Bazen çare Tezer Özlü gibi yabancılaşmakta, Aylin Aslım gibi Gülyabanileşmekte ve Bejan Matur gibi kontak kurmadan bakmakta ve mesafeyi korumakta olabilir. Belki bugün tam zamanıdır yabancılaşmanın, gülyabanileşmenin…
Tezer Özlü toplumun büyük çoğunluğunun hatta sanatçıların dahi girmeye korktuğu karanlık sulara cesaretle kulaç atarken kendi yalnızlığını ve yabancılaşmasını bir kalkan ve sığınak gibi kullanmıştır bence.
Onu 18 Şubat 1986'da kaybettik, 28 yıl geçti aradan. Biraz hüzünlü, biraz karanlık ve oldukça yalnız, ulussuz, ırksız, devletsiz, özel mülkiyetsiz normlara uymayan bağımsız bir yaşam seçmişti. Çünkü, Özlü yaşamın beyhudeliğini bir an bile unutmamış, belki de unutamamış, öyle ki yaşamın gizli şifresi gibi aklında hep bu bilgi ile adressiz yolculuğunda ilerlemişti galiba. Bireye dayatılan toplumsal üniformaları giyip istenilen ve beklenileni yapmak yerine, deli gömleğinde hareketsiz bırakılmayı tercih etmişti. Ne güzel, ne kadar şık doğrusu!
Ülke ve kendi gerçeklerine ancakyalnızlık ve yabancılaşma arasında bir bilinç geliştirerek dengede durmaya çalışmıştır kanımca. Yalnızlığı içinde sürekli yüzleşerek ve eserlerindeki soğuk sorgulayıcı dille okuru tüm dayatma ve normlarla yüzleştirerek kendi girdabında boğulmayıp yüzeyde tutunmayı başarır.
Tezer’in tutunma yüzeyi yolculuklar ve yazma eylemidir. Bizim tutunma yüzeyimiz nedir, neresidir acaba? Ya da var mı? Yoksa twitter da birkaç afili muhalefet cümlesiyle yığınlar dolusu isyana eklemlenip rahatlamaya çalışmak yetiyor mu? Yetmezse daha fazla sosyalleşmek yerine daha fazla sosyal medyalaşmak gibi pek acayip bir dünya içinde gayet iç içe ve aslında çok uzak değil miyiz birbirimiz hepimize?
Tezer Özlü gibileri vardı ama değil mi? Varoluşunun yükünü hissetmek ya da kendine unutturmak için hiçbir zamanı, kenti, ülkeyi, yolları, ilişkiyi kabullenmeyeceğinin altını sürekli çizen birileri. Toplumun bir arada yaşama çabasını neden benimsemediğini şöyle açıklamış Özlü: ‘Alışılagelmiş ilişkilere karşı çıktığın an, insanı yadırgıyorlar. Toplumdışı bırakmak için tüm çabalarını harcıyorlar. Toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor.[1]’ (YUY. s:58)
Artık algıda seçicilik diye bir şey geliştirdik biz, seçip de algılıyoruz, yani işimize geleni geldiği yere kadar. Gündelik yaşamın her katmanında hayatı anlamdan yoksun bırakan, sığlaştıran kapitalist sisteme yabancılaşarak, bütünlük sağlayan ve kendini gerçekleştiren Tezer Özlü gibi değiliz. Modern yaşamın tekrara dayalı, kaotik ve karmaşa dolu koşturmacasın da Özlü yönsüz, ele avuca sığmaz ve denetlenemez sessiz bir şenlik gibidir oysa biz organize oluyoruz durmadan. Spontane olmak için bile önce organize oluyoruz.
Belki de yabancılaşmak günümüzde hem sonuç hem de çaredir. Hayatın merkezinde acımasız, adaletsiz ve dayatmacı bir kıyım sürerken seyirci kalmak veya öğütücü sistemin bir parçası olmak yerine, Tezer Özlü gibi zamanın dışına çıkmak ve yaşamın ucunda dolaşmayı tercih etmek gerekir. Ama nasıl yani? İçinde olmak, dışına çıkamamak ve yine de bir parçası olmadan/olamadan belki de kenarında dekor gibi duran hayatlarımız acı vermiyor mu? Oluk oluk kan, irin, adaletsizlik ve kıyım akan hayat Bejan Matur şiirlerindeki ve her daim uzaklara bakan karanlık derin gözleri gibi acı vermiyor mu? Acı var mı acı?
Sanki şairler her şeyi görüyorlar değil mi? Özlü’nün yollarda oluşundan satırlarına yayılan özgürlük, mutluluk, mutsuzluk ya da sonsuzluk gibi duygular değildir ki. Kuş bakışı bir beyhudelik farkındalığı çırpınır durur satırlarında. Varolma mecburiyeti, sorumluluğu, gizli kaygısı, sıkıntısı ve beraberindeki tutkulu sevgisinin altında hiç dile getirilmeyen acısı çok daha fazla hissedilir. Özlü’nün zamansız, mekansız ve amaçsız gitme halinin altındaki sessiz acı, ince alay okura güçle bulaşır.
Aynen Bejan Batur’un dizelerindeki gibi;
Tanrı görmesin harflerimi
İnsan bir hata diyor durmadan
Ve hatasını düzeltmek için
Acı veriyor
Sadece acı.[2]
Bu dizelerin altından kalkmak için yabancılaşmakta yetmeyebilir ve işte o zaman Aylin Aslım gibi gülyabanileşiverir insan. Çünkü Tezer Özlü gibi olacak özümüz yoktur çoğunlukla…
beni artık yormayın daha fazla sormayın vardır
elbet bildiğim boşuna uğraşmayın
biraz sinirliymişim bişey beğenmezmişim
evden hiç çıkmazmışım
iki laf etmezmişim çünkü
gülyabaniyim ben çok yabaniyim ben
girerim rüyalara hepinizi yerim ben
gülyabaniyim ben pek yabaniyim ben girerim
rüyanıza hepinizi yerim ben
doğduğum günden beri mecburen
içerdeyim en doğrusu böylesi dışarı çağırmayın
biraz kibirliymişim bi selam vermezmişim
biraz acayipmişim galiba deliymişim
gülyabaniyim ben çok yabaniyim ben
girerim rüyalara hepinizi yerim ben ...[3]
Sürüye katılmayan tüm yalnız, öteki, yabancı ve gülyabanilere sonsuz saygılar… (ŞT/HK)
1- Özlü, Tezer 1998. Yaşamın Ucuna Yolculuk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul