Türkiye'deki pek çok örnekte görüldüğü üzere, Dersim Sempozyumu da ona akademik, entelektüel boyutta pek fazla katkı sunmayan Tunceli Üniversitesi yönetiminin, onun arkasındaki siyasal güçlerin damgasını vurmak istediği bir etkinlikti. Belki de bu işlerin cilvesi/çelişkisi diye değerlendirilebilecek olan bu tutum -Hatice Kurtuluş'un Biamag'daki yazısında işaret ettiği gibi- etkinlik üzerine devletin, AKP'nin Gülen cemaatinin gölgesini düşürdü. Kısacası, Sempozyum'da "davulun kimin boynunda olup da tokmağı kimin çalacağı" üzerine kıyasıya bir mücadele yaşandı. Bundan zaferle çıkmadığını düşündüğünden olsa gerek Rektör Durmuş Boztuğ, "bir dahaki Sempozyumun ne zaman düzenleneceği" sorularına mütereddit bir edayla "üç yıl" dedi...
Yanlış anlaşılmasın söz konusu mücadelede her katıldığı oturumda söz alıp kendince "toparlama" yapmaya çalışan üniversite yönetiminin karşısındaki özne, Sempozyumu düzenleyen Arslan ve arkadaşları değildi. Bu özne etkinliğe katılmak için kente gelen akademisyenler ve -sınırlı bir katılım gösterse de- Dersimli entelektüellerdi. "Kazanan hangi taraf oldu" sorusuna net bir yanıt vermek mümkün değil diye düşünüyorum. Fakat Hüseyin Aygün'ün Sempozyum izlenimlerini okuduğumda, etkinlikle ilgili bilgilendirme noktasında bir mücadele verilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bu anlamda okuduğunuz yazı bir yanıyla Aygün'ün son iki yazısında yaptığı "Devrim Yapan Üniversite" güzellemelerine bir yanıt olarak da değerlendirilmelidir.
Devlet ve Dersim Tertele'yle "yüzleşiyor"
Sempozyumun odağında Dersim tarihi ve elbetteki 1937-38'de yaşanan kırım vardı. Dersimlilerin Zazaca "kökten traş etme ve talan etme" anlamında ter u talan, kısaca Tertele dedikleri olay bir kavim kırımdı. Yani, soykırım düzeyine varmasa da, egemenlerce çıban olarak görülen bir halkın, katletme, yerinden etme, yaşam alanlarıyla dini yapılarını dağıtma ve asimilasyon gibi yöntemlerle sosyal ilişkileri, kültürü, inancıyla kökünden kazınmasıydı. Nitekim, Sempozyumda Mesut Sert tarafından sunulan bildiride, Cumhuriyetin ulus-devlet inşa projesinin, 1930'larda halli gereken tek farklılık olarak kalakalan Dersim'in kırılmasıyla tamamlandığı belirtiliyordu.
Onur Öymen'in geçtiğimiz yıl meclis kürsüsünden sarf ettiği sözlerin yol açtığı hasard heureux (istemeden yol açtığı "mutlu kaza") ile Türkiye siyasetinde popüler bir gündem konusu olan Tertele'yle yüzleşme süreci, hem devleti temsil edenler, hem de yöre insanı açısından Sempozyumla birlikte bir miktar daha derinleşti. Emeği geçen herkesi bir kez daha kutlayarak belirtmek isterim ki, bu etkinlikte sürecin daha başlarında olduğumuzu da gördük.
Yakın zamanlara kadar kamusal alanda Dersim adının dahi telaffuz edilmesinin suç sayıldığı bir ülkede, herkesin bildiği bu sırrı fısıltıyla çocuklarına dahi duyurmadan yaşayan insanlar, Öymen'in hasard heureux'undan bu yana hükümet-devlet ricalinden gelen ılımlı mesajlara ihtiyat ve şüpheyle yaklaşıyor. Tertele ve sonrasında yaşadıkları travmanın büyüklüğü ve baskıların sürekliliği nedeniyle olduğu kadar, halen Türkiye genelinden ayrıksı duran kimliğine, kültürüne, inancı ve muhalif siyasal duruşuna karşı devam eden uygulamalardan dolayı onların samimiyetine kolayca ikna olacak gibi gözükmüyorlar. Açılış konuşmalarında ılımlı, uzlaşmacı mesajlar veren Rektör ve Vali'nin temsil ettikleriyle (Sünni-Hanefi İslam yorumuna yaslanan İslamcı AKP, birkaç yıl öncesine kadar Dersim'de esamesi okunmayan Fettullah Gülen cemaati, Kürt sorununu çözememiş Türk milliyetçisi devlet) aralarındaki varoluşsal farkı görmemezlikten gelemiyor olmalarının bunda payı olsa gerek... Bu anlamda Sempozyum Tertele ve sonrasında bugüne yaşanlarla yüzleşme ve onların yaralarını az da olsa sarma noktasında mesafe aldırıcı, önemli bir etkinlik olsa da gidilecek yol çok uzun olduğunu gösterdi.
Dersim halkı sempozyumu "boykot" etti
İlk bakışta programın içeriği, katılımcıların niteliği düşünüldüğünde Eğitim-Sen'in öncülüğünde KESK, BDP ve diğer bazı siyasi çevrelerin yaptıkları boykot düzenleme komitesine haksızlıktı. Ancak bu tavır onlardan çok, üniversite yönetimine karşıydı. Bunun yanında, isminin uluslar arası olması ve otelde düzenlenmesi nedeniyle biletli, davetiyeli olduğunu düşünerek gelmeyenler olduğunu da duydum. Sonuca bakıldığında, bazı oturumların kalabalıklığı düşünüldüğünde başarısız gibi gözüken boykot, aslında büyük bir katılımla gerçekleşti. Çünkü bilgiye açık, radikal sol bir kültürle yetişmiş, tartışmaya meraklı, orta ölçekli bir sol grubun dahi herhangi bir ilçesinde düzenlediği etkinliklere en az 200 civarı insanın katıldığı Dersim'de Sempozyuma yerel halktan taş çatlasa 100 kişi katıldı.
Seyit Rıza'nın torunları çektikleri onca acının verdiği bilgelik, radikal siyasal geleneğin kazandırdığı uyanıklıkla etkinliğe katılmayarak, "dağlı, vahşi, asi Dersim'i medeniyetle "tanıştırma" iddiasıyla girişilen 1937-38 katliamıyla hesaplaşıyor gözükerek, kendisini başka bir şeye dönüştürmek için barajlarıyla, orman yangınlarıyla, Cemaatçi milliyetçi-muhafazakar kadrolarla doldurulan üniversitesiyle, Munzur Kolejiyle, "Haydar" Dershanesiyle çok boyutlu bir faaliyet yürüten yeni bir "yabancı" otoriterliğin "Dersim temsiline" dahil olmayı reddetmiş oldu.
Cemaatçilere "mihnet"in dayanılmaz hafifliği
Sempozyumda sunulan bildiriler ve yorumlarla etkisi kırılsa da halkın Dersim'ini devletlülerin parantezine almaya çalışan üniversite yönetimi üzerinden burada yeni tür bir toplum mühendisliği faaliyeti sürüyor. İslamcı entelektüellerin Kemalistlerin Cumhuriyet kuruluş sürecini anlatırken kullanmayı pek bir sevdikleri toplum mühendisliğinin yeni bir versiyonundan bahsediyorum.
İnisiyatif alanını tamamen kapattığı birkaç Dersimliyi vitrinde tutsa da öğretim üyesi kadrolarını büyük çoğunlukla Sivas ve Elazığ'dan gelen milliyetçi-muhafazakarlarla dolduran, yönetim kademeleri ve görevlendirmelerde yeterlilik, liyakat vb. şeyleri umursamadan tamamen aynı kadroları -ve kendisiyle yakın işbirliği içindeki birkaç kişiyi-gözeten, cemaatle özdeşleşen Munzur Koleji'nin kayıt ve halkla ilişkiler bürosu gibi çalışan, kampus projesine cami ve cemevi ekleyen bir üniversite yöentimi Dersim'e ne verebilir diye sormak istiyorum.
Söz konusu yeni mühendisliği faaliyetinin ne tür sonuçlar vereceği önümüzdeki süreçte görülecekse de Tunceli Üniversite'siyle birlikte Dersim'de başlayan değişim kent halkı tarafından tepkiyle karşılanıyor. Hatta kentte "keşke buraya üniversite hiç kurulmasaydı, yakında Dersimliler azınlığa düşecek" cümlesini kuran çok sayıda kişi tanıyorum. Tüm Dersimlilerin kendi kendilerine yanıtlamasını istediğim bir soruyla bitiriyorum. Sempozyum öncesi ve sonrasında onu iç etmek isteyenlerin başaramadıklarını başarmış gibi göstererek, üniversite yönetimini yaklaşım ve uygulamalarını sembolik birkaç şey üzerinden ters yüz edip "devrim yapan üniversite" diye lanse etmek nedir? (HF/EK)