Hani derler ya, "delinin biri kuyuya taş atmış, elli akıllı çıkaramamış" diye. Son günlerde Almanya’da sürdürülen "terör" tartışmalarını izleyenlerin benzer duygulara kapıldığını zannediyorum. Arka plandaki sorun bu kadar ciddî olmasa hadi canım sende denir, amma velakin tartışma ne deli saçması, ne de önemsiz laf kalabalığı.
Jung'un açıklaması...
Federal Savunma Bakanı Franz-Josef Jung bu hafta, ortada hiç bir neden yokken, "olağanüstü durumlarda terör saldırısı amacıyla kaçırılan yolcu uçağını vurma emri veririm" deyince kıyamet kopuverdi. Hemen her kesimden eleştiri yağmuruna tutulan bakan Jung, söylediklerinden geri adım atmadı, hatta anayasal değişiklik dahi talep etti.
Genelkurmay başkanı ise – federal ordu geleneklerine uymayan bir biçimde – bakanına karşı çıkarak, "savaş pilotlarımıza böylesi bir emre itaat etmemeyi öneririm" dedi.
Geçen yıl da gündeme gelmişti...
Aslına bakılırsa bu konu o kadar da yeni bir konu değil. Federal ordunun yurt içinde göreve çağırılması kadar eski. Federal Hükûmet geçen yıl Hava Sahasını Koruma Yasası ile savunma bakanına böyle bir yetki vermek istemişti. Ancak Federal Anayasa Mahkemesi 15 Şubat 2006’da aldığı bir karar ile tartışmaları bitirmiş ve bir yolcu uçağının vurularak düşürülmesinin Anayasa’nın çeşitli maddelerine aykırı olduğunu açıklamıştı.
Almanya gibi gelişmiş burjuva demokrasilerinde bir savunma bakanının Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararların hükûmet için bağlayıcı olduğunu bildiği pekâlâ varsayılabilir. Hele hele bakanın kendisinin bir hukukçu olduğu düşünülürse.
Korku toplumu yaratmak istiyor...
Peki, bakan Jung buna rağmen neden böylesi bir açıklamaya gerek görüyor? Ünlü yazar ve hukuk profesörü Bernhard Schlink’in dediği gibi aptal ve pervasız olduğundan mı?
Bana kalırsa 1999 Hessen Eyalet Seçimleri öncesinde karapara aklama skandalından sabıkalı olan Jung öyle aptal falan değil, aksine son derece bilinçli davranıyor. Aynı, Almanya’nın nükleer saldırı tehditi altında olduğunu iddia eden Federal İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble gibi.
Yapılmak istenilen, toplumu korku toplumu haline getirerek, neoliberal program ve emperyalist yayılmacılık çizgisine çekmek ve demokratik hak gaspının devamına gerekçe yaratmaktan başka bir şey değildir.
Bununla birlikte toplumun dikkatini asıl sorunlardan, muğlak ve absürd tehditlere çekmek amaçlanmaktadır. Geçen hafta kamuoyuna açıklanan bir araştırmadan bazı başlıklar konuyu daha da aydınlatacaktır.
Asıl korkuları unutturmak...
Bu araştırmaya göre Alman toplumunun yüzde 70’i enflasyonun artmasından korkmaktadır. Süt ürünlerine ve ete yapılacağı açıklanan yüzde otuzluk fiyat artışı bu korkunun ne denli reel olduğunu göstermekte. Gene toplumun yüzde 64’lük bir kesimi, elde edilen zenginliğin adil dağıtılmadığı düşüncesinde ve gelecek korkusu taşımakta.
Kronikleşen kitlesel işsizlik ve kökleşerek yaygınlaşan yoksulluk nedeniyle, emekli olduğunda yaşam standartını kaybedip, yoksullaşacağından korkan kesimlerin sayısı da aynı düzeyde. Buna karşın – tüm tehdit senaryolarına ve korku üretimine rağmen – olası bir »terör saldırısından« korkanların oranı ise yüzde 46’yı geçmemekte.
Orduya, sermayenin dünya çapındaki çıkarlarını koruma ve enerji rezervleri ile hammadde piyasalarına ulaşımını kollama görevini resmî olarak veren bir hükûmetin, emekçilerin, genç – yaşlı geniş toplumsal katmanların gerçek korkuları ile gidermeye çalışacağını beklemek hayli naiflik olur. Terör histerisi, daha farklı bir korku toplumu yaratmak için kullanılıyor.
Bu tartışmalar, başta Almanya olmak üzere Batı burjuva demokrasilerinin içinin nasıl boşaltıldığını da göstermekte. Mali piyasalar kapitalizminde Anayasa, hukuk devleti, demokratik kurumlar birer birer neoliberal ve militarist çıkarların hizmetine koşuluyor.
Bir tarafta sözde "terör" gerekçesi ile islam dinini seçen Almanların fişlenmesi veya Afganistan gibi ülkelerde "terör kamplarına" katılma olasılığı olanların cezaî yaptırıma tabi tutulmaları istenirken, diğer tarafta Alman Ceza Yasası’nın 211. maddesinde açıkça yazılı olan "suça teşvik etme" suçunu işleyen sabıkalı bakan kafa karıştırmaya devam ediyor. Eh, günümüz dünyasında sermaye çıkarlarını savunmak mükâfatsız kalacak değil ya. (MÇ/NZ)
* Murat Çakır'ın yazısı bugün Almanya merkezli Yeni Özgür Politika gazetesindeki köşesinde yayımlandı.