Uzun zamandır yakın takibe aldığım Bangladeşli yazar Teslime Nesrin'in Türkçeye çevrilmiş tek eseri olan "Bir Kadın Yazgısı"nı yeni bitirdim.
Müslümanların tehdidi altındaki bir Hindu aileyi anlattığı Lajja yani Utanç adlı kitabı yüzünden ülkesindeki radikal dinciler tarafından hakkında ölüm fetvası çıkarılan Nesrin, 1994'ten beri değişik ülkelerde siyasi mülteci olarak yaşamını sürdürüyor. Şimdilerde Hindistan'da.
Nasıl bir ironidir ki adı "teslim olan" anlamına gelen bu kadın bağnaz dindarların bütün tehditlerine rağmen teslim olmamıştır. Olmaya da niyeti yok gibi.
Hep Batıya bakarken, birbirimizi unutuyoruz
Kendisini sosyal medyadan İngilizcem izin verdiği ölçüde izliyorum. No Country for Women(Kadının Ülkesi Yok) adında bir bloğu var. Ayrıca adını taşıyan bir web sitesi. Yazdıklarından, sıkı bir insan hakları savunucusu, kadın hakları takipçisi, dinsel bağnazlığa karşı mücadele veren bir sözcü olduğunu biliyorum.
Sosyal medyada özellikle İslam aleminden bazı kendini bilmezlerin kendisine yaptığı küfürlerin haddi hesabı yok. Okuduğumda yüzüm kızarıyor. Twitter'da birileri küfredince ben dayanamayıp yanıt vermiştim. Bir dindar (!) kişi nasıl olup da böyle küfredebilir, aklım almamıştı?
Teslime ise onları deşifre ediyor ama muhatap almıyor, hiçbir saldırı onun güncel olayları laik, hümanist ve feminist değerlendirmesini engellemiyor. Hatta zaman zaman o da sertleşiyor. Ben bile keşke böyle demese diyorum. Elbette koruma duygusuyla, yoksa haklı olduğunu biliyorum.
Kitabı kitapçılarda bulamadım, internetten ısmarladım. Zaten anladığım kadarıyla tek baskıda kalmış kitap.
Teslime Nesrin'den bahsedince birçokları onu İranlı, bazılarıysa Afgan sanıyordu. Ben ise Hindistanlı Müslüman kökenli.
Onun kökenini net bilmemek Türkiye'de kendi doğusuna olana ilgisizliğin de bir göstergesi gibi geliyor bana. Her konuda olduğu gibi Batıdaki feministler bizim daha bir ilgi alanımızda. Bu durum belki de Bangladeşliler için de geçerlidir. Hepimiz Batıya bakarken "yazgı" benzerliğimiz olan birbirimize bakmayı unutuyoruzdur. Hatta bana kalırsa birbirimize yeterince destek ver(e)miyoruz. Mollaların ölüm fermanı verdiği Teslime Nesrin'e resmi olarak devletimiz, resmi olmayarak ülkemiz hümanist ve feministleri ne kadar destek verdi/iyor acaba?
Bu bağlamda Cumhuriyet Kitapları'na teşekkür etmek gerekir. Teslime Nesrin'in adını bu şekilde duyurmak bile, bir farkındalık yaratmak açısından çok değerlidir. 1962 doğumlu yazarın yaşadıklarının bir kısmını doksanların ortalarında medyadan takip etmeye çalışmış, Doğulu genç bir kadın olarak onu çok iyi anlıyorum diye düşünmüşümdür.
Muhafazakarlığa isyan
Simone de Beauvoir'ın Bir Genç Kızın Anıları'nı okuduğumda kadınların genç kadınlık süreçleri, yaşadıkları kısıtlamalar açısından ne kadar da benziyor diye karşılaştırma yapmış ama Avrupa'da bazı toplumsal kuralların hiç de bizimki gibi olmadığını anlamıştım.
Örneğin namus kavramı farklı idi. Bizdeki kadar kadınlar aleyhine bir katılık yoktu. Kadınlar bizde erkeklerin dekoratif nesneleri değillerdi. Ortalığa çıkarılmazlardı. Yok'a yakın olmaları en iyisiydi, işte bunlar bizi, Önasyalı kadınları Avrupalı kadınlardan çok daha gerilerden başlayarak mücadeleye katılmaya itiyordu. Bu yüzden Bir Kadın Yazgısı bana konusu ve dokusu bakımından Duygu Asena'nın Kadının Adı Yok özyaşamöyküsel romanını daha çok çağrıştırdı.
Bir Kadın Yazgısı iki bağımsız kısımdan oluşuyor. Birinci kısım, kitabın adı olan bölüm aynı zamanda; uzunca bir öykü, ikinci kısım ise Seçenek adını taşıyor, iki kız kardeş arasındaki mektuplarla yapılandırılmış.
Her iki kısımda da Bangladeş'in muhafazakar yapısına isyan etmiş kadın kahramanlar var. Burjuva ya da bürokrat kökenli ailelerden geliyorlar ve-veya onlara gelin gidiyorlar. Yani orta-üst gelir düzeyindedirler. Kadınlarımız iyi eğitim almış, kendi ayaklarının üzerinde durabilen ama bizim gibi İslami kültürlerden kadınlar için çok tanıdık olan toplumsal baskılardan bir türlü azade olamayan karakterlerdir. Çünkü bir meslek sahibi olmak kadının, kadınsal niteliklerine bir artı olmakla birlikte, evlilik kurumu gibi katı geleneksel yapının içinde erkeğin statüsünü bozacak hale gelince kıyametler kopuyor. Klasik rollerini reddeden kadın, başta eşi ve onun ailesi olmak üzere, kendi öz ailesi dahil bütün toplumun nefretini toplamakta ve yalnızlaşmakta geç kalmıyor.
Bir Kadın Yazgısı'nda yakışıklı ve kariyer sahibi ama erkek olarak ödevini yapamayan eşini tanıdıkça düşünceleri dönüşen kadının iç konuşmasından bir bölüm:
"Altaf'ın benden beklediği, tüm kişiliğimi yitirmem, tüm bildiklerimi unutmam tümüyle teslim olmamdı. O, benden kendi istediğini yaratacaktı. Şimdi artık beni nasıl gördüğünü biliyorum ve ona karşı en ufak bir aşk duymuyorum. Onsuz yapabileceğim, o olmadan daha az üzüleceğim, belki de mutluluğu yakalayabilme şansını bulacağım düşüncesi filizlenmeye başladı kafamda." (s.56)
"Sevip evlenince çirkinleşiyorlar"
Erkeklerle yaşadıkları sonunda aşk'ı sorguluyor ikinci kısımdaki Abla; Bangladeş dilinde Bubu.
İlk evliliğinde eşinden gördüğü baskıdan kaçıp kendi ayakları üzerinde duran, seyahatlere çıkan Bubu, daha bağımsız bir ilişki kurduğu ikinci sevgilisiyle evlenince her şeyin yavaş yavaş değişmeye başladığını görür. Erkekleri sevmenin bir suç mu, kusur mu olduğunu sorgulamaya başlar. Sevip evlenince bencilleşmeye ve çirkinleşmeye başlarlar. Toplumun onlara sağladığı konfordan hiçbiri gönüllü vazgeçmeye niyetli değildir.
Son aşamada kazara evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalınca, bebeği doğurup onu erkeksiz büyütmeye karar verir. Çok zor olacağını bilse de bu kararından memnundur. Bu türden bir kararın İslam dünyası için kadını, katli vaciptir fetvasına götürebileceğini görüyorum. Bu mektuplardaki Bubu gerçekten arı kovanına çomak sokmuştur.
Gerçeğe dönersek, kitaptaki isyankar kadınların hepsi Teslime Nesrin'dir bana kalırsa. Edebi anlamda roman türünün Doğuda daha az gelişmiş olduğu düşünülürse bu kitabın da anlatı olarak gün yüzüne çıkmasına şaşırmadım. Özellikle birinci kısmın yer yer kapalı ve oryantal bir dili var. Meramını ise boşluklar bırakmasına rağmen iyi veriyor. Gözü açılmadık sığırcık yavrusu kız çocuklarının okulundan koparılıp hayırlı bir kısmetle baş göz edilmesi, bizim için de çok tanıdık, değil mi?
İkinci kısım daha açık. Mektuplaşmalarda Bangladeşli kadının statükosuna dair beyin fırtınası ve sorgulamaları çok daha net görüyorsunuz. Dindar olan küçük kız kardeşin, süreç içinde din adamlarının bazı sahtekarlıklarına tanık olması ile geçirdiği dönüşümü de gözlüyoruz. Yine de her konuda ablası ile hemfikir değil. Bu kız kardeş sanki Teslime Nesrin'in feminizmde sorguladığı noktaları temsil ediyor.
"Annelik rolü için doğurmadım"
Bubu yani özgürlükçü ablanın kız kardeşi Nupur'a kısa ama görüşlerini net yansıttığı mektubu:
"Nupur,
"Nefret ettiğim bir düşünce varsa, o da anneliği kadınlığın en yetkin olgusu kabul eden anlayıştır! Benim çocuk doğurma isteğimin nasıl böyle bir düşüncenin etkisiyle oluşabildiğini düşünebildin?
"Şunu bil ki küçük budala, eğer ben bir çocuk istiyorsam, bu bir amacı gerçekleştirmek için değil! Yalnızca, çocuk dünyadaki en güzel varlık olduğu için ve ben başka hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak bu ana-çocuk ilişkisini yaşamak istediğim için. Benim ihtirasımın sınırı bu.
"Hayır, aslında, başka bir şey var. Bu çocuğun bizi doğumumuzdan itibaren kuşatan ataerkil yönteme bağlı olmamasını istiyorum. Benim dünyaya getireceğim canlının bu egemenliğe son vermesini gerçekten istiyorum.
"Çocuğu aldırma öğüdünü dinlemeyeceğim Nupur.
"Ben çok iyiyim. Benim için özellikle kaygılanma! Mutluyum.
"Yakında.
"Bubu" (s.187)
Nupur'un babasız çocuk büyütmenin ne kadar zor olabileceği konusunda uyarılarını çok haklı buluyorum. Çözüm, erkeklerden yılıp onlardan soyutlayarak çocuk büyütmek olmamalı diye düşündüm ben de okurken. Sonuçta o çocuk bir şekilde erkeğin katkısıyla dünyaya geliyor, erkek de ondan sorumludur ve ona ilişkin hakları vardır.
Bu hakları nasıl kullanabileceği konusunda elbette benim de kuşkularım ve tedirgin olduğum noktalar var. Bir de çocuğun babasızlık konusunda ilerde söyleyecekleri olacaktır. En zor kısım da bu değil midir?
Bu konu gerçekten bir sorunsal. Paradoksal aynı zamanda: Ataerkil sisteme yeni bireyler eklemekle ilgili bir sorun yumağı. Sistem dışına kaçmak-çıkmak olası mıdır, gibi birçok soru üşüşüyor aklımıza? Bir de epey yalnız olan kahramanımızın durumunda?
Yani kitap başarıya ulaşıyor. İçsel hesaplaşmalara giriyorsunuz, kadın olarak ataerkinin zulmü altında yaşadığınız haksızlıklar diziliveriyor yan yana. Aslında yalnız değilsinizdir ama... Dünyanın ummadığınız bir yerinde mangal yürekli kadınlar vardır. (ÇT)
* Cumhuriyet Kitap Kulübü, 192 Sayfa, Mart 1999, Çev: Bülent Berkman