Naziler'in temerküz kamplarından Auschwitz-Birkenau'ya kapatılmış insanlar yıllardan beri sürmekte olan vahşetin yakında sona ereceğini hissediyorlardı. Nazi Almanyası artık tüm cephelerde kan kaybediyor olmasına rağmen, soykırıma tabi tutmakta olduğu insanlara yönelik mezalimin şiddetini artırarak adeta intikam alıyordu.
Kamptaki mühimmat fabrikasında çalıştırılan kadınlardan bazıları yaşamdan ümitlerini çoktan yitirmiş olduklarından ölümlerini yararlı hale getirmeye karar vererek olası bir isyanda kullanılacak eser miktarda barutu mümkün olduğunca düzenli şekilde kaçırıp biriktiriyorlardı.
Fabrikanın kalite kontrol kısmında çalışanlar da görevlerini beklendiği şekilde yerine getirmeyip kusurlu ürünlerin savaşta kullanımını sağlayarak orduyu sabote ediyorlardı.
Naziler'e göre tasavvur edilebilecek en büyük ihanet suçunu işleyen kadınlar yakalanınca, kamptakilerin topluca kurtarılmasından sadece iki hafta önce herkesin önünde asılacaklar, geriye hayatlarını daha özgür ve daha iyi bir dünya için feda etmiş olmalarının kahramanca anısını bırakacaklardı.
"Sabotaj" (Sabotage) adlı belgesel o günleri bizzat yaşamış insanlarla 90'lı yıllarda yapılmış röportajlar ve sade olduğu kadar çarpıcı animasyonlarla vakayı aktarıyor. Noa Aharoni'nin yönetip senaryosunu yazdığı 2022 İsrail yapımı film, 65 dakika boyunca temerküz kampının dehşetini bize tenimizde hissettiriyor.
Naziler'in astığı dört kadından Estusia'nın kızkardeşi Anna Wajcblum Heilman'ın günlüğündeki detaylar hafızanın oynayabildiği oyunları büyük ölçüde bertaraf ederken kadınlar arasındaki güçbirliğinin kudretine seyirciyi bir kez daha inandırıyor.
Sabotajdan başka çare var mı?
Ümidin yok edildiği bir ortamda kadınların gizli direnişi onlar için bir onur ve tutarlılık meselesiydi.
Öleceklerini bile bile giriştikleri mücadele, hayatlarına mana katıyor, devam edebilmek için cesaret veriyor, aralarındaki dayanışma ruhunu besliyordu.
Kaybedecekleri bir şey kalmamıştı; direniş ve isyanlarının sonunda zafer kazanmamış olsalar da boşuna ölmedikleri kesindi.
Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen dört Yahudi kadın Róża Robota, Alla Gärtner, Regina Safirsztain ve Estusia Wajcblum adlarının unutulmamış ve haklarında bir belgesel çekilmiş olması boşuna değil.
Bir kadın sinemacı tarafından kotarılmış, kadınların kahramanlığı hakkındaki filmde röportajı seçilmiş insanların çoğunun kadın olması da tesadüf olmasa gerek. Belgeselde adı en çok anılan kötü adam ise 1945 yılında suçlu bulunarak asılmış olan Franz Hössler'in ta kendisi. Günümüzde Nazi avının hâlen sürdüğünü ve birilerinin yaptıklarından suçlu bulunarak hâlâ cezalandırıldığını da unutmayalım.
Filmin 2022 İsrail Belgesel Forum Ödüllerinden en iyi orta ölçekli belgesel payesine layık görüldüğünü de bu vesileyle belirtmekte fayda var.
Komşudan türkü...
Filmin izleyiciyi tesir altında bırakmasının ana sebebi Yoel Frohlich imzalı animasyon sekansları. Sepyanın hâkim olduğu çizimler sadelikleriyle ikna ediyor, oyuncularla canlandırılmış benzer mevzulu örneklerinden kat kat üstün bir neticeye ulaşırken empati mekanizmasını kesinlikle tetikliyor.
Ayrıca, seyircinin kendiyle yüzleşmesinin sağlandığı anlarda, birdenbire kendinizi aynı durumda, hayatta kalmak için her yolun size göre mübah olup olmadığını tartarken buluyorsunuz; diğer seçeneğin, yaşamın sonuna kadar haysiyetini korumak adına bambaşka kararlar alınması gerektiğine dair olduğu da size layıkıyla hatırlatılıyor.
Geleneksel belgesel estetiğinin çerçevesinde duygusallığa kapılmamanın imkânsız olduğu bir filmle karşı karşıya olduğumuzu da ifade etmeliyim.
Tabii ki belgeselin kulaklara seslenen en çarpıcı anları, savaşın sonlarına doğru temerküz kampının tepeden bombalandığı zaman elektriğin kesilip fabrikanın makineleri dahil her türlü gürültü kaynağının sustuğu anlar. Kamptakilerin büyük kısmı bombaların kampa ve fabrikaya tam olarak isabet etmesini, acılarının sona ermesi ve ölüm makinesinin yok olması için son çare olarak görüyor. İşte tam o anlarda mekânın muhtelif köşelerindeki Yunanistan kökenli tutsaklar kadınlı erkekli bir türkü tutturarak ümidin ifadesi oluyor; uyumlu sesleri göğe yükselirken başka türlü bir dünyanın mümkün olduğunu layıkıyla hatırlatıyor...
Not: Filmde kullanılan türkü, bestesi Giorgos Kalogirou'ya ait, Kıbrıs'ta oluşturulmuş Amalgamation korosu tarafından seslendirilen Ksenitia tou Erota
(MT/AÖ)