Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, 9 Şubat 2011 tarihinde, AKP'li milletvekillerince hazırlanan "cinsel suçlarla ilgili cezaların artırılması" konusunda bir yasa tasarısı sunuldu. Bu yasa tasarısı cinsel suçlara yönelik bazı iyileştirmeler içermekle birlikte, kendi içinde ciddi çelişkiler taşımaktadır.
Kamuoyunda "hadım edilme yasası" olarak dile getirilen ve ilaçla "testesteron tedavisi" olduğu ileri sürülen uygulamanın aslında bir ceza mı yoksa bir tedavi mi olduğu hiçbir şekilde belli değildir. Ancak ister tedavi isterse de ceza olarak görülsün ciddi sorunlar söz konusudur.
Bu uygulamayı öneren ve savunanlar bunun bir ceza olmayıp, tedavi olduğunu ileri sürüyorlar. Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi, ya aslında bunun bir ceza, hem de insan haklarına aykırı bir ceza olduğunun farkındalar ve insan haklarına aykırı olması nedeniyle ceza değil tedavi olduğunu söylüyorlar. Ya da cinsel saldırı suçlarında ceza artırımına gidiliyormuş gibi gösterip, kafa karışıklığı yaratarak, uygulamada mağdurun aleyhine, suçlunun lehine sonuçlar doğurabilecek bir düzenlemeye gidiyorlar.
Evrensel Bildirge'nin 1. maddesinde yer verilen 'yaşama hakkı'nın en temelde talep ettiği şey, hiç kimsenin biopsişik bütünlüğüne dokunulamayacağıdır. Yaşama hakkının bir gereği olarak da Bildirge'nin 5. maddesine göre "Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez".
Tasarıda testesteronun ciddi düzeyde azaltılmasını öngören uygulama ifade edildiği gibi tedavi değil, aslında bir cezadır. Çünkü cinsellik kişi bütünlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır ve söz konusu uygulama, yapılacağı kişilerin açık onamlarına dayanmayıp bir zorunluluk olması nedeniyle, onların biopsişik bütünlüklerine dokunmak anlamını taşıdığından, kesinlikle Evrensel Bildirge'nin 1. ve 5. maddelerine aykırıdır. İnsan hakları ayırımsız herkesin hakkıdır. Kişi en canice suçları işlemiş olsa da insan haklarının korumasından yararlanmaya hakkı vardır.
Tasarıda öngörülen cinsel saldırı suçlarını işleyenlerin tabi tutulacağı tetesteron tedavisinin gerçekten tedavi amaçlı olduğunu düşündüğümüzde sorun daha da karmaşıklaşmaktadır. Bir tedavi söz konusu olduğuna göre, bu tasarıyı hazırlayanların cinsel saldırı suçu işleyenlerin hasta oldukları kabulünden hareket ettikleri söylenebilir.
Oysa bir kişinin hasta olup olmadığının, hastaysa derecesinin tespiti, işlediği suçlar ve suçların sayısal niteliğine bakılarak hakimler tarafından verilebilecek bir karar olmayıp, işin uzmanı hekimler tarafından verilebilecek bir karardır. Bu karar sonucunda tedavi gerekip gerekmediği, gerekliyse nasıl bir tedavi uygulanacağının belirlenmesi de gene hakimin değil hekimin yetkileri arasındadır.
Ayrıca uzmanlar, cinsel saldırı suçu işleyenlerin çok büyük çoğunluğunun akıl sağlığı yerinde ve hukuki ve cezai ehliyete sahip kimseler tarafından işlendiğini söylüyor. Daha baştan cinsel saldırı suçu işleyenlerin hasta olarak kabul edilmesi ve yasayla hakime tedavi önerme yetkisi vermesi, uygulamada bu türden suçları işleyenlerin lehinde sonuçlar doğurabilecek bir potansiyel taşımaktadır.
Çünkü birilerinin daha baştan hasta olarak kabul edilmesi, onların gerçekleştirdikleri eylemlerinden cezai olarak kısmen ya da tamamen sorumlu tutulamayabilecekleri anlamına gelir. Ayrıca yasa tasarısında şartlı salıvermeden ve denetimli serbestlikten söz edilmektedir. Bir yandan bu tür suçlarda cezanın ağırlaştırılmasına gidilmesi, diğer yandan şartlı salıverilme durumlarında, denetimli serbestlik altında bu "tedavi"nin devam edeceğinin söylenmesi, bu suçları işleyenler için şartlı salıvermenin söz konusu olabileceğini gösteriyor.
Bu tasarı, AKP hükümetinin, toplumuzun en önemli sorunlarından birini teşkil eden cinsel saldırı suçları ve bununla mücadele konusunda bütünü görmekten ziyade, buz dağının sadece görünen kısmıyla ilgilendiğini göstermektedir.
Bu, suçu ortaya çıkaran ve bunca yaygın olmasını sağlayan koşullarla ve bunların kaynaklarıyla mücadele etmek yerine, suçu yüksek testesteron hormonuna bağlayarak işin içinden çıkmaya çalışmaktır.
Her türlü cinsel saldırı suçu insanın yaşama hakkına bir saldırıdır. Kişinin biopsişik bütünlüğüne dokunulmasıdır. İnsan haklarının güvence altına alınmaları için bu hakların yasal geçerliği olan belgelere konulması ve bu hakları ihlal edenlerin cezalandırılması elbette çok önemlidir, ancak hiçbir şekilde yeterli değildir. Önemi olan bu tür hak ihlallerinin gerçekleşmeden önlenmesidir.
Bu her şeyden önce, içinde yaşadığımız koşulların insanların suç işlemesine yol açmayacak şekilde oluşturulmasını gerektirir. Bu nedenle, bu türden suçların içinde gerçekleştirildiği toplumsal koşulların ‒bu suçlara kaynaklık edebilecek koşulların‒ araştırılarak belirlenmesi çok önemlidir.
Bir cinsel suçlar cenneti olan ülkemizde bu suçların bu kadar yaygın olmasının nedenlerinden biri, bu suçlarla ilgili cezaların caydırıcı olmaktan uzak olmasıdır. Hal böyleyken uygulamada da ciddi sıkıntılar yaşanmakta, faillere yasalarda ön görülen cezalar bile verilmemektedir.
Ancak cezaların yetersizliği ya da yeterince uygulanmıyor olması sadece nedenlerden biridir ve cezaya (bu tasarıda söz konusu olan testesteron hormonunu azaltmaya) odaklanmak, bu tür suçların kaynağını ve nedenini sadece failler olarak görmektir.
Oysa hepsi olmasa da suçların genel olarak büyük bir bölümünün nedeni, onları hazırlayan koşullardır. Bu koşullar sadece suç işleyen kişilerin böyle kişiler olmasına yol açan koşullar değil, aynı zamanda suçun mağdurlarını mağdur olmaya mahkum eden koşullardır.
Hükümet oluşturacağı politikalarla ‒ekonomik, güvenlik, eğitim, kültürel, sosyal politikalarla‒ suçları hazırlayan koşulları ortadan kaldırmak ve mağdurları koruyucu tedbirler almak yerine, işin kolayını seçerek suçu işleyen faile ve cezaya odaklanmaktadır.
Toplumumuzdaki genel kanı, bir kadın eğer cinsel saldırıya maruz kalmışsa temel suçun o kadında olduğu yolludur. Bu nedenle tecavüze uğrayan pek çok kadın bunu gizlemek gereği duymaktadır.
Evlenmemişse anne babasına açıklamaktan çekinir, çünkü tecavüze uğramış olması hem kendisinin hem de ailesinin namusunun kirlenmesi demektir. Evliyse ya da sevgilisi varsa onlara söyleyemez, çünkü onlar tarafından hırpalanma ve terk edilme korkusu yaşamaktadır. Polise gitmekten kaçınmaktadır, çünkü polis ifade almak yerine resmen kadını suçlayıcı pozisyonda onu sorgulamaktadır.
Saatin geç olması, kadınların normalde bulunmamaları gerektiği yerde neden bulunduğu, üzerinde saldırganı kışkırtıcı bir kıyafetin olup olmadığı gibi sorularla daha baştan kadını suçlu pozisyonuna sokmaktadır. Daha da beteri, zaten yollu olduğu düşüncesiyle polislerin de kendisine tacizde bulunabileceği korkusu taşıması da kadınların polise başvurmaktan kaçınmasının nedenleri arasındadır.
Cinsel saldırı suçu kişilerin doğrudan bedensel ve ruhsal bütünlüklerine bir saldırıdır. Ancak gerek çocukların gerekse de kadınların kendi bedenleri üzerinde biricik hak sahibi oldukları, bunun dokunulmaz olduğu esas olarak ne toplum ne de devlet tarafından kabul görmektedir.
Devlet cinsel suçlar karşısında koruma ve kişi güvenliğini sağlamak yerine, kadınlara kendi kendilerini bu tür saldırılardan sakınma yolları olarak belirli saatlerden sonra sokağa yalnız çıkmamak gibi önlemler önermekte; hatta bunu bazen doğrudan bir yaptırım olarak kendisi uygulamaktadır. Üniversite öğrenci yurtlarına kadınların giriş saatinin 21.00 olarak belirlenmesi bunun en basit örneğidir.
Dolayısıyla, belki de her şeyden önce, toplumda kadına, çocuğa, cinselliğe bakışın değişmesi gerekiyor. Çünkü bu bakış değişmedikten sonra, bu bakışın değişmesi için gerekli politikalar üretilmedikten sonra alınacak önlemler ya da cezaların artırılması kendi başına yeterli olmayacaktır.
Sonuç olarak, bu tasarının bu haliyle yasalaşması mevcut sorunları çözmek yerine, işi daha karmaşık hale getirerek ciddi sorunlara yol açacaktır. (NY/EÖ)