Christopher Ricks'in hazırladığı The Oxford Book of English Verse adlı antolojide ve Beat Kuşağı yazarlarını bir araya getiren kitaplarda kendine yer bulan Bob Dylan 2012 Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterilmişti ve kazanma şansı Philip Roth ve Cormac McCarthy gibi romancılardan daha yüksek görülüyordu. Olmadı, ödül herkesin kesin alır dediği Murakami'ye de gitmedi, sansürü dolaylı da olsa olumlayan Çinli bir romancıya gitti.
Olsun, Mayıs 2012'de Dylan ABD Başkanı Obama'nın elinden bir devlet nişanı olan Özgürlük Madalyası'nı aldı. Ama bu protest ve eleştirel kimliğiyle tanınan Dylan'ı sistemin beklentilerine hizmet eden biri yapmıyor; çatışkı gibi görünse de yeni albümü Tempest ile sistem eleştirisine üstü kapalı olarak (anıştırmalar, göndermeler ve bolca aşırmalarla) devam ediyor.
Dylan iniş-çıkışların, savrulmaların, arayışların müzisyeni ve şairidir. Akustik gitardan elektrogitara, oradan klavyeli çalgılara savrulur, roman yazar, resim yapmaya başlar, imajını değiştirip durur; bukalemun gibidir. Dinsel inancında, politik duruşunda ve müzik tarzındaki dönüşleri, savrulmaları kestirmek güçtür. Bir Yahudi olarak doğan şarkıcı, 70li yılların sonunda Hıristiyanlığa dönüş yapmıştır. Politik içerikli göreceli seküler şarkılar yazdığı 60lı yılların tersine 80li yıllarda dinsel uyanışını anlattığı Saved ve Shot of Love gibi albümlere imza atmış, böylece kendisinden protest tarzda şarkılar yapmasını bekleyen hayranlarını az da olsa küstürmüştü.
90lı yıllardan başlayarak Dylan gücendirdiği dinleyici kitlesini kazanmaya çalışmaktadır sanki. World Gone Wrong (1993) ile çok iyi kullandığı blues ve folk kaynaklarına başarılı bir dönüş yapmış, 1997'de yılın albümü seçilen Time out of Mind ile yaş yetmiş iş bitmiş diye düşünenleri afallatmış, Love and Theft (2001) ve Modern Times (2006) albümleriyle yeniden parlamıştı.
Son albümü Tempest ile sağlam gözlemlere dayalı, sıkı sözlerle örülü, müzik açısından yine geniş bir yelpazeyi kullanarak dinleyenlerinin beklentilerini boşa çıkartmıyor. En azından benim beklentilerime fazlasıyla cevap verdi; Dylan bu albümüyle de olgunluğunun ve şiirsel ustalığının doruklarında koştuğunu bir kez daha gösteriyor.
Kıyamet Terennümleri: "Yan Yan Babilon!"
Lirik öznenin gönül işlerini eşelediği bir iki şarkı dışında albüm önceki iki albümünde olduğu gibi çoğunlukla varoluşsal ve politik bir huzursuzluğu dışa vuruyor. Dylan'ın şarkılarındaki kişiler tıkılıp kaldıkları mekânlarda mutsuzdurlar (bakınız Love and Theft albümündeki "Mississippi" şarkısı); bazen kurtulmak için çabalarlar bazen de çabalamanın kifayetsizliğini kabul ederler (bütün dünya bir "Desolation Row"/"Yılgınlar Sokağı" değil midir zaten?).
Yer yer modern bir Babil diye görünümü arz eden "Scarlet Town" Amerikan toplumunun alegorik bir eleştirisini sunuyor. "Son yakındır Scarlet Town'da." Kızıl Kasaba'daki kızıl renk bürokrasinin, askeri gücün simgesi olduğu kadar ahlaki düşkünlüğün de simgesidir. Ancak bu kez daha içeriden, yıkılmanın eşiğine gelmiş bir uygarlığın içsesi var. Bir günah çıkartma değil, bir farkına varış. Modern Times'da sözü edilen su seti yıkılmak üzeredir.
Hem melodisi hem de sözleri agresif bir çizgide seyreden "Pay in Blood" adlı şarkı yayılmacı politikasından vazgeçmeyen ABD'nin saldırgan söyleminin bireylere sirayet etmiş hali gibidir: "Kanla Öderim ama kendiminkiyle değil." Dylan gırtlağının derinlerinden haykırarak var gücüyle söyler şarkısını. Şarkıdaki lirik kişilik öfkeli, hınç dolu, saldırgan ve artık tatmin edilemeyecek bir canavardır sanki:
Her allahın gecesi her allahın günü
Koparıyorlar işe yaramaz düşlerini
Ne kadar alırsam o kadar veririm
Ne kadar ölürsem o kadar yaşarım
Albüme adını veren 14 dakikalık "Tempest" şarkısı 1912'de Kuzey Denizi'nde batan Titanik gemisini konu ediniyor. Ancak asla batmaz denilen bu geminin öyküsü yine Amerikan devletinin ve toplumun alegorik bir okuması olarak görülebilir.
"Early Roman Kings"de köpekbalığı derisinden takım elbiseleriyle, papyon ve düğmeleriyle caka satan askeri postalları giymiş Romalı krallarla günümüzün emperyalist sistemin sözcüleri arasında bir fark bulmak oldukça güçtür.
İşportacılar ve işgüzarlar
Hem alıyor hem satıyorlar
Şehrini yok ettiler
Seni de yok edecekler
Metinlerarasılık: Ödünç Alan, Araklayan
Modern Times albümünün Charlie Chaplin'in Asri Zamanlar filmine bir atıf olduğu, hatta albüm kapağındaki, tuhaf bıyıklı, çipil Dylan fotoğrafının Chaplin'e benzediği söyleniyordu. Sanatçının resmi web sitesinde şarkı sözleri henüz yayınlanmış değil. Ancak daha şimdiden expectingrain gibi saygın Dylan sayfalarındaki eleştirmenler Tempest'taki anıştırma ve göndermelerin peşine düşmeye başladılar.
Şarkıcının Homeros, Vergilius ve Dante'den başlayarak, Mark Twain'e, 1920'li yılların blues ustalarına varıncaya kadar yığınla yazar ve şairden aşırmalar yapma gibi bir ünü var. Ama bunu hakkını vererek yapıyor ve ortaya dehşetengiz güzellikler çıkarmasını biliyor. Eliot'a atfedilen (kimilerince de bu sözü Picasso ressamlar için söylemiş) "İyi şairler taklit eder, büyük şairler çalar" sözünü akılda tutmak lazım. Dylan'ın bunu düstur edindiğini, içselleştirdiğini ve çağımızın bir yalvacı olarak böyle ayrıntıları önemsemediğini göstermektedir.
Rock müziğin kötü çocuğu, muzip güftecisi bu albümde de rahat duramamış anlaşılan. Albümün adı (her ne kadar kendisi bunu reddetse de) Shakespeare'in son oyunu olan Fırtına'yı akla getiriyor. Tamam, albümün adı konusunda temiz çıktı diyelim. Ya şarkı sözlerindeki aparmalar?
NY Times'da yazan bir eleştirmene göre "Early Roman Kings" şarkısı Muddy Waters'ın "Mannish Boy" şarkısının riff'i üzerine kuruludur, "Narrow Way" adlı şarkıda ise Mississippi Sheiks grubunun kullandığı bir nakaratı ödünç almıştır, "Scarlet Town" ise John Greenleaf Whittier'ın bir şiirinden dizeler barındırmaktadır.
John Lennon'a şapka çıkaran ve bir ağıt gibi yavaş tempoyla başlayan "Roll on John" Beatles'ın şarkılarından ve Blake'in "Kaplan" şiirinden dizeler barındırır. Bunlar yeni bir şey değil elbet, zaten amaç da Dylan'ın ipliğini pazara çıkarmak gibi saçma bir arzu değil. Çünkü o bir rapsode (Antik Yunan'da ezberinden hikâye nakleden, şarkı ve şiir söyleyen sanatçı) edasıyla takılıyor müzik piyasasında, kendi kurallarını koyacak ve bunları kabul ettirecek birikime de sahip.
Metinlerarasılık bizzat onun bu yalvaçsı tavrını güçlendiren ve meşru kılan bir pratik aslında. Metinlerarasılık en yalın tanımıyla bir metnin anlamının diğer metinlerle kurduğu ilişki bağlamında kavranabileceği, hiçbir metnin tek başına bir anlam ifade etmediği ve ancak kendisinden önceki gelenekle birlikte ve üretildiği bağlamda anlaşılabileceğini ima eder.
Merkezin, özgün yaratıcı bireyin ortadan kalktığı bir dünyadır bu. Dylan da inşa ettiği sanatsal evreninde her şeyi soğuran, kendine mal eden bir beyin gibi çalışır. Mıknatıs gibidir. İşine yarayan şeyleri benimser. Ne de olsa özgün hiçbir şey yoktur. Onun bilip de biz dinleyicilerin bilmediği hiçbir şey yoktur.
Hatırlayalım: Homeros'un dinleyicileri bütün anlatıların nasıl başladığını ya da bittiğini, kısacası o eposlardaki bütün olay örgüsünü biliyordu. Yunan şair dinleyicilerine bilmedikleri bir şeyi anlatmıyordu. İlyada'dayı okurken ya da şarkı olarak okurken yarıda bıraksa kimse suratını asmazdı çünkü anlatılan bütün dinleyenlerin hikâyesiydi. Dylan da aynı düşünceyle ilerliyor. Antik edebiyat şairlerinden, Mark Twain'den, Junichi Saga'dan metinler aşırması, onun kendi metnini merkezi olmayan bir ağa dönüştürüyor, konuşan kişiden ziyade söylenen şeyler ya da söylenen şeylerin düzenlenişi öne çıkıyor. Sorun icraya ve icra tarzına gelip dayanır bir anlamda. Onun içindir ki Dylan hem başka sanatçıların şarkılarını hem kendi şarkılarını ters yüz etmeyi, tanınmaz hale sokarak çalmayı seviyor.
Bazı melodiler bir döngü (loop) havasında (yedi buçuk dakikalık "Narrow Way" örneğin tiz gitar riffleriyle başlıyor ve öyle sona eriyor). Eski albümlerinin tersine uzun nakaratlara başvurmuyor sanatçı. Bunun anlamı bence şu: Bir müzisyenden çok bir ozan olarak konuşma derdinde Dylan. Kulak tırmalayıcı ama hala insanı kendine çeken o gevrek, benzersiz sesiyle şarkılarını söylüyor. Sözü bitene kadar söylüyor. Dinleyiciyle ortaklığı sözü bitince sona eriyor.
2010'da İstanbul'a gelerek hayranlarını ihya eden Dylan bir kez daha uğrar mı sularımıza bilinmez. Yaşıtlarıyla karşılaştığında yaşını başını almış ama ihtiyarlamamış bir Bob Dylan vardı sahnede, hatta şarkısındaki gibi "her daim genç." (F/EKN)