Psikoterapi ne yapar? Bize kendimizin sesini dinlemeyi öğretir. Anne babamızın ya da toplumun sesine karışıp duyulamaz hale gelen sesimize kulak vermeyi… Ve evet terapiye kendimizi iyi hissetmek için gidiyorsak, büyük bir hayal kırıklığı bizi bekliyor. Çünkü terapi çoğunlukla zorlar, acıtır, unutulanları, unutulmak istenenleri geri çağırır. Hal böyle olunca pek tabii korkunçlaşır. Çünkü biz zaten bunları pek de bilmek istemediğimiz ve bilmeyerek mutlu olmayı arzuladığımız için, belki de bilmemenin bir yolunu bulmak için terapiye gideriz. Oysa terapi tam tersini yapar; güvendiğimiz savunmaları ortaya serip görünmezi görünür kılar. Yardımın diğerinden değil bizden geleceğini hatırlatır. Ve bu bazen çaresizlik de hissettirir.
Kendimizle ilgili bir bilgiye yalnızca bilişsel düzeyde sahip olmak çoğunlukla yetersizdir. Bunun için seans odalarında şu cümleleri sıkça duyarız:
“Ne yapmam gerektiğini biliyorum ama yapamıyorum, sorunu görüyorum ama çözüm için adım atamıyorum.”
Bu ‘ama’lar çoğaltılabilir. Burada eksik olan şüphesiz ki idraktir. Neyi yapmamız ya da yapmamamız gerektiğini bilişsel düzeyde bilmek onu idrak ettiğimizi, ne anlama geldiğini anladığımızı göstermiyor. Ve sık sık bu sebeple umutsuzluğa kapılırız. Çünkü çözümü bildiğimizi sanıyor yalnızca harekete geçemediğimizi varsayıyoruzdur. Oysa burada bilindiği varsayılan, bilişsel bir bakıştan başka bir şey değildir. Ona temas etmek içinse daha derinlemesine çözümlemelere girişmemiz, meselenin duygusal, fiziksel ve belki de tinsel olarak nereye denk geldiğine bakmamız gerekir.
Düğümü kendimiz atıyoruz
Terapiden ya da terapistten bir çözüm önerisi beklemek, cevaplar istemek doğal ancak boşuna bir çaba gibi görünüyor. Bir diğerinin bizim adımıza sorunlarımızı çözmesini beklerken şunu gözden kaçırıyoruz: Bizim tarafımızdan yaşanılan hayat başkası tarafından yoluna koyulamaz. Düğümleri biz atıyorsak şüphesiz çözümleri de kendi ellerimizle bulacağız.
Terapi düğümlere büyüteçle bakmayı, gözümüzün önündeki sis perdesini aralamayı sağlayan bir araçtır.
Terapist; bizi bizden daha iyi bilen değil bizimle birlikte bizi anlayandır. Elbette profesyonelliğini kullanarak çözülme için gerekli teması sağlamamızda bize yardım eder. Ancak bu yardım yine iki tarafın emeğiyle gerçekleşir. Terapide tılsımlı olan bir şey varsa bunun terapötik ilişkinin kendisi olduğunu düşünüyorum. Bu süreçte, bir başkası olmaya ihtiyaç duymayacağımız ‘otantik’ bir ilişki kurulabilir. Ve zaten danışana iyi gelen tam olarak budur.
Sonu belli olmayan, hızlı adımlarla yürünemeyen bir yol oluşu terapi sürecini korkutucu hale getiriyor. Yokuşlarla karşılaştıkça cayıyoruz. Terapiye gitme fikrinin hemen ardından gelen “spora başlamaya karar verdim, yogaya gideceğim, tatile çıkıyorum, tiyatro kursuna yazıldım”lar tam da bu ‘direnç’i anlatıyor.
Elbette insan spor yapmalı, yoga ve meditasyona ya da kendisine iyi gelebilecek ne varsa ona yönelmeli, seyahat etmeli. Ancak bunların terapiye gitmemek için bir yöntem haline gelmeleri yapılacak aktiviteden sağlanacak yararı da olumsuz manada etkiliyor olabilir. Yani bir kaçışa kurban edildiğinde spor da, devamlılığı sağlanamayan bir kandırmacaya dönüşebilir. Ya da terapiye duyulan ihtiyacı tiyatro kursuna giderek gidermeye çalışmak açlığı meyve ile geçiştirmeye benziyor. Meyve de bir tokluk hissi verir fakat kısa zamanda tekrar acıkmanıza sebep olur. Bu meyve yararsız ya da kötü olduğundan değil o sıradaki ihtiyacınızı karşılamadığındandır. Üstelik belki karnınız doyduğunda meyve değil de tatlı yemek isteyeceksiniz.
Hazırlıksız yakalanmak
Bir de şu var; uzun yola çıkarken bile bir sürü hazırlık yapıyoruz fakat terapiye genelde pek hazırlıksız yakalanıyoruz. Bir krizle başlayıp hızla ‘iyileşemeyince’ apar topar uzaklaşıyoruz. Belki de ‘zamanı gelmemiş’ bir terapinin yarı yolda kalması normaldir. Cesaret ve istek, inanç ve süreklilik gerekiyor. Ve tüm bunları tutabilecek, işini iyi yapan bir terapist. Tabii ‘iyi bir terapist’in nasıl olduğu başka bir yazının konusu olabilecek kadar kapsamlı bir incelemeyi gerektiriyor. Terapinin sadece bir iş olup olmadığı ise tartışmaya açık.
Hayatın her alanında olduğu gibi terapinin işlemesini sağlayan temel şey bana kalırsa emek. Kendimize yaşamda açmadığımız alanı terapi odasında da açamayabiliyoruz. Sadece bize ait bir alan bazen çok ‘fazla’ ve maliyetinden bağımsız olarak da lüks gelebiliyor. Bazense az ve yetersiz. Mesele o alanda durup, gelen her duyguyu karşılayabilmeyi öğrenmek sanıyorum. Zaten durabildikçe durma kapasitemiz de artıyor. Böylelikle zenginleşiyoruz. Hayatta kalış üslubumuzu gözden geçiriyor, onunla ilgili söz sahibi oluyoruz.
Öyleyse terapiden ne beklemeliyiz? Cevap basit ancak can sıkıcı: Kendi yolumuzu ararken bize destek olmasını. Bu yol uzun ve meşakkatli olabilir. Ciddi sabır ve emek isteyebilir. Fakat zaten kıymetli olan tam da bu çaba değil midir? (BK/HK)