Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden sonra, günümüze kadar ortaya çıkan hakları, tarihsel gelişim sürecine de uygun olarak "birinci kuşak", "ikinci kuşak" ve "üçüncü kuşak" haklar olarak sınıflandırabiliriz.
17. ve 18. yüzyılda Amerikan ve Fransız devrimlerinden sonra sıkça konuşulan "klasik haklar" birinci kuşak haklardır. John Locke, birinci kuşak hakları "hayat, özgürlük ve mülkiyet" olarak sayar. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin yazarlarından Thomas Jefferson bu listeye "mutluluğu arama hakkı"nı da eklemiştir. Fransız Devrimi sırasında ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ise "özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme" şeklinde hakları sıralamıştır.
Birinci Kuşak hakları arasında; yaşam hakkı ve kişi dokunulmazlığı, kişi özgürlüğü ve kişi güvenliği, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, eşitlik hakkı, inanç ve ibadet özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı, dernek kurma hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı, çalışma özgürlüğü, dilekçe hakkı, kamu hizmetine girme hakkı, yansız bir yargıç önünde yargılanma hakkı gibi haklar yer alır.
Bu haklar kişilere devletin karışamayacağı özel alan yaratır. Bu özel alanda kişiler istediği gibi hareket eder. Devlete karşı kişiler, bu haklarla korunur. (Oktay Uygun, İnsan Hakları Kuramı., Sayfa 21 İnsan Hakları, YKY, 1 Bası, Aralık 2000) Yaşam hakkı da böyle bir haktır. Hakkın kendisi kişiyi devlete karşı korur. Devletin yükümlülüğü ise kişinin yaşam hakkını korumaktır zaten...
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ikinci maddesinin başlığı "yaşam hakkı"dır. Herkesin yaşama hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.
Hangi hallerde "yaşama hakkı" ihlal edilmiş sayılmaz? Bu sorunun yanıtı yine ikinci maddenin 2. bendinde açıklanmaktadır. Eğer; bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunması için ölüm meydana gelmişse veya bir kimseyi usulüne uygun olarak yakalamak veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için veya "ayaklanma veya isyanın" yasaya uygun olarak bastırılması için; kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda ölüm meydana gelmişse, bu koşullarda yaşam hakkı ihlali yok demektir.
İstanbul 2.İdare Mahkemesi 2001/1788 Esas, 2003/1612 Karar ve 10.12.2003 tarihli kararı ile tutuklu bulunduğu cezaevinde "Hayata Dönüş" operasyonu sırasında Mahmut Murat Ördekçi'nin ölümünü "yaşam hakkının ihlali" olarak değerlendirdi. Gerekçeli kararda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine, Türkiye'nin onayladığı Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar sözleşmesine ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince kabul edilen (1973) 5 sayılı kararı ile sayılan Tutuklulara Uygulanacak Asgari Kurallara atıf yapıyor.
Sonra da devlete ders veriyor: "Görüldüğü gibi, bireylerin hapishanede tutuklu veya hükümlü oldukları dikkate alınmaksızın sahip oldukları temel haklar evrensel boyutta ortaya konulmuş, taraf devletlerce bölgesel veya evrensel ölçekteki sözleşmelerle güvence altına alınmış, hakların kullanımının kısıtlanması da belirli şartlara bağlanmıştır. Korunmaya çalışılan tüm bu hakların temelinde ise 'yaşam hakkı' vardır."
Anlaşılan odur ki, Adalet Bakanlığı savunmasında ölen çocuğun açlık grevine ve ölüm orucuna katıldığını ileri sürmüş. Mahkeme davalı Adalet Bakanlığının savunmalarına yanıt vermiş: "Davacıların çocukları 7 yıllık tutukluluk süresini geçirmiş, davalı Adalet Bakanlığının Mahkememize sunduğu belgelere göre savunmada ileri sürülenin aksine açlık grevine, ölüm orucuna katılmamış, ancak Hayata Dönüş operasyonu sırasında ateşli silahla yaralanarak hayatını kaybetmiştir."
Her halde İçişleri Bakanlığı da savunmasında cezaevlerine giremediklerini söylemiş olmalı ki; Mahkeme: "Davalı İçişleri Bakanlığının on yıldır cezaevlerinde arama ve denetim yapılamadığı iddiasının kamu gücü dikkate alındığında inandırıcılığı bir yana gerçek olması hali dahi başlı başına ağır hizmet kusurudur" diyor.
Sonuç olarak Mahkemece: "Ancak, tüm tutuklu ve hükümlüler bedensel ve mekansal anlamda idarenin elinde olduklarından 'Hayata Dönüş' olarak adlandırılan operasyonun insan yaşamını tehlikeye düşürmeyecek şekilde planlanması ve uygulanması gerekirken olayın 12 kişinin ölmesi ve 77 kişinin yaralanmasıyla sonuçlandırılması, dolayısıyla operasyonun iyi planlanmadığı ve uygulanmadığı ölçülülük kuralına uyulmadığı, orantılı güç kullanılmadığı kanaatine varılmıştır."
Karara göre Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı, yasa hükümlerine göre kamu gücünü kullanarak özgürlüğünden yoksun bıraktıkları, gözetimleri altında bulunan ve ulusal hukuk hükümlerindeki ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imzaladığı uluslar arası sözleşmelerdeki yükümlülükler dolayısıyla yaşam hakkını korumak zorunda oldukları Mahmut Murat Ördekçi'nin yaşam hakkını ihlal etmişlerdir.
Çok tirajlı, günlük büyük bir gazetede bu karar hakkında yapılan yorumda yazılı olduğu gibi hüküm, "teröriste ödül..." değildir. Mahkeme kararı; yaşama hakkına saygı duyan ve koruyan yargının yargısıdır. Adaletlidir, hukuka uygundur ve çok haklıdır. Sizin aklınız "hukukta" kalmasın... Çünkü akıl ve hukuk, her zaman, herkese gereklidir. Yargı, yaşam hakkını korumaya devam edecektir. Sizin ve görüşlerinize katılanların yorumu ne olursa olsun...(Fİ/BB)