Kürtçe’de çok anlamlı ve özlü bir söz var. Der ki; "Dijmînê bav û kalan, nabe dostên keç û lawan"
Sözün özü şu; dünyasını kırım, döküm, yıkım, felaket ve yok etme üzerine kuranlar, maalesef ne yapsalar zaman üzerinden geçse bile o bilinçaltlarındaki muktedir ve retçi-inkârcı arkaplan yok olmuyor, dost olmuyor. Yeni zamanların modernitesine evirilseler de, çıplak gerçekle yüzleştiklerinde eski hikâyelerini kusuyorlar.
Sanırım bunun en somut tezahürü yüzyıl evvelki cumhuriyetin kurucu ideolojisini bayrak gibi zihnine ve bağrına işleyen CHP’ye endekslemek gerektiği kanaatindeyim.
Malum, CHP her zora düştüğünde şu “kurucu” olmak reel politiğine sımsıkı sarılan, ora üzerinden toplumu yeniden dizayn etmeyi kendine hak gören, üstüne üstlük bunun ilânihâye toplum varoldukça asla değişmez kurallar manzumesi olduğuna kendisi inandığı gibi, herkesin de inanması ve savunması gerektiğini her daim vazeden bir yerde duruyor.
Mesela topyekün Kürt halkı için 1925 kırımı, Takrir-i Sükun sonrası Kürtlüğü yok sayıp tekçi cumhuriyetin fikri ve ideolojik sahipliğinden asla geri atmayan CHP, yüz yıl sonra bugünlerin yeni çokçu dünya düzeninde bile o eski ve kadük inkârcı resmi ideolojik yapıyı tartışmayı asla düşünmüyor. Tartışma bir yana, aksine ısrarla savunuyor da.
İşte, bu hafta içinde barışa doğru yürümesi dilenen geçiş süreci için kurulan komisyonda bir anlamıyla zorunlu (ya da utanma belası) ikamete memur olduğunu varsayan CHP, Abdullah Öcalan’la görüşmek için İmralı Adasına gidecek heyete katılmayı reddetti. Gerekçenin özetinin özeti: “teröristle görüşülmez”.
Ve işin tuhaf tarafı adaya gitmeme kararının savunmasını da parti içindeki Kürt vekillere yaptırıyor CHP. CHP’nin gitmeme kararının çıktığı gün bir televizyon kanalında sevgili Sezgin Tanrıkulu’nun kararı anlatırken nasıl zorlandığını fark ettim. Bu işin min-el garaib hâli. Kürt vekiller de; "Mesele adaya gitmek değil! Mesele komisyon ve mecliste olmakta" diyorlar. Halbuki CHP bu işi canla başla süreci tahrip etmeye kalben yeminli Kemalist vekillerine yaptırmalıydılar.
Doğrusu bu sahiden siyaseten travmatik bir tablo. CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Siyaseten Kürdün kapısına dayanarak tarihi boyunca bölgede alabildiği/alabileceği en yüksek oy oranlarını alması -ki Kürt coğrafyasında hemen bütün şehirlerde yüzde 50’nin üzeri- ve yerel seçimlerde de kent mutabakatı ekseninde bir çok yerleşim yerinde büyük başarı kazanmasının Kürdün oyu sayesinde olduğu zaten tarihe kayıt olarak düşüldü.
Nihayetinde söylenmesi gereken sanırım şu; CHP bu süreçte Kürt sorununun çözümüne dair kartı askıya alarak; AKP+MHP ortaklığındaki devlet üzerinden yürüyen barışa dair bu geçiş sürecinin akamete uğrayarak tökezlemesini ajandasına odaklayarak adeta "Biz demedik mi bu iktidar samimi değil" kozuna oynadı/oynuyor.
Ama sanırım CHP ve onun gibi düşünenlerin kavrayamadığı bir gerçeklik var; Kürt kimliği, en üst düzeyde temsiliyetiyle artık resmen kabul gören bir evreyi yaşıyor ve siyaseten muhatap alınıyor. Bu, sonrası için çok ciddi ve önemli bir kazanım, ayrıca Kürdi varoluşun gelecek garantisi de…
Bundan sonrası mı? CHP ya da diğerleri için söylenmesi gereken şu; zerre-i miskal kadar anlamı yok. Anlamı olmasını isteyenler Kürdü tanıyacak/tanışacak…
Yoksa kaybeder…
(ŞD/AB)







