir müzikaliteye işaret eden post-punk’a evrilirken geriye milliyetçi Morrisey’den anarko punk Crass’a kadar geniş bir Anti-Thatcher şarkıları listesi kaldı.
Thatcherizm’in tribün kültürüne düşmanlığı
Britanya’da Muhafazakar Parti iktidara geldiğinde halkın büyük çoğunluğu, tarihte her zaman olduğu gibi, futbol taraftarlarını vandal ve holigan olarak görmekteydi. Gerçekten de, casual, no style (sivil) maçlara giden taraftarlar hariç, işsiz kesimin önemli bir kısmı da sadece hafta sonu kavgaları için statlara doluyordu ve holiganizm ile taraftarlık alt kültürü arasındaki çizgi şeffaflaşmıştı. Millwall taraftarları tüm şehri içine alan bir dizi isyan çıkardıktan sonra Thatcher, bu alandaki halk desteğini ve taraftarların birer “terörist” olduğu söylemini kullanıp sert polisiye tedbirler, ağır cezalar getirir. Bahsi geçen yasalar 1990 yılına dek keskin şekilde uygulamaya konur. 15 Nisan 1989 Hillsborough faciasında tribünlerde 96 kişinin hayatını kaybetmesiyle, sert yasal tedbirler yerini stadyumlarda ve futbol izleme şartlarında düzenlemelere yönelen çalışmalara bırakır. Tarafsız kaynaklarca ilerleyen yıllarda açıklanan raporlar, faciada örgütlü futbol taraftarlarının payı olmadığını, polisin kitleleri yönlendirmesindeki hatalarına ve sağlık ekiplerinin müdahalede geç kalmasının altını çizer.
Margaret Thatcher, tribün kültürlerini ve futbolunu da endüstriyel birer metaya çevirme konusunda dünyaya örnek olmuştur. Bugün modern statlarda ve televizyonlarda, bilet fiyatlarının GSMH oranları dikkate alındığında gelinen nokta kimilerine göre zafer, kimilerine göre düşündürücüdür.
Thatcherizm’i örnek alan hükümetlerin örgütlü taraftara düşmanlığı
1 Şubat 2012’de Mısır’da Port Said'in El - Masry ve Kahire'nin El – Ahly takımları arasında, yine lokal kolluk kuvvetlerinin de dahil olduğu ve siyasi arka planının olduğu konuşulan olaylarda 74 kişi stadyumda, 16 kişi ise Kahire sokaklarına taşan çatışmalarda hayatını kaybetti.
12 Mayıs 2012’de, bu olaydan birkaç ay sonra, Kadıköy’de Fenerbahçe taraftarları ile polis arasında yaşanan çatışmalar hala akıllarda. Bu olaydan sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan televizyonlarda taraftarları terörist ilan etti. Olayların, polisin taraftarların üzerine uzun sopalar atması sonrası çıktığı görüntülerle ispatlanmasına rağmen basının ve toplumsal önyargının da yardımıyla konu “yenilgiyi hazmedememek” diye daraltıldı. Oysa o gün statta olanlar, polisin koridorlarda halkın üzerine kilitlenmiş demir kapılar ile gaz bombası arasında seçim yapmak zorunda bıraktığını biliyor.
Tüm bu olayların üzerine, devlet bu teröristlerin haddini bildirmek üzere, polisin bile örgütlü taraftarlara zaman zaman ifade ettiği gibi, “anormal güçlerle” donatılmış 6222 sayılı Sporda Şiddet Yasası ile örgütlü taraftarlığı yok ediyor.
Görülüyor ki, Margaret Thatcher ölmüş olsa da, başta Türkiye olmak üzere, popülizmi ve muhafazakar demogoji teerimlerini iyi kullanan ülkelerin yöneticileri benzer söylemleri, nedenleri kullanarak, devletin ağırlığını toplumun kendi istedikleri belirli alt kültür alanlarında hissettirmeye, bu alanları yok etmeye devam ediyor.
Bizim gibi bir avuç alt kültür takipçisi ise, devletin ve toplumsal çoğunluğun el yapımı, birer öykü anlatan pankartlar yerine reklam tabelalarının gelmesine, fişlemeden başka bir anlamı olmayan elektronik bilet uygulaması getirilirken karaborsanın en büyüğünü yapan Bilet Satış Şirketlerine dokunulmamasına, futbolda şiddetten şikayet eden devlet adamlarının her fırsatta sporda milliyetçiliği övmesine ve sporun milliyetçi taraftarlarını ve bölgelerin spor kulüplerini birer oy deposu diye kullanmasına şaşırmakla yetiniyoruz.
Devletler, özellikle muhafazakar hükümetler, örgütlü taraftarlık ve ait oldukları alt kültürlerin kendi öykülerini anlatmasını istemiyor. Çünkü farklı renkler, farklı öyküler, kendi algı sınırlarının ötesinde güzelliklere işaret ediyor. Algılayamadıklarına saldıran her hayvan gibi, tüm alt kültürlere saldırıp öldürmeyi tercih ediyorlar.
Rahat uyu Thatcher, senin yolunda koşmaya devam edenler var. Onlara direnenler de... (BY/AS)