Son on ay içinde 21 işçinin öldüğü Tuzla Tersaneler Bölgesi'nde 16-17 Mayıs tarihlerinde meydana gelen iki ölüm işçiler adına bardağı taşıran son iki damla oldu.
İşçilerin, çalışma koşullarına itirazlarını son aylarda yüksek sesle dile getirebilmeleri, ölümler karşısında seslerini birleştirerek kamuoyu yaratmayı başarmaları ve en nihayetinde bardağın taşmasıyla 16 Haziran tarihinde tersanelerde grev kararı almaları beklendiği gibi tersane sahibi sermayedarları fazlasıyla rahatsız etti.
Geçen günlerde, üst üste kazaların meydana geldiği tersanelerden olan Selah Tersanesi'nin kapatıldığı haberi, gündeme işçilerin taleplerine cevap, sorunlarına çözümmüşçesine sunulurken, hükümet de tersaneyi kapatarak –onlarca ölümden sonra- işçilerin can güvenliklerine ne kadar önem verdiğini (!) göstermiş oldu.
Tabii ki işçiler ölüm gemilerinde çalışmadıkları sürece can güvenlikleri konusunda da sorun yaşanmayacaktı. Sorun en azından bir tersane için kökten çözülmüş, işçiler işsizlikle tanışırken can güvenliklerine kavuşmuşlardı. Ancak şu günlerde gözden kaçırılmak istenen, kapatma kararının sömürü koşullarına başkaldıran işçilerin işsizlikle terbiye edilme geleneğinin bir ürünü olduğu gerçeği.
Ne alırdınız? Sıtma mı, ölüm mü?
On yıllardır bilinen bir atasözü de bu icraat ile tersine çevrildi, işçilere sıtma gösterilerek ölüme razı olmaları buyuruldu. Şu günlerde işçiler, zihinlerinde işsizlik sıtması mı, "çelik ölüm" mü sorusuyla baş başa bırakılmak isteniyor. Üstelik grev dönemlerinde işverenler tarafından grevi sona erdirmek için alınan lokavt, yani işyerinde üretimin durdurulması kararına eşdeğer bir karar, bizzat işverenler tarafından değil, sermaye sınıfının zırhı halini alan hükümet tarafından alındı.
Yıllardır sermayenin sözcülüğünü, taleplerinin uygulayıcılığını yapma konusunda hevesini gözler önüne seren hükümet bu kez de kimseyi şaşırtmadı ve gayrı resmi lokavtı ile işçilerin işsiz kalma korkusu nedeniyle ölümcül çalışma koşullarına karşı mücadele etmekten çekinmelerini sağlamayı hedefledi.
Üstelik önümüzdeki günlerde tersane ölümlerine dair tartışmaların sürmesi ve yeni kapatma kararlarının verilmesi halinde, Tuzla Tersaneleri'nde örgütlü sendikaların sermayedarlar ve siyasal iktidar tarafından kapatmalarla ortaya çıkan işsizliğin biricik sorumluları olarak gösterilmeleri hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Tüm bu kokular ve olasılıklar, Selah Tersanesi'nin kapatılmasının sermaye ile siyasal iktidar arasındaki bir danışıklı dövüş olduğu şüphesini doğuruyor. Bu bağlamda, söz konusu tersanenin önümüzdeki 1-2 ay içinde yenilenmiş ve en azından bir süre için isyandan arındırılmış "insan kaynağı" ile tekrar faaliyete geçmesi hiç de şaşırtıcı bir gelişme olmayacaktır.
Zaten gayrı resmi lokavt kararını alan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının bizzat kendi bünyesinde tersane sahibi milletvekillerini barındırması da bu ihtimalleri güçlendirir vaziyette. Bu taktiksel hamlenin, Tuzla'daki işçilerin yaşamları için direnme azimlerini kırıp kırmadığını, işçilerin "sıtmadan korkarak ölüme razı olup olmadıklarını" 16 Haziran Tuzla Tersaneler Bölgesi Grevi'nde göreceğiz.
Ve umulan odur ki, Tuzla'daki birkaç bin işçinin milyonlarca sınıf kardeşini temsil eden işçi ve memur konfederasyonları onları "yaşanacak bir ömür" talepli grevlerinde yalnız bırakmayacak, tersane emekçileri de bu dayanışmadan aldıkları güçle "ne sıtma ne ölüm" sesini daha cesaretle yükseltecektir. (EÇ/GG)