Çok uzun bir süredir türlü türlü sebeplerle toplu bir moral bozukluğu içerisinde olduğumuzu söylersem abartmış olmam herhalde.Bunun bireysel ve toplumsal çok çeşitli sebepleri var kuşkusuz. Sabah gözümüzü karanlığa açıyoruz örneğin.
Yeni saat düzeniyle beraber sabahın yedisinde hava hala karanlık oluyor. Bünyemizin yıllardır süre giden alışkanlığını bu yıl devlet büyüklerimizin takdiri neticesinde değiştirmek zorunda kaldık. Adaptasyon kabiliyetimizi sürekli geliştirmeye yarayan bir sistem içerisinde deviniyoruz.
Diğer yanda adına kentsel dönüşüm denilen kentsel çöküş hikayesini yaşıyoruz. Bitmeyen inşaatlar, ses ve görüntü kirlilikleri, balkonsuz, kişiliksiz binalar.
Özellikle Beyoğlu’nun, Kadıköy’ün hiç olmadığı kadar değişen yüzleri…
Hiçbir şey bıraktığımız yerde değil artık. Bitmeyen yas süreçlerimize artık olmayan mekanların yasını da ekliyoruz.
Yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin sürreal sebeplerle tutuklu oluşları ise başka trajik bir konu.
Bitmeyen cinayetler, tecavüzler, terör saldırıları…
Yanlış anlaşılan ya da bir türlü anlaşılmayan demokrasi, özgürlük gibi kavramlar.
Sonra fillerin tepişmesi, çimenlerin ezilmesi.
Daha bin tane şey var düşününce ama hepsini yazmaya kalksam yetişemem sanırım.
Bir de çok sık aralıklarla aklımızın sınırlarını zorlayan şeyler için change.org denilen bir yerde imza topluyoruz.
En son çocuklar tecavüzcüsüyle evlendirilmesin diye imza topladık mesela. Böyle bir şey için imza topladığımızı yazarken bile utanıyorum. Ve inanamıyorum. Bu ülkede hala inanamadığım bir şeylerin olmasına sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum.
Çocuğun çocuk, kadının kadın, ağacın ağaç, hayvanın hayvan olduğunu anlatmaya çalışıyoruz birilerine. Bizler ısrarla anlatmaya çalıştıkça, ısrarla anlamayan insanlarla bir arada yaşıyoruz.
İyi hissetmek pek kolay değil sanki. Bireysel mutluluklarla da bir yere kadar idare edebiliyoruz, çünkü en nihayetinde bu coğrafyada soluk alıp vermeye devam ediyoruz.
Ibn Haldun’un çok sevdiğim lafıdır, “coğrafya kaderdir” der. Kadere meydan okumayı, bu coğrafyanın bir parçası haline getirecek olan da bizleriz sanırım. Bu meydan okuma elbette tepkilerimizle olacak.
Fakat nasıl tepkiler?
En son çocuk istismarı konusunda özellikle sosyal medyada paylaşılanlar, dile getirilmeye çalışılan tepkiler son derece düşündürücü(ydü).
Tecavüze uğrayan hayvanlar için, “onları da mı evlendireceksiniz” denmesi, “birden fazla kişiye tecavüz eden kişiler için yazı tura mı çekilecek” gibi sarkastik ifadelerin kullanılması, “bu yasayı savunanların eşleri, anneleri, çocukları da tecavüze uğrasın” gibi korkunç ifadeler, var olan kötülüğü daha da pekiştirmekten başka bir işe yaramıyor. Herhangi bir şeye hizmet ettiğini de düşünmüyorum.
Tepki vereyim derken edilen küfürlerde kadın bedeninin aşağılanması, eril bir küfür dilinin daha doğrusu şiddet dilinin kullanılması tam da karşısında durulan şeyin bir parçası olunduğunu düşündürüyor.
Elbette eleştirmeye, öfkelenmeye, tepkimizi dile getirmeye hakkımız var.
Ancak iyi hissetmeyişimizin ve öfkeli oluşumuzun dilini rahatsız olduklarımızın diline benzetmeden, alaycı, ötekileştirici bir biçimden uzak, küfürler saçmadan nasıl kullanabiliriz? İnsan haklarını, çocuk haklarını, kadın haklarını, hayvan haklarını daha makul yollarla savunamaz mıyız? Böyle bir beceri geliştirebilmek için birbirimize destek olsak nasıl olur?
İstismar konusunda aileleri, çocukları bilinçlendirmek, çocuklarla, kadınlarla çalışan sivil toplum kuruluşlarına maddi manevi destekte bulunmak, gönüllü faaliyetlere girişmek, konuyla ilgili daha çok yazmak, daha çok okumak, daha çok konuşmak benim ilk aklıma gelenler. Sizin aklınıza gelenleri de lütfen paylaşın. Bu paylaşımlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Ülkede ve dünyada bunca hoyratlık hüküm sürerken “incelikleri” incitmeden, “söz”ün kalbini kırmadan tepki göstermenin bir yolunu elbette bulabiliriz.
Tutunacağımız dalları kesmenin kimseye bir yararı yok. (TI/NV)